“Onlara söyle ki; ancak Allah’ın fazlı, lütfu ve rahmetiyle ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” (Yunus Suresi, 58) buyuruluyor. Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu ayeti Yirmi Sekizinci Mektub’un Yedinci Meselesi’nde, bir tefsir mâhiyetinde şöyle ele almıştır: (Hizmet’e İlahi inayet sırlarından ‘Yedi Sebeb’in Birinci Sebeb’e dikkat edersek: “Birinci Dünya Savaşından önce ve öncelerinde sâdık bir rüyada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ, müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçalarını dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum vâlidem yanımdadır. Dedim ‘Ana korkma! Cenab-ı Hakkın emridir; O Rahîm ve Hakîm’dir.’ Birden o halde iken mühim bir Zât (Hz. Ali) bana emrederek diyor ki: ‘İ’câz-ı Kur’an’ı beyan et!’ Uyandım, anladım ki: Bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılaptan sonra, Kur’an’ın etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an kendi kendini müdafaa edecek. Kur’an’a hücum edilecek; İ’cazı (mucizeliği), Onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu İ’cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzed olacak Namzed olduğumu anladım.” diyen Üstad Hazretleri’nin anlattığı bu olayın olduğu yer Ağrı Dağının altı…
Bu dağ, Nuh Aleyhisselam zamanındaki meşhur tufan hâdisesinin gerçekleştiği yer. Nuh Aleyhisselama gelince, insanlığın ikinci atası yani bir nevi İkinci Âdem… Tufan da insanlık tarihinde hiç unutulmayan, hem semâvî dinlerin Mukaddes Kitaplarında, hem de semavi olmayan dinlerde anlatılan cihan çapında bir hadise… İşte Üstad burada Ağrı Dağının altında bulunuyor. Birden dağ müthiş infilak ediyor. Dağlar gibi parçalarını dünyanın her tarafına dağıtıyor. O dehşet içinde annesini yanında görüyor ve ona “Anne korkma bu Cenab-ı Hakkın emridir, O Rahîm ve Hakîmdir.” diyor. Bir de bakıyor ki, mühim bir zat kendisine “Kur’an’ın mucize oluşunu beyna et” diye emrediyor. Bundan sonra uyanıp anlıyor ki: Bir büyük infilâk olacak. O infilak ve inkılaptan sonra, Kur’an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’an, kendi kendini müdafaa edecek Kur’an’a hücum edilecek; onun mucize oluşu, çelik bir zırhı olacak. Kur’an’ın pek çok mucizelik yönlerinden bazılarını, şu zamanda kendisi izhar edip açıklamak üzere namzet olacak... Evet bu mühim hizmete namzet olduğunu anlıyor...
Demek ki, Nuh Tufanı gibi bütün insanlığı alakadar eden bir olay olacak. Önce Kur’an etrafındaki koruyucu surlar kırılacak. Yani İslamın ve Kur’an’ın bayraktarlığını yapan Osmanlı Devleti parçalanacak. Kur’an, artık cihangir bir devlet koruması altında değil; bizzat mucizelik gücüyle kendi kendini müdafaa edecek... Hatta cihana meydan okuyacak. Onun harikalığı bütün cihana haykırılacak... Elbette bu ağrısız acısız bir olay olmayacak. Onun hizmetkarları dertli sancılı insanlar olacak. Ama anne şefkati gibi bir himayeyi her zaman yanı başlarında bulacaklar... Kur’an’ın mübelliğ-i azamı Hz. Muhammed Aleyhisselam için vaad edilen: “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” teminatı Kur’an ve iman hizmetinde olanlara da olacaktır. Onlar Rahîm ve Hakîm ismine mazhar olacak, bütün işlerini, hikmetle, uygun stratejilerle ve Allah’ın engin rahmet ve şefkat gözetlemesi altında yürüteceklerdir.
Kur’an’ın mucizeliğini beyan etmesini Üstad’a söyleyen zat, (kanaatimce) Hz. Ali Efendimizdir. Çünkü Üstad eserlerinin çok yerinde ona “Üstadım”, diyor. Hz. Ali (R.A.) Celcelûtiye isimli kasidesinde de hem Bediüzzaman Hazretlerine hem de Risale-i Nurlara işaretler ediyor. Bazı mühim zatların rüyasında da Hz. Ali (K. Vecheh), tomar tomar yazılmış Risaleleri, Bediüzzaman Hazretlerinin kucağına koyuyor. Yani kaynağın bizzat kendisi olduğuna, Bediüzzaman’ın ise hem bir talebesi ve hem de evladı olduğuna işaret ediyor...
Gerçekten de ülkemiz, Kur’an’ın bu ikinci mühim intişarında dünyaya merkezlik yapmaktadır. Cihanın gözü, bilhassa bundan sonra, Hz. Nuh’un tufanın gerçekleştiği, Hz. İbrahim’in dolaştığı, (büyük bir ihtimalle) Hz. Meryem’in kabrinin bulunduğu Anadolu topraklarına çevrilecek, aç ve muhtaç oldukları maneviyat ile ilgili her türlü güzelliği buralarda bulacaklardır. Dünyaya, İslâmiyetin insaniyet yönünü, kendine has rikkat ve derinlikle gülümseyerek takdim eden Anadolu insanı, artık insanlık için tam bir matmah-ı nazar olacaktır. Öyle sanıyorum ki, biz henüz daha işin başında ve emekleme safhasındayız.
Yukarıdaki bana ait yorum, 2012 senesine ait… Evet, biz henüz daha işin başında emekleme safhasındayız… Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi aslında 1993’ten itibaren Hizmet gönüllülerinin dünyaya dağılmasını tavsiye etti: “Bir milyon insanımız çıksın…” Sonra “On milyonumuz çıkıp dünyaya dağılsın. Bir tohum gibi cihana saçılsın. Tohumun sırrı toprakta çözülür. ” dedi. Yani tohum gibi dünyaya saçılan insanlarımızın sırrını gittikleri toprakların insanları anlar. “İslamiyetin insaniyet-i kübra olan gerçek ve asıl insanlık güzelliklerini sizin yaşayarak temsil etmenizle anlayacaklar.” demek istedi. Bu tavsiyeyi belki tam anlamadık ama, yince Cenab-ı Hak bu sefer inâyet-i İlâhiyesini cebr-i lütfi şeklinde tezâhür ettirdi…