Yıllardır Kayseri’de Kur’an Kursu hocalığı yapan Mehmet Yıldız, İsviçre’nin Zürich şehrinde yeni tip Koronavirüs'e (Covid-19) yakalanmıştı. 33 gündür hastanede tedavi gören Mehmet Yıldız uzun süredir komada uyutuluyordu.
Geçen hafta vefat eden Yıldız ile aynı ismi paylaşan Yıldız’ın yeğeni Mehmet Yıldız bir makale kaleme aldı.
İşte o yazı:
“Gelir bir bir, gider bir bir, kalır bir;
Gelen gider, giden gelmez bu bir sır.”
***
Zaman nasıl da çabuk akıyor; yıllar, asırlar sanki bir güne sığmış gibi zaman durmuyor. Ama nafile, elimizde kalmadan kaçıp gidiyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar insan. Halbuki ansızın gelir ölüm. Sessiz gelir ama ses getirir. Çünkü ölüm büyük bir hakikattir.
Zayıftır insan ama kendini güçlü zanneder. Zaafın paletleri altında kaldığı zaman
fark eder taşın sert olduğunu, suyun boğduğunu ve ebedi zannettiği dünyanın fani olduğunu.
Niceleri gelir ve gider kimsenin ruhu duymaz. Kimileri iz bırakır da, bıraktığı izin büyüklüğünü güzelliğini bilmeden göçüp gider bu alemden.
Yüce ve yüksek bir mefkûreye dilbeste olmuş ruhlar kendileri için yaşamazlar. Adanmış ruhlardır onlar. Dertleri vardır, davaları vardır onların. Ötelere uzanan ayakları yerdedir ama ruhları göklerdedir. Her an insanlığa hizmet vardır onların zihninde. Allah’ın rızasını kazanma peşindedirler.
Keşke tatlı bir su kaynağı olabilsek, çevremizi de lâlezara, gülistana çevirsek diye düşünürler. Bahtiyardır o kimseler ki, yanlarına gelenler susuzluklarını giderirler, karamsarlıklarını bırakıp ümitle şahlanıp giderler. Bu aydınlık ruhların yanına uğrayanlar bir anda ışık hüzmeleriyle sermest olurlar.
O güzel insanlar ruhlarında mayaladıkları güzellikleri çevrelerine aheste aheste bırakırlar. Her an ötelerle irtibatı vardır. Beslenme kaynakları zülal misal tertemiz pırıl pırıldır. Vahyin gölgesi altında hareket ederler ve o tertemiz kaynaklardan aldıkları hakikatlerle yol alırlar. Geçtikleri yolları aydınlatıp geçerler.
‘Bir Yıldız’ kaydı aramızdan sessizce yine. Dolu dolu bir hayat yaşadı. Çocukluğumuzdan itibaren hep beraberdik. Kur’an‘a, nurlara ve pırlantalara aşıktı adeta. Gaye-i hayaliydi bunlarla dolmak, doymak ve doyurmak. En büyük keramet istikamettir fehvasınca müstakim yaşadı. Evet uzun süre Kayseri’de bulunmuş, gece gündüz demeden koşturmuş Mehmet Yıldız’dan bahsediyorum.
Çağlayanlar misali hep aktı, coşa coşa aktı, yerinde duramayan bir fıtratı vardı. Yurt içinde ve yurt dışında programlar, organizasyonlar düzenledi. Başkalarına yardım etmek onda adeta bir tutku haline gelmişti. Eli nerelere uzanmadı ki belki yurdumuzun dört bir köşesine vesile oldu. Hayır yapmak isteyenlere rehber oluyordu.
Onu daima dertlenirken, düşünürken, koştururken görürsünüz. Ama yüzünden de tebessüm hiç eksik olmazdı, ümit bahşederdi hep etrafına, güller saçardı çevresine. Onu umrede görecektiniz tavaf ederken. O gür sesiyle okuduğu duaların, Kâbe’nin bağrında nasıl yankılandığını, yer yer gözyaşlarıyla inlediğini, Kabe örtüsüne yapışıp insanlık için gözyaşı döktüğüne şahit olacaktınız.
Boyluydu, posluydu ama hakikat karşısında hep boyun büküp diz çökmüştü. O da nasibini almıştı zulüm fırtınasından, kasırgasından.
Hicret etmeye mecbur kalmıştı. Güney Afrika, oradan Mozambik derken İsviçre’de son bulmuştu hicret yolculuğu. Ve bir hesap daha ahirete kalmıştı.
Kader onu İsviçre’ye yönlendirmişti. Çünkü orada Cenabı Hakk’ın yaptıracağı çok güzel işler vardı. Kendi ifadesi ile cennetten önce son duraktı.
İlk muhacirlerden biriydi. Yalnızdı ilk günlerde ama hiç yalnızlık hissetmedi. Hemen ellerini kollarını sıvadı, üç sene içerisinde dokunmadığı kimse kalmadı. Adeta evi Ebu Talha‘nın evi gibiydi. Oraya giden muhacirler o mütevazi evden geçiyorlardı ilk önce. Ne zaman arasam ya misafir ağırlıyordu ya da muhacir ziyaretine gidiyordu. Her muhacirin derdi ile yakından ilgilenirdi. Çocuklarına öğretilmesi gerekenleri öğretmeye çalışıyor, yerli olanlara günlerce uğruyor, onlarla duygularını paylaşıyordu. İyilik adına dokunmadığı kimse kalmamıştı sanki.
Vefatıyla beraber duyduklarım beni çok heyecanlandırdı. Gıpta ettim, imrendim adeta. Her gelen o kadar güzel şeyler anlatıyordu ki, nasıl bir hayat yaşamıştı. Hakikaten bir yıldız gibiydi, Aramızdan ayrıldı gitti arkada bizleri gözü yaşlı bırakarak.
34 gün yoğun bakımda uyutularak kaldı. Son anlarını yaşıyordu son nefesini vermek üzereydi hastaneden son bir görüşme için aileyi davet ettiler vücudu direniyordu, sanki son bir şey duymak istiyordu.
Nihayet kıymetli eşi Betül Hanım‘ın aklına Kur’ân aşığı eşi ile ilgili bir fikir geldi. Çok uzak biz diyarda bulunan oğlunu aradı. Kendi gibi mazlum ve mağdur olan evladına: Oğlum baban belki de Yasin bekliyor“ dedi.
Oğlu uzaklardan Yasin okumaya başladı titrek titrek sesiyle. ‘Sadakallahül Azim’ dedi. Bir müddet sessizlikten sonra doktorlar başınız sağ olsun eşiniz demek ki sabahtan beri bu anı bekliyormuş dediler.
Gurbette bir küheylan daha okunan bu Yasin’i şerifle birlikte ruhunun ufkuna yürümüştü.
Son yıllarında sünnet namaz kılarken dahi hep hatim indiriyordu. İyi, samimi, aksiyoner ve mütevazi bir mümindi.
Dün bir dostu aradı haberleri yokmuş vefatından. Arayan dostun hanımı bir hafta evvel rüya görmüş cennetin bahçesinde bağdaş kurup oturuyormuş, hiç sorgu sual olmadan buraya geldim demiş. Dolu dolu bir hayat yaşadı. Yaşatma sevdasıyla yaşadı. Öz vatanından uzaklarda gurbette ruhunu Allah’a teslim etti.
Ruhu şad olsun. Mekanı Firdevs olsun.”