Türkiye'de hukukun infazı!
Av. MEHMET TAHSİN - TR724.COM
Yaklaşık iki haftadır Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, hepimizin gözü önünde son derece kötü bir tiyatro oyunu sergilendi. Meclis Başkanı, Adalet Bakanı ve milletvekilleri acemice rol kesti. Görünürde bir yasama faaliyeti yapılıyor ama gerçek öyle mi?
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra TBMM’nin hazırladığı Yasama El Kitabı’nın 41. sayfasında yer alan “Kanun yapım süreci nasıldır?” başlıklı bölümde şunlar yer alıyor.
1) Kanun teklifinin TBMM Başkanlığına sunulması
2) Teklifin komisyonlara havalesi ve komisyonlarda görüşülmesi
3) Komisyon raporunun Genel Kurulda görüşülmesi
4) Kanunun Cumhurbaşkanınca yayımlanması ve yürürlüğe girmesi
Halbuki uygulama böyle değil. Yeni sisteme geçildikten sonra TBMM’ye ait olması gereken yasama yetkisi fiilen Erdoğan’ın eline geçti.
15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL döneminde, meclisten geçirmeden yürürlüğe soktuğu KHK’larla ülkeyi yönetmeye alışan Erdoğan, OHAL sonrasında da aynı alışkanlığını sürdürdü. Ancak bu defa göstermelik de olsa bazı prosedürlerin yerine getirilmesi gerekiyordu.
En son ceza infaz sürelerinin yeniden düzenlenmesine dair yasanın hazırlanma şekli bunun bariz örneği.
Hatırlayalım… Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı Devlet Bahçeli, 2018 yılı mayıs ayında, organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’yı ziyaret etmiş, Çakıcı gibi isimlerin artık affedilmesi ve cezaevinden çıkarılmaları gerektiğini söylemişti.
Bu talep AKP tarafından olumlu karşılanmamış ve hatta o dönemde MHP ile küçük bir gerginlik bile yaşanmıştı. Nihayetinde o gün gündeme gelen af teklifi rafa kaldırılmıştı.
Geçtiğimiz yıl Aralık ayında yandaş medyada, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’le görüşerek infaz indirimine yeşil ışık yaktığı ancak 6 suça asla indirim yapılmaması talimatını verdiği haberleri yer aldı. Dikkatinizi çekerim; “Erdoğan’ın talimatı” deniyor haberde…
Aradan 1,5 ay geçtikten sonra 20 Ocak tarihinde Adalet Bakanlığının infaz indirimiyle ilgili çalışmalarını tamamladığı ve hazırlıkların Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulduğu haberleri çıktı.
Aradan yaklaşık 2 ay geçti yine gözle görünür bir gelişme olmadı. Ta ki Mart’ın son haftasına kadar. Dünyayı saran koronavirüsün, kapasitenin çok üstünde doluluğa sahip cezaevlerini de tehdit eder hale gelmesiyle konu tekrar gündeme geldi.
Abdülkadir Selvi’nin 26 Mart tarihli yazısından, infaz indirimiyle ilgili düzenlemenin, Erdoğan’ın Adalet Bakanı ve AKP grup başkanvekilleriyle telekonferans yöntemiyle yaptığı toplantıdan sonra şekillendiğini öğreniyoruz.
Nihayet 31 Mart günü AKP ve MHP’li iki vekilin imzası ile İnfaz indirimi yasa tasarısı, TBMM başkanlığına sunuldu.
İki partiyi temsilen iki vekilin bir yasa teklifi sunması son derece normal. Normal olmayan bu teklifin önce Saray’da hazırlanıp sonra herhangi bir vekil üzerinden meclise getirilmesi. “Cumhurbaşkanı denilince bize Allah gibi geliyor” diyen vekillerin olduğu bir meclisten söz ediyorum.
