Pasaport verilmesi, yenilenmesi, nüfus kaydı, doğum belgesi, noterlik gibi vatandaşlık hizmetleri artık yurt dışında sadece ‘makbul’ vatandaşlara sağlanırken, muhalif, eleştirisel ve aykırı düşünenlerden esirgenmeye başladı. Bu ise, yalnızca Türk yasalarının ve anayasanın çiğnenmesi değil, Türkiye’nin uymak zorunda olduğu ve bir anlamda anayasa hükmünde olan uluslararası anlaşmaların ihlali anlamına geliyor. Bu konuda artan şikâyetler farklı ülkelerden gelmeye devam ederken, uygulamanın nasıl şekil aldığı da elçilik ya da konsolosluklara göre değişiyor.
Rapor edilen vakalar arasında pasaportlara el koyma, yenilememe, iptal etme, noterlik işlemleri yapmama, doğum kayıtları almama gibi normalde sağlanması gereken vatandaşlık hizmetlerinin değişik gerekçelerle ret edilmesi var. Bazı konsolosluklar, hukuk geri geldiğinde yargılanma endişesi ile server arızası, bilgisayar bağlantısı gibi teknik mazeretler öne sürüp hizmet vermezken, ideolojik önyargılarla hareket eden konsolosluk görevlileri, açık açık başvuruda bulunan vatandaşlara bu hizmetlerin verilmeyeceğini söylüyorlar. Gerekçe ne olursa olsun, arkasında Ankara’dan gönderilen gizli bir genelge olduğu, bunun şifahi olarak takviye edildiği ve muhaliflerin hizmetten bir şekilde yararlandırılmaması ve mağdur edilmesi istendiği belirtiliyor.
ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERİN AÇIKÇA İHLALİ
Esasen, Türk elçilik ve konsoloslukları bu haksız uygulamalara imza atmakla 1963 tarihli Konsolosluk İlişkileri Hakkında Viyana Sözleşmesi’nin 5inci maddesine tanımlanan görev sorumluluklarını açık bir şekilde ihlal etmiş oluyorlar. Buna göre, konsolosluklarda çalışan görevliler, bu madenin d,e ve f bentlerine göre vatandaşlarına pasaport ve seyahat belgeleri düzenlemek, gerçek ve tüzel kişilere yardım etmek, ve noter hizmetleri sağlamakla yükümlüler.
Aynı şekilde, Türkiye, 1990 tarihli BM’nin “Tüm Göçmen İşçilerin ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme”nin bazı maddelerini de bu haksız ve ayırımcı uygulamaları ile ihlal ettiği ortaya çıkıyor. 2004’te Meclis tarafından onaylanan bu anlaşma Türkiye’de iç hukukun bir parçası ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarına sağlanan hizmetler için ek yükümlülük getiriyor. Bu anlaşmanın önemli bir tarafı da, Ankara’nın nasıl uyguladığına dair BM’nin sürekli denetim ve raporlamasına da açık olması. Anlaşmanın nasıl uygulandığını, ihlalleri ve şikâyetleri, Cenevre’de BM İnsan Hakları Komiserliğine bağlı olarak çalışan Göçmen İşçiler Komitesi (CMW) takip ediyor.
Bu konuda en son verilen 31 Mayıs 2016 tarihli raporda, Türkiye’nin bir dizi konuda eksik ve ihlalleri olduğuna vurgu yapılıyor. Rapor yayınlanmadan önce Türkiye’nin 8 Nisan 2016 da yazılı sorulara verdiği cevaplarda Ankara şöyle demiş: “Yurt dışında yaşayan vatandaşların statüsü ne olursa olsun, ister işçi/işveren isterse mülteci/sığınma talebinde bulunan olsun, vatandaşlık ve medeni statüleri, pasaport, noter hizmetleri bağlamındaki her türlü hizmetler Konsolosluklar ya da Büyükelçilik bünyesindeki konsolosluklar tarafından sağlanmaktadır.”
