PROF.DR. MUHİTTİN AKGÜL- SAMANYOLUHABER.COM
Muhterem müellifle yakından tanışıklığım, kendilerinin Diyanet İşleri Başkanlığında Müfettiş, benim de vaiz olarak çalıştığım 90’lı yılların başlarında oldu. Muhterem Suat Yıldırım Hocamızın yakın arkadaşı olması ve benim de o tarihlerde Marmara Üniversitesinde doktora yapıyor olmam hasebiyle, Ankara’ya gittiğinde uğrayıp çayını içebilirsin demişti. Ben de iki ya da üç defa Başkanlığa uğradığımda ziyaret etmiş, çayını içmiştim. Kendisindeki asalet, incelik ve nezaketi ilk görüşte farkedeceğiniz bu değerli insanla aramızdaki yaş ve makam farkına rağmen şahsıma akran bir arkadaş gibi davranışını, yakından ilgileniş ve kapıya kadar da uğurlayışını hiç unutamam. Ondaki bu fıtri tebessüm, candan ve içten ilgiye olan tanıklığım sonrası bende oluşturduğu devasa etkiyi tarifim mümkün değildir. Gerçekten o ilk görüşmede muhatabımın sadece ülkede değil dünyada da sık karşılaşamayacağım bir şahsiyet olduğuna kanaat getirmiştim.
Yıllar sonra Ankara’ya Kutlu Doğum’la ilgili bir panele davet edildiğimde, bu defa panele, kendisini TRT ekranlarından tanıdığım Prof.Dr.Hayrani Altıntaş’la beraber teşrif etmişlerdi. Hem muhterem müellif Fikret Sönmez Beyi, hem de hocamız konumunda olan Hayrani Beyi salonda en ön sırada oturuyor görmek doğrusu beni biraz tedirgin etmiş, utanmış ve varlıklarının verdiği manevi baskı ve sıkıntıdan şimdi ne yapacağım demiştim. Fıtrat olarak arkadaşlarımın ve bana hocalık yapmış kimselerin yanında en bildiğim konuları bile anlatmaktan genellikle utanırım. Bu belki de biraz yetiştiğimiz aile ortamı, sosyo-kültürel çevre ve bölgeden kaynaklanıyordu ama bu tutumumu da maalesef bu kadar sene geçmesine rağmen çok kıramadım. Bununla birlikte içten gelen bir mahcubiyetle kendimin bir talebe, dinleyen büyüklerimin de hocalarım olduklarını ve kendilerine ders takriri yaptığımı varsaymalarını söylediğimi bugün gibi bile canlı bir şekilde hatırlıyorum.
Müellifle ilgili bu kısa girişten sonra elime yaklaşık iki ay önce ulaşan kıymetli eseri hakkında bir kaç hususa dikkat çekmek isterim. Muhterem Fikret Sönmez Bey bu kıymetli çalışmasını imzalamış ve adresime kargoyla gönderme nezaketinde bulunmuştu. Yoğunluğumdan hemen değerlendirememiş, dolayısıyla biraz gecikmişti. Süreyya Yayınlarından çıkan 231 sayfadan müteşekkil bu değerli eser, Müellifin 43 yıllık bir emeğinin mahsulüdür. Adeta bir arı gibi çiçek çiçek konup çeşit çeşit polenleri toplamış, çiçeklerin tamamının adreslerini de vererek saf bir bal tadında okuruna sunmuştur.
Kitabın hazırlık sürecinde pek çok bilim insanının başına geldiği gibi ülkedeki dikta rejimden kaçmak zorunda kalmış ve dolayısıyla eserini oluşturduğu kaynaklardan da mahrum kalmıştır. Zira kütüphanesinin bir kısmını bazı vakıf ve üniversitelere hediye etmesinin yanında, bir kısmı da bu asırda utançla anacağımız bir şekilde mahsur kalmıştı. Sincan cezaevi, malum rejim tarafından uydurulmuş suçlardan dolayı ağırlaştırılmış müebbetle yargılanma, tahliye, yarı açık cezaevinden ölümü de göze alarak 80 yaşında hicret yolculuğu, Atina, Almanya’da kamp hayatı ve derken oturum alarak evine yerleşmiştir. Mevlam ömrüne, uzun ve sağlıklı nice nice bereketli yıllar nasip etsin.
