Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarından oluşan 19 kişi hakkında “PKK, sözde FETÖ ve DHKP-C’ye müzahir oldukları” iddiasıyla açılan davanın görülmesine hafta başında başlandı.
Medyaya yansıdığı kadarıyla yapılan savunmalara bakıyorum, Cumhuriyetçiler PKK ve DHKP-C’ye müzahir olmaktan daha çok, “FETÖ” diye bahsettikleri Gülen Cemaatine müzahir olma konusuna çok tepkililer. Gerek Cumhuriyet yazar ve yöneticileri gerekse medyadaki destekçileri, Cemaati karalama yarışına girmiş vaziyette. Cumhuriyetçilerin PKK ve DHKP-C’ye müzahir olup olmadıklarını bilmiyoruz ama Gülen Cemaatine müzahir olma konusunda savcılar hayal güçlerini fazla zorlamış diyebiliriz. Zaten Cumhuriyetçiler de bunun aksini ispatlamak için kendilerini savunmaktan daha çok ha babam Cemaate saydırıyorlar.
Cemaate mesafeleri açısından şu günlerin AKP’sinden pek de farkları olmayan Cumhuriyet ekibinin tek iyi yanı basın özgürlüğü, insan hakları ve hukuka saygı konusunda Erdoğan ve AKP’den biraz daha hallice olmaları. O da şimdilik. Bu davanın 1 numaralı sanığı Can Dündar’ın Zaman yazarları için 3’er müebbet istendiği iddianame ortaya çıktığı zaman attığı tweet’e, bizim Barbaros Kartal’ın “Sizinle bizi aynı örgüte terörist diye yazan adaletsizliğe tüküreyim” demesi unutulmaz.
14’ü mahalleden 17 tanık
İddianamede Cumhuriyetçilerin işledikleri suçların (!) 17 tanığı var. 12 tanesi içeriden, Cumhuriyet muhabirleri veya vakıf yöneticileri. Cumhuriyetçilerin bu tanıklara pek itirazı yok ama Cem Küçük, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce’nin tanık olmasına çok bozulmuşlar.
Önceki gün mahkemenin hâkimi ile Cumhuriyet gazetesi icra kurulu başkanı Akın Atalay arasında Hüseyin Gülerce diyaloğu geçti. Atalay, “Bizim davamızda tanıklar Cem Küçük, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce… Bu seviye ve kalitede yürütülen soruşturmada 9 aydır tutukluyuz” diye tepki gösterince mahkeme başkanı, “Bunların bir kısmını tanık olarak çağıracağız. Gülerce’yi değil tabii. Dışarıdan dedikodu mahiyetinde olanların hukuki değeri yok” deyivermiş. Ertesi gün Sözcü mahkeme başkanının bu cümlesini manşete çekmişti.
Mahkeme başkanı iddianameyi okumadı mı?
Ne anlıyorsunuz mahkeme başkanının bu cümlesinden? Hüseyin Gülerce gibilerin (gibilerin derken sanırım Latif Erdoğan ve Cem Küçük’ü kastediyor) söylediklerinin hiçbir hukuki değeri yoktur. İyi de o zaman bu isimlerin tanık olarak iddianamede işi ne? Mahkeme başkanı iddianameyi okumadı mı yoksa? Okuduysa bu iddianame kendi mahkemesine sunulduğu zaman, “dedikodu mahiyetinde olan bu beyanların hukuki değeri yok” diyerek neden iade etmedi. Bu yetkisi vardı çünkü.
Aslında tespit çok doğru. Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan ve Cem Küçük’ün iddialarının dedikodudan öte bir değeri yok. Tanıkların beyanlarında sıkça geçen, “duydum, tahmin ettim, düşünüyorum vs” şeklinde tahmin ve yorumlardan ibaret beyanların delil olarak kabul edilmesi zaten saçma. Örneğin Cem Küçük’ün “Medya sektöründe çalışan herkes bilir ki Cumhuriyet gazetesi FETÖ nün gizli yayın organıdır” ifadesi, Hüseyin Gülerce’nin STV’de Taraf’a senet karşılığı para verdikleri iddiası ve bundan hareketle “Taraf’a verdilerse kesin Cumhuriyet’e de vermişlerdir…” çıkarımı, Latif Erdoğan’ın baştan sonra dedikodu, tahmin ve yorumlardan ibaret iddialarını savcıların neden ciddiye aldığını anlamak zor. Savcılar, suçlamak için gazetecilik faaliyetlerinden başka delil bulamayınca bu adamların dedikodularına sarılmış olmasından başka izahı yok.
