Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı
Sinan Aygün, ''
Türkiye'de şu anda bir işverenin asgari
ücretli bir çalışanı için yaptığı her 100 liralık ödemenin 35,2 lirası devlete gidiyor. İşçiye ise bunun 64,8 lirası kalıyor'' dedi.
Aygün, küreselleşen dünyada işletmelerin çok büyük
rekabet baskısı altında faaliyetlerini sürdürdüğünü söyledi.
Bu nedenle ihracatla kalkınmayı seçen
ülkelerin çok büyük bir küresel rekabet baskısına karşı koyma zorunda olduklarını belirten Aygün, tek başına işletmelerin, genel olarak da ülkelerin uluslararası piyasalarda rakiplerine karşı rekabet üstünlüğü elde etmesinde diğer unsurların yanı sıra ülkenin ücret politikasının da önemli bir rol oynadığını kaydetti. Çünkü ücretin işletmelerin en önemli kalemi olduğunu, bu yüzden ücret politikalarının ülkelerin sadece ihracatını değil, ithalatın yıkıcı etkisine karşı ekonomiyi ve istihdamı korumada da önemli bir rol oynadığını belirten Aygün, ''Öylesine bir ücret dengesi kurabilmeliyiz ki ne kendi çalışanımızın emeğini
ucuz bir şekilde başkalarına satmalıyız, ne de kendi istihdamımızı, Çin,
Hindistan ve benzeri ülkelerin ucuz
işgücü için üstlendiği maliyetin tam karşılığını alamamaktan şikayetçi'' dedi.
Her iki tarafında bu memnuniyetsizliğinin en önemli nedeninin istihdam
vergisi diye adlandırılan ücretler üzerinden ödenen vergi ve
sigorta primi gibi yüklerin ağırlığı olduğunu belirten Aygün, ''Türkiye'de şu anda bir işverinin asgari ücretli bir çalışanı için yaptığı her 100 liralık ödemenin 35,2 lirası devlete gidiyor. İşçiye ise bunun 64,8 lirası kalıyor'''dedi.
Aygün devletin,
gelir vergisi, SSK primi
işçi payı,
İşsizlik Sigortası İşçi Payı, gelir vergisi, damga verisi, SSK primi işveren payı, işsizlik sigortası işveren payı gibi isimlerler paranın yarısına yakınına el koyduğunu anlatarak bu durumu eleştirdi. Aygün,
OECD ve Gelir Politikaları Genel Müdürlüğü'nün hesaplamalarına göre Türkiye'de ücret üzerindeki vergi yükünün sosyal sigorta ve işsizlik sigortası primi de dahil olmak üzere yüzde 36,5 düzeyinde olduğunu bu rakamın evli ve 2 çocuklu bir çalışan esas alınarak yapıldığını bildirdi. Aygün, bu hesaplamaya göre Türkiye'nin ücret üzerindeki vergi yükü OECD ülkeleri arasında 8. sırada olduğunu bildirdi.
Aygün, bu haliyle Türkiye'deki ücret üzerindeki kamu yükünün aralarında
Almanya,
İtalya,
İspanya, ABD,
Kanada,
Kore,
Japonya,
Meksika,
Slovakya,
Portekiz gibi ülkelerinde yer aldığı 20 OECD ülkesinden yüksek olduğuna işaret etti. Türkiye için önerdikleri ücret sistemini de konuşmasında anlatan Aygün, ülkenin ve işletmenin stratejik hedefleriyle uyumlu,
ekonomik dalgalanmaların işgücü maliyetleri üzerindeki etkisini dengeleyebilecek biçimde esnek, verimlilik, kalite ve kar ölçütlerine bağlı ücretler üzerindeki kamu yükünün acilen azaltıldığı bir ücret sistemi istediklerini anlattı.
-PERYÖN İÇ ANADOLU ŞUBESİ BAŞKANI ÇETİNTAŞ-
PERYÖN İç
Anadolu Şubesi Başkanı İlkşen Çetintaş, kadın istihdamının Türkiye'deki ve dünyadaki durumuna ayırdığı konuşmasında Türkiye'de kadının istihdama kalım oranını yüzde 40 ile 60 arasında değiştiğini söyledi. Aynı eğitimi almış ve aynı işi yapan kadınların erkeklere göre daha düşük maaşlar aldığına işaret eden Çetintaş, Türkiye'de kadının erkeğin dörtte bir oranında ücret aldığını söyledi.
