Özcan mektubunda, “Dışardakilerin heyecanla beklediği, hayalini kurduğu, üzerine planlar yaptığı o uzun bayram tatilleri, ekstra verilen açık görüşleri saymazsak, şüphesiz koğuşun en çekilmez zamanlarıdır.” diye yazdı.
Ebrar Beyza Özcan’ın Hercümerç adlı blogunda ‘Babamdan Mektup Var’ başlığı ile paylaştığı mektup şöyle;
“Biliyor musun Ebrar, pek çok şeyin yanında şehrin kendine has sesini ve uğultusunu da özlüyorum bu mekanda. Seslerin giderek aynılaştığı ve tek düzeleştiği bir ortamda şehrin karmaşası bile sevimli görünüyor gözüme. İçimde bir yerlerde İstanbul diye fısıldayan biri var ve peşimi hiç bırakmıyor. Bu fısıltının eşliğinde odaklanıyorum koğuşun seslerine. Kulaklarımı kapatıp o sesleri bir kez de yüreğimle dinlemeye koyuluyorum. Sana şimdi yüreğime nakşettiğim o sesleri duyurmak istiyorum. Ranzada bu satırları yazarken “abiler yemek” diye sesleniyor alt kattan biri. Koğuş dünyasında istinasız her gün en az iki kez yankılanır bu ses. Karavana ile gelen öğle ve akşam yemeklerini herkesin tabağına eşit şekilde dağıtma işlemini bitiren arkadaşımızın sesidir duyduğumuz.
Hayatın dayattığı bütün hiyerarşilerden uzakta, mutlak eşitlik fikriyle yaşanan koğuş dünyasında, o eşitlik anlayışının en güzel sonuçlarından biridir yemek dağıtımı. Tabakların hepsine yemekler eşit dağıtılmadan kimse sofraya oturmaz, yemeğe başlamaz. Bazen yemek dağıtımını yapan kişi tabakların eşitliğinden emin olamazsa diğerlerinden yardım ister. Tabaklar hazır hale geldiğinde o güven verici ses duyulur: “Abiler yemek! ”
Böylesine sıkıntılı ve tahammülü zor bir hayat tecrübesini bile az da olsa normalleştiren, katlanılabilir hale getiren kendine özgü daha pek çok sesi vardır koğuş dünyasının. “Çay hazır!” onlardan biridir mesela. Bu hüzünlü ve kalabalık içindeki yalnız hayatın sakin tesellilerinden biri olmasından mıdır acaba, gün içinde en fazla duyduğumu sesin çay anonsları olması… “Çay çeyrek kala…”, “çay on geçe…”, “çay demleyelim mi?”, “çayı büyük demliyorum.”
Sabah 8’den akşam 10’a kadar böyle sürer gider çay anonsları. Çay içmek benim için ev halinin ve evde olmanın en güçlü işaretlerinden biri olmuştur yıllarca. Muhtemelen hepimiz için öyledir. O evde olma halini koğuş dünyasında yaşatabilmenin şimdi hepimize iyi gelen bir yanı var. Koğuşta en çok duyduğumuz seslerden biri de “sıcak su geldi” ve “banyo boş”tur. Günde iki kez ve ortalama 1,5-2 saat verilen sıcak su sebebiyle banyo saatleri çok kıymetlidir koğuş dünyasında. Kimsenin, o suyun bir dakika bile boşa akmasına tahammülü yoktur. Bazen duş alacak kimse olmadığında, sıcak su hala akmaya devam ediyorsa çoğumuzun bunu dert ettiğini görürüm. O anlar, elde yıkanacak çamaşırlar için fırsata dönüştürülür hemen. Koğuşta bazen gürültüden dertleniriz zira bu kadar dar alanda bu kadar kalabalık yaşamanın kaçınılmaz sonuçlarından biridir gürültü. Oysa koğuş dünyasının en zor ve çekilmez zamanları, o gürültülerin en aza indiği, kapının sadece yemek dağıtımı için açılıp kapandığı tatil zamanlarıdır. Dışardakilerin heyecanla beklediği, hayalini kurduğu, üzerine planlar yaptığı o uzun bayram tatilleri, ekstra verilen açık görüşleri saymazsak, şüphesiz koğuşun en çekilmez zamanlarıdır.
Hafta içleri hepimize hala hayatın bir parçası olduğumuzu hissettiren evrak akışları, dilekçe süreçleri, koğuş ahalisine küçük mutluluklar yaşatan manav ve kantin günleri, revir ve hastane çağrıları, kargo günleri ve kurum içi kurslar tatillerde aniden kesiliverir. Koğuş derin bir ıssızlığın kollarında bulur kendini. Hafta sonları artık kanıksanmıştır lakin o dokuz günlük tatiller yok mu… O anların yalnızlığı ile baş etmek hiç de kolay değildir bu mekanda.
Koğuş dünyasında en favori seslerimiz ise haftada iki kez kapımızdaki mazgaldan duyulur. Memurun okuduğu kapalı görüş listeleri ve telefon görüşü çağrısıdır bunlar. O sesin duyulacağı günü ve saati bilen koğuş ahalisi zaten kapının önünde birikmiş ve haftanın en ferahlatıcı sesini beklemeye başlamıştır. Koğuş seslerinin zirvesinde ise kuşkusuz aylık açık görüşü duyuran ve listeleri okuyan memurun sesi vardır. O sesi duyduğumuzda, zaten hepimiz o anın heyecanına kendimizi kaptırmış durumdayızdır. Buradaki dertlerin en sahici tesellisi ve umudun en güçlü destekçisidir, bizi açık görüşe çağıran memurun sesi…”