Kadrolu iftiracılar
Hüseyin Gülerce ve benzerleri yaklaşık 2,5 yıldan bu yana ifade vermeye doyamadılar. (İddianameler ve eklerinden takip edebildiğimiz kadarıyla Gülerce 23 Ekim 2014, 07 Mayıs 2015, 09 Eylül 2015, 24 Ocak 2016 ve 20 Aralık 2016 tarihlerinde ayrı ayrı ifade vererek benzer iddiaları tekrarlamış.) Bir yandan emniyet ve savcılıklarda devam eden soruşturmalara yön verecek ifadeler verirken diğer yandan gündüz gazete köşelerinde gece televizyon ekranlarında aynı iftiraları tekrarladılar. Anlattıklarının bir kısmı kendi dönemlerinde yaptıkları işler, bir kısmı da tahmin ve çıkarımlardan ibaret. Bunların hali yukarı mahallede söylediği yalana aşağı mahallede kendisi inanan dedikoducu mahalle karılarından farksız. Savcıların tanık beyanı diye iddianamelere koyduğu kısımlar da nedense bu dedikodu kısımları.
Gülerce’nin, 18 yıl önce kısa süre başında bulunduğu, onu da çoğu zaman Yalova’daki evinden yönettiği Zaman Gazetesiyle ilgili anlattıklarının bir kısmı doğrudan kendini ilgilendiriyor. Eğer ortada bir suç varsa öncelikle kendisinin hesabını vermesi gerekir.
Diğer yandan Cemaatin içindeyken kendisini Cemaatin sözcüsü yerine koyup girdiği angajmanların, dolayısıyla kırdığı cevizlerin haddi hesabı yok deniyor. Mesela Zaman’ın başından ayrıldıktan sonra Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla ne görüşüp ne sözler verdiği, Hizbullah resmi temsilcileriyle kendi evinde ne görüşüp ne sözler verdiği, bu aralar nedendir bilinmez coştukça coşan Cübbeli Hocayla tek başına ne görüşüp ne sözler verdiği hala tartışılır.
Bunlardan bir tanesi de Metro Turizm’in sahibi Galip Öztürk’le yaptığı görüşme. 2012 yılında bir gazetede üç gün üst üste manşet olunca neler konuşulduğunu öğrendiğimiz bu görüşmede Cemaat adına Galip Öztürk’ten rüşvet istediği iddia ediliyor. Gazete yönetimi 3 gün üst üste manşet olan haber üzerine kendisini arayıp bir açıklama yapmasını istediği zaman Gülerce, “Evet öyle bir görüşme yaptım ama kesinlikle para istemedim, siz bir açıklama yazın benim adıma gönderiverin” der. Bugünlerde hem Galip Öztürk hem Gülerce, Saray’ın kanatları altında işlediği suçları örtbas etme çabasında. Öyle bir görüşme oldu mu ve öyle bir para istendi mi? Şimdi kendi aralarında görüşüp halletsinler artık!
Bütün bu olanlardan anlaşılan, Gülerce aslında ta o günlerde kimin adına yaptığı belli olmayan ama hepsi de tek başına yaptığı bir dizi görüşmede, Cemaatin yoluna mayın döşemiş adeta.
Cemaat aleyhine konuşunca muteber, başkaları aleyhine konuşunca dedikoducu
Sorun şu ki Gülerce gibilerin iftiraları Saray savcıları tarafından ciddiye alınarak masum insanlar suçlanıyor.
Peki CHP, Hürriyet, Cumhuriyet ve Sözcü tayfası Gülerce’nin Gülen Cemaati aleyhine anlattıklarına inanıp da kendileriyle ilgili iftiralara tepki göstermelerine ne demeliyiz! On binlerce insan Gülerce gibilerin attıkları iftiralar yüzünden cezaevlerinde işkence altında inliyor. Kendilerine gelince ‘parkeci, pideci davası’ diyerek itiraz edenler aynı yöntemin başkalarına uygulanması karşısında kıllarını kıpırdatmıyor.
Aydın Doğan’ın adamları farkında değil sanırım, aynı iddianamede geçen Gülerce’ye ait şu cümleler Cumhuriyet’in başına gelenlerin Doğan Grubu’nun da başına geleceğinin habercisi: ‘…Gülen’in 1995 yılında, Aydın Doğan ziyaretinde Gülen’in özellikle yurt dışındaki Türk okullarını gündeme getirdiğini, Aydın Doğan’ın Gülen’in anlattıklarından çok etkilenerek heyecanlandığını, “size söz veriyorum 1 milyon broşür bastırıp bu hizmetlerinizi halka duyuracağım” dediğini, … beyan etmiştir.
Bugün deniz bitti. Ona buna iftira attıkça batan, battıkça daha fazla iftira atan Gülerce gibilerinin sanık sandalyesine oturacağı günler çok uzakta değil. Bir yandaş gazetenin dünkü manşeti, iftiracıların akıbetinin ne olacağına dair az çok bir fikir veriyor sanırım. Allah C.C. sadece imhal ediyor (süre veriyor) ama asla ihmal etmeyecek.
Mehmet Yıldız / Tr724.com