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER HEYETİ TATMİN OLMADI
Bir diğer deyişle, Türkiye BM’ye ayırım yapmadan her türlü hizmeti yurt dışındaki vatandaşlarına konsolosluklar vasıtasıyla sağladığını ifade ederken, yaptığı haksız ihlal uygulamaların üzerini örtmek istiyor. Türkiye’nin yazılı cevaplarına rağmen, BM Komitesi 15 Nisan 2016 da Filipinler Dış İşleri Bakanlığı eski müsteşarı Jose S. Brillantes başlığında toplanarak Türk büyükelçisi Mehmet Ferden Çarıkçı’yı yüz yüze dinledi. Türkiye’nin Cenevre’deki daimi temsilcisi, sözlü cevaplarında da BM uzmanlarının endişelerini gidermeye çalıştı ve Türk hükümetinin yurt dışında yaşayan göçmen vatandaşların sorunlarıyla yakından ilgilendiği ve izlediği iddiasında bulundu.
Bu toplantıdan iki hafta sonra kamuoyuna açıklanan nihai raporda, BM heyetinin tatmin olmadığı ve Türkiye’den elçilik ve konsolosluklar hakkında daha fazla bilgi talep ettiği görülüyor. Özellikle istatistiki verilerin ve hangi yardımların vakalarla örneklendirilerek kendisine verilmesini istiyor. Burada, yurt dışında konsolosluklar tarafından haksızlığa ve ayrımcılığa uğrayan vatandaşların üzerinde bir sorumluluk olduğu ortaya çıkıyor. O da statüleri ve durumları ne olursa olsun, uğradıkları haksız muameleleri detaylı bir şekilde, CMW heyetine veya BM İnsan Hakları Komiserliğine bunları bildirmeleri. Bu Cenevre’deki BM merkezine yapılabileceği gibi BM’nin ülke temsilciklere kanalıyla da yapılabilir.
Bu haksız ve ayırımcı uygulamalardan kadın, çocuk ve engelli Türk vatandaşların mağdur olması durumunda Türkiye, bir dizi diğer uluslararası sözleşmeler açısından da ihlal eden ülke konumuna gelmiş oluyor. Örneğin bunlardan bir tanesi Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Anlaşma (CEDAW). Bir diğeri Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi. Ayırımcılığa karşı sözleşmeleri eklediğinizde ve buna özellikle Türkiye’nin tam üye olduğu Avrupa Konseyi sözleşmelerini de koyduğunuzda Ankara’nın bu ihlalleri, demokratik bir ülke sıfatıyla sürdürmesi pek de mümkün görülmüyor.
VATANDAŞLIKTAN ÇIKARMA KARARININ ARKA PLANI
Bu yüzden olsa gerek, en son Kanun hükmündeki kararnamede Erdoğan vatandaşlıktan çıkarma hükmünü yerleştirip hem muhaliflerini korkutmak hem de bu sorunlardan sıyrılabileceğini düşünmüş olsa gerek. Ama vatandaşlıktan çıkarma uluslararası hukuk açısından çok olağanüstü bir uygulama olduğundan, bu uygulama da başlı başına çok farklı komplikasyonlar ortaya çıkararak Türkiye’nin başını ağrıtacak. Her halükârda, hukukun üstünlüğü ve demokratik prensipleri işletmediği sürece Türkiye uluslararası platformlarda preslenmeye, afişe edilmeye ve baskılanmaya devam edecek.
Bundan en çok rahatsız olan bana göre ideolojik körlük ve bağnazlık yaşayanlar dışında Türk diplomatları ve konsolosluk çalışanları. Ancak 500’e yakın dışişleri çalışanın idari ve adli soruşturmalar olamadan veya tamamlanmadan meslekten atılması ve hatta cumhurbaşkanı ve başbakanlara danışmanlık yapmış büyükelçilerin bugün hapiste iddianame bile düzenlenmediği halde tutsak edilmesi belli ki hepsini ürkütmüş durumda. Sessiz kalmayı tercih ediyorlar ve diğer ülkelerdeki meslektaşlarının zaman zaman yaptığı gibi protesto edip istifa etme onuru ve cesareti bile gösteremiyorlar. Bu da herkes gibi diplomatların da sınandığı bir zaman olarak tarihe kaydedilecek. Maalesef Türkiye’nin başarı hikâyesi kısa sürede nasıl bitirildiyse, o çok övündüğümüz yetenekli ve etkili Türk diplomatlar hikâyesi de belki burada noktalanacak.
(Abdullah Bozkurt, tr724.com)