ABDULLAH AYMAZ
Hadis-i şerif “Her yağmur damlasıyla beraber bir melek vardır” buyurur. O melek o yağmur ve kar tanesinin tespihini şuurlu bir varlık olarak temsil eder. Güneşi de temsil eden bir melek vardır. Hadis-i şerif, Güneş’in her akşam arşa gidip secde ederek geri geldiğini ifade eder. O gidip gelen Güneş’te görevli ve onu temsil eden Şems isimli melektir. Yağmur katresini mini mini bir melek temsil ediyorsa, Güneş’i temsil edeni elbette azametli olacaktır. Arzda da denizler ve karalar olarak temsil eden Sevr ve Hut namında iki melâike vardır.
Aynı şekilde Kur’an surelerinin de müekkelleri ve mümessilleri vardır; Muhyiddin İbn-i Arabî’nin Fütuhât-ı Mekkiyye isimli kitabının Bulak baskısında şunlar anlatılmaktadır: İbn-i Arabî şöyle ifade ediyor: “Bir vakit ağır bir hastalığa yakalandım ve ölmekte olduğumu zannettirecek kadar derin bir baygınlığa gömüldüm. Önce bana saldırmaya çalışan korkunç suretli kişiler, ardından da çok hoş bir râyiha yayan asîl ve kudretli bir kimsenin beni onlara karşı savunduğunu ve nihayet onlara galebe çaldığını gördüm. ‘Kimsin?’ diye sordum. ‘Ben Yâsin Suresi’yim ve seni koruyorum’ cevabını verdi. Sonra kendime geldim ve babamın (Allah rahmet eylesin) başucumda gözyaşlarıyla beklediğini gördüm. Yâsin Suresi’nin tilavetini bitirmek üzereydi.”
Tayy kabilesinde cömertliğiyle dillere destan Hâtem-i Tâî’nin torunu olan Muhyiddin İbn-i Arabî’nin önceki kuşakları arasında da aynı mânevî temâyüller eksik değildi. En azından amcası Ebu Muhammed Abdullah bin Muhammed Arabî et-Tâî ve dayıları Ebu Müslim el-Havlanî ile Yahya bin Yuğan, manevî nitelikleriyle temâyüz etmiş şahsiyetlerdendi.
Muhyiddin İbn-i Arabî’yi genç yaşında derinden etkileyen, hiç şüphesiz amcası Ebu Muhammed Arabî olmuştur. Bu şahıs, velayetin evrensel tarihindeki sert ve keskin tevbelerin en tipik misalini sunmaktadır. Daha önce pek bir takva ve zühd eğilimi sergilememiş bir insan, aniden kelimenin en muhkem mânasıyla ‘ihtidâ’ eder. Şöyle ki: Bir gün genç bir çocuk, bu yaşlı adamın eczanesine girerek bir ilaç sorar. İbn-i Arabî’nin yaşlı amcası çocuğun ilaçlar konusundaki cehâletini alay konusu yapınca, erken bir mânevî inkişafa sahip olmuş o genç, ‘Ben ilaçları bilmemekle herhangi bir şey kaybetmiyorum ama sen şu yaşlı halinle Allah karşısında gaflet ve inatçı itaatsizliğinle nasıl bir helâket içinde olduğunu biliyor musun?’ der. Bu ifade İbn-i Arabî’nin yaşlı amcasına derhal tesir eder. Bu gencin hizmetine girmesine vesile olur. Üç yıl sonraki ölümüne kadar kendini ibadete verir… Bu üç yıl zarfında yüksek bir velâyet derecesine ulaşır.
Muhyiddin İbn-i Arabî diyor ki: “Amcamın evinde otururken ‘Seher vakti girdi, şafak söküyor!’ derdi. Nihayet bir gün ‘Nasıl olup da bunu bilebiliyorsun’ diye sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Evlâdım, Allah, her gün Arş’ından bir Cennet rüzgarı gönderir bu tatlı nesîm, her gerçek müminin onu teneffüs edeceği şekilde şafağa yayılır.”
İbn-i Arabî’nin üstadlarından birisi de Fâtıma bintü İbni’l-Müsenna idi. Tam bir fakirlik içinde hayatını sürdürüyor, İşbiliyelilerin onun kapısının önüne bıraktıkları artıklarla besleniyordu. İbn-i Arabî ve başka iki talebesinin kendisi için sazdan bir kulübe yapmaya giriştikleri güne kadar hiçbir evi olmamış gibi gözükmektedir. 90 yaşın üzerinde olan bu hanımın temel ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayan, Fatiha Suresi (Bu sûrenin müekkeli) idi. (Claude Addas. Muhyiddin İbn-i Arabî, Kibrit-i Ahmer’in Peşinde)
Fâtiha Sûresi’nin bir isminin de Şâfiye Sûresi olduğunu biliyoruz. Şifaya vesile olan bu sûrede, 29 Sûre’nin başında bulunan Elif Lâm Mîm, Yâ Sin gibi huruf-u mukattaa (yani tek tek, kesik kesik okunan harfler bulunmaktadır.) Bu 14 harfin hepsi de bu mübarek sûrede vardır. Onun için onun hikmet ve feyizleri bitmez.