Bu kıymetli esere hem kendisine kaldığı kampta şahitlik etmiş Alper Bey, hem de kendisiyle uzun yıllara dayanan derin ve yakın dostluğu bulunan Muhterem Suat Yıldırım Hocamız da oldukça kıymetli takdim yazıları lütfeylemişler.
Tasavvuf aslında Kur’ân’ın ete kemiğe bürünerek yaşam haline gelmiş şekli, İslam’ın özü ve ruhudur. Kalbi ve ruhi hayat ve ideal insan ufku demektir. Onu şimdiki bazı şarlatanların düşürdüğü manzara açısından değerlendirirseniz yanlış noktalara sürüklenirsiniz. Daha da ötesi tasavvuf, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ashabının yaşadığı ideal mü’min hayatıdır diye de niteleyebiliriz.
Tasavvufun ana gayesi, insanın kalbi ve ruhi hayatını yükseltilmesi, kalbin arındırılması ve ruhun da kendi öz kaynaklarına yönlendirilmesidir. Tasavvuf, insanın melekî yönlerinin geliştirilmesi, aklında, ruhunda ve sayısız latifelerinde mündemiç derin iman ve maneviyatın keşfedilip açığa çıkartılmasıdır. Bu da, sadece ibadetle sınırlı kalmayıp, kulluk bilincinin derinleştirilmesiyle gerçekleşir. İnsanın tabiatındaki önemli bir yön olan maneviyat (ruhanîlik), ikinci bir fıtrat haline getirilerek dünyanın geçici yüzüne ve dünyevi arzulara bakan yönüne karşı cihatvari direnişi veya daha dikkatli yaşamasını sağlar. Böylelikle de insan gerçek yolunu bulur, ukbâya ve ilâhî isimlere yönelir. Varlıkla bütünleşir, varlığa Esma-i Hüsna penceresinden bakar, kainatı bir meşher-i İlahi olarak okur, Kur’ân âyetleriyle, kainattaki sayısız ve sınırsız kevnî âyetleri beraberce mütalaa eder, afak ile enfüsü kaynaştırır ve bununla gerçek takvayı da yakalamış olur.
Müellif oldukça açık ve samimi bir üslupla, çoğu kez adını duyduğumuz ancak halk arasındaki yanlış kullanımlardan ya da kulak dolgunluğundan farklı anlamlar çıkardığımız tasavvufi terimleri, alfabetik olarak ele almış, konuyla ilgili İmam Gazali, Abdülkadir Geylâni, Muhyiddin ibn Arabi, Molla Cami, Mâverdi, A. Cîlî, Bediüzzaman Said Nursî, Arvasi ve Kalbin Zümrüt Tepeleri gibi alanlarında meşhur ve makbul kaynaklardan almış ve okura adeta bir süt gibi hazır hale getirerek sunmuştur.
Çalışma üslup açısından kolay ve zevkle okunduğu gibi, alfabetik dizim yönüyle de aranılan kavramı bulmak oldukça kolaydır. Diğer bir ifadeyle, şekilsel açıdan da okurun işini oldukça kolaylaştıran bir çalışmadır. Adeta bir rüya ansiklopedisi gibi yanınıza koyup, aklınıza geldikçe açıp okuyacağınız bir baş ucu eseridir.
Ele alınan kavramlar aslında sadece tasavvufun değil, zaman zaman Kur’ân’ın, tefsirin, fıkıh, hadisin, kelam, edep ve ahlakın da konularıdır. Bu açıdan da her yaş ve gruptan, her zevk ve ilgi alanından okuyucunun dikkatini çekecek çok yönlü bir eserdir.
Muhterem Müellifi tebrik ediyor, bereketli geçen ömründe, özellikle de ülkenin son 60 yılında meydana gelen olayların canlı bir tanığı olması, pek çok ilim, fikir ve devlet adamını da yakından tanıması hasebiyle, tıpkı yakın ve samimi dostu ve arkadaşı Suat Yıldırım Hocamız gibi hatıratını da kaleme alması dileklerimizle.