Saray’dan onaylı yasa taslağı hızla TBMM Adalet Komisyonuna geldi. Eskiden uzun tartışmalar sonucu iktidar ve muhalefetin üzerinde mutabakata vardığı metinler Genel Kurul’a gönderilirdi. Ama şimdilerde bu olmuyor. Çünkü Saray’dan gelen bir yasa tasarısı, AKP ve MHP’li vekiller tarafından “kutsal metin” muamelesi gördüğü için, -sayısal çoğunluğun da verdiği avantajla- virgülüne dokunulmadan komisyondan geçiyor. Ne kadar makul olursa olsun muhalefetin itirazlarının hükmü olmuyor.
Aynı metin şimdi de TBMM Genel kurulunda kabul edildi. Muhalefetin tüm itirazlarına rağmen, iktidarın sayısal çoğunluğa sahip olmanın avantajıyla geçti ve Cumhurbaşkanı’nın önüne gidecek. Doğal olarak Cumhurbaşkanı’nın kendi hazırlattığı bir yasayı onamama gibi bir durum söz konusu olmaz.
Sonra ne olur?
Muhalefet yasayı iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacak. Nitekim Ana Muhalefet Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, dün katıldığı bir televizyon programında bunu söyledi.
Birçok kişide AYM, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık gerekçesiyle yasayı iptal eder ve kapsamı genişletir, böylece şiddete bulaşmamış herkes bu düzenlemeden yararlanır iyimserliği var.
Ben bu ihtimali artık çok zayıf buluyorum.
Zira Erdoğan’ın yasama organı üzerindeki hakimiyeti yüksek mahkemede de fazlasıyla mevcut. Anayasa Mahkemesi’nin halihazırdaki yapısı bunu söylüyor. 16 üyeye sahip AYM’nin çoğunluğu, bu iktidar tarafından atanan üyeler.
Bu üyeler Saray’ı üzecek bir karar vermemeye titizlik gösteriyor. Hele ki konu cemaat olunca, anayasayı ve evrensel hukuku askıya almakta beis göremeyen bir yüksek mahkeme var karşımızda.
Özetle, Erdoğan yasama, yürütme ve yargının tüm fonksiyonlarını şahsında toplamış durumda. Her şeye o karar veriyor. Korona tedbirlerine, sokağa çıkma yasağına, okulların kapatılmasına hatta araçlara kış lastiğinin ne zaman takılıp ne zaman takılmayacağına kadar her şeye!..
TBMM ve AYM gibi kurumlar, onun aldığı kararları uyguluyor. Herkes durumun farkında ve birbirini idare ediyor. Rol kesiyor. Bu sayede koltuğunu muhafaza etmeye devam ediyor.
AVRUPA’NIN SAMİMİYETSİZ TUTUMU
Yeri gelmişken bu konuda Avrupa’nın tutumunu da samimiyetsiz buluyorum. Türkiye’yi hala hukuk devleti, OHAL komisyonu ve Anayasa Mahkemesinin etkili bir iç hukuk yolu olarak görmeye devam ediyor.
Gülen Cemaati’yle irtibat/iltisak iddialarıyla hayatları karartılmış pek çok ismin AİHM’in önünde bekleyen dosyalarının akıbeti meçhul. Halihazırda infaz süresini doldurdukları halde hala tahliye edilmeyen bazı gazetecilerin dosyaları AİHM önünde bekliyor.
Yapılan açıklamalar yasak savma kabilinden. AİHM Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi isimlerin uğradığı hak ihlalleri dışında şu ana kadar Gülen Hareketi mensuplarıyla ilgili bir ses vermemekte ısrar ediyor.
Öte yandan koronavirüs yüzünden herkes kendi canının derdine düşmüş durumda. Kimsenin Türkiye’de yaşanan drama bakacak takati yok. Erdoğan’ın da işine geliyor bu durum.
Bu yüzden, AİHM ve benzeri kurumları harekete geçirecek seslerin yükselmeye başlaması lazım.