Kadınlara yeteneklerine göre pozitif ayrımcılık yapıldığına ilişkin anlatılanların ise bir
efsane olduğunu kaydeden Çetintaş, Türkiye'de 8 milyon kadının ise
okuma yazma bilmediğini anlattı. PERYÖN Genel Başkan yardımcısı Yiğit
Oğuz Duman ise insan kaynakları
yönetimi konusunda PERYÖN'ün halen ulaşması gereken çok kişi bulunduğunu bildirdi.
-PROF. YELDAN-
Konuşmaların tamamlanmasının ardından ''2011 Yılı
Küresel Ekonomik Akımlar'' konulu bir konuşma yapan Prof. Dr. Erinç Yeldan, Türkiye'nin tarihsel olarak düşük ulusal tasarruf sahibi bir ülke olmamasına rağmen 2000'li yıllardan sonra ulusal tasarruf oranlarında bir
çökme yaşandığını söyledi.
Ulusal tasarruf ve yatırım arasındaki farkın
dış ticaret dengesi olarak ortaya çıktığını belirten Yeldan, ''
Tasarruflarınız yetmiyorsa, yatırımları harcamalarınız karşılamıyorsa buradaki fark doğrudan doğruya
cari işlemler açığı dediğimiz dış açıkla ortaya çıkmaktadır. Yani Türkiye'nin bu dönemde tasarruflarının bu kadar düşmesi birden bire dış açığın yükselmesiyle eş anlamlı'' diye konuştu. Yeldan, Türkiye'nin 2000'li yıllarda birden bire bu kadar büyük hacimli cari işlemler açığı veriyor olmasının ulusal tararrufların düşmesiyle ilintili olduğunu söyledi. Erinç Yeldan şunları kaydetti:
''Eğer
ocak 2002 yılında bir
Amerikan dolarının fiyatı yüz ise
kriz öncesine 2008'e kadar bir ABD dolarının Türkiye'deki fiyatı 40 puana düşmüş durumda. Yani ABD doları yüzde 60 daha ucuzlamış bir ekenomiyiz biz. Böyle bir döviz bolluğu böyle bir
Lale Devri, 2'inci Lale Devrimiz 1990-93 arası, 3'üncüsü 2000 yılı, 4'üncüsü 2003-2008 arası. Türkiye bugün yaklaşık yarı yarıya kabaca reel olarak daha ucuz bir dövizle çalışıyor. Biz Ocak 2002'de yüz lira verdiğimiz dolara şimdi 45 lira veriyoruz.''
Merkez Bankası verilerine göre 2002 yılı 4. çeyreğinin sonunda Türkiye'nin dış borç stokunun 130 milyar dolar olduğunu, 2008
Eylül ayından itibaren Türkiye'nin dış borç stokunun 289 milyar dolar olduğunu ve iki rakam arasındaki farkın 160 milyar dolar olduğuna işaret eden Yeldan, ''Türkiye 2003-2008 arasında 5 yıl üç çeyrek dönmde
Cumhuriyet tarihi boyunca kullandığı dış borç stokunu aşan bir net dış borç stokunu kullandı. Bunun farkında bir türlü değiliz.''
Yeldan, Türkiye'nin 5 yıl içinde 160 milyar dolar dış borç biriktirmiş olmasına karşın dış borçların milli gelire oranın artmamasının borçların dolar cinsinden olmasının ve doların değerinin düşmüş, milli gelirin ise Türk lirası cinsinden hesaplanmasından kaynaklandığını anlattı.Türk lirasının yüzde 60 oranında değerlendiğini belirten Yeldan, bu nedenle dış borcun mütevazi gözüktüğane işaret etti. Yeldan bu durumun çok tehlikeli olduğunu belirterek, ''Bıcak sırtında yürüyoruz'' dedi.
AA