Tunus, Mısır ve Libya'da etkisini gösteren Arap Baharı Suriye'ye geldiğinde, tüm dünya son Baas rejiminin de kolaylıkla yerini demokratik güçlere bırakacağını düşünmüştü. Ortadoğu'da artık demokratikleşmenin kaçınılmaz olduğu, Suriye'deki Esed rejiminin ya bu karşı konulmaz akıma uyum sağlayacağı ya da kısa sürede yıkılıp gideceği düşünülüyordu. Ancak Rejimin sahip olduğu desteğin sanılandan daha güçlü olduğu ve ABD'nin muhaliflere yeterli desteği verme konusunda çok istekli olmadığı kısa sürede anlaşıldı.
Olayların başladığı 2011 baharından beş yıl sonra Suriye'nin vardığı nokta tam anlamıyla bir yıkım. Bu sürecin kazananlarını bulmak kolay değil. Belki Suriye'de üçüncü askeri üssünü açma hazırlıkları yapan Rusya ve bölgesel bir güce evrilen Hizbullah, Suriye'nin kazananları arasında sayılabilir. Ancak kaybedenler listesinin başında Türkiye'nin geldiği tartışmasız. Şam'da Emevi Camii'nde Cuma namazı kılmak, Halep'i vilayet yapmak gibi fetihçi bir anlayışla yola çıkan Türk dış politikası bugün güney sınırımızda nur topu gibi yeni bir Kürt yönetimi, Rus ordusu ve çeşitli terör örgütleriyle