Teşhis hatalı olunca tedavi usulleri de haliyle dertleri çözmeye yetmiyor.
Çeşitli hadiselere neden olan vatandaşlarından dolayı, Türk toplumunun önemli bir kısmı tarafından nefret edilen mülteci Suriyeliler gibi İslam coğrafyasından hangi halk topluluğu gelse yine ülkemizde dozu farklı da olsa benzer hadise ve tepkilerin yaşanacağını zannediyorum.
Maalesef, yasını çokça tuttuğumuz mazlum Filistinliler de buna dahil. Hatta onların Suriyelileri aratacaklarını söylesem durumun vahametini anlatmak için mübalağa görülebilse de gerçeklerle yüzleşmemize kapı aralayacağını düşünüyorum.
Tabi uyuşmazlık sorunlarının nedeninin sadece mültecilerde olmadığını, tarihte onlarca örneği var olan, ellerindekini paylaşma konusunda isteksiz davranan ve zaten fazlasıyla problemleri olduğunu düşünen yerel halkların da olumsuz yaklaşımlarını bir anektod olarak düşmeliyim.
Bir zamanlar içinde bulunduğum siyasal bakışı değiştireli çok oldu.
Uzun zamandır Müslüman Dünyanın kötü halinin birinci nedenini en başta ahlaki iç yozlaşmada gören, emperyalist ve sömürgeciler gibi öne sürülen dış etkenleri ise asıl nedenlerin sonucu olarak gören bir düşünceye sahip insanlarla birlikteyim.
Yani dış mihrakları olsa olsa İslam dünyasının vücudunda açılan bir yaraya zamanında musallat olan zararlı yaratıklar addeden bir düşünce sistemine sahibiz.
Öteden beri Kur'anın va'z ettiği ve tüm nebevi pratiklerin de; Siyasal İslami metodların aksine sorunların nedenlerini, bireylerin karakter zaafları ve onların oluşturduğu toplumların, ahlaki yozlaşmasında gören, çözümü de insanların ve nesillerin eğitimiyle yeniden inşa ve ıslah edilmesinde olduğuna inanan bir görüşteyiz.
Bugün mağduriyetlerin bu asıl nedeninin bizzat ceremesini çektirerek Kader, insanlara öğretiyor.
Bugün Suriyeliler'den, Afganlılar'dan nefret etmenin bir manası yok.
Bediüzzaman Müslümanları tereyağına benzetir. Yani değişime uğradığında yoğurt, peynir gibi istifade edilen diğer süt ürünlerinin aksine çürüyen tereyağına. Bugün bu teşhisin isabetliliğini hem koca bir Müslüman coğrafyasında hem de gelişmiş Batı toplumlarında en çok adi suçlara karışmış; adı Heysem, Hüsam, Ahmet ve Mehmet gibi isimlerin varlığında görebiliyoruz.
Dışarıdan İslam'a atfedilebilecek bu tablonun ise bilakis O'nun prensiplerine aykırı olarak maddeperestlik öncelikli yaşam tasavvurlarında olduğunu atlamamak gerekiyor.
Batı'nın olağanüstü gelişimi karşısında mevcut İslam telakkisi, Müslüman nesillerin akıllarını ve kalplerini tatmin edebilecek cevabını vermekte aciz kalmıştı.
Bunun sonucunda da nitelikli nesiller seküler ideolojilerin etkisi altına girdiler ve zamanla da hayatın her alanında söz sahibi oldukları gibi ülkelerin yönetici kadrolarını oluşturdular. Kurdukları laik yönetimlerle uzun süre Müslüman Dünyasını yönettiler.
Dini yorumlayışın darlığı ile uzunca yıllar materyalist eğitim sisteminin harmanladığı nesiller bugün Islam dünyasının tipik insanlarını ortaya çıkardı.
İki asır evvel Batılı seyyah ve yazarların kendi ülkelerinin halklarıyla kıyasla, faziletlerini öve öve bitiremedikleri İslam toplumu nereye kayboldu? Hangi ara materyalist bir toplululuklar halini aldılar.
Maddeperest anlayış ilk sırada olunca haliyle insanı insan ve toplumları ahlâklı yapan asıl hususları folklorik hatta teferruat seviyesine düşürüyor. Hele ki İslam toplumları için.
Tereyağ benzetmesi bugünün Müslüman Aleminin durumunu en iyi izah eden bir teşbih ve tespit gibi duruyor.
Salih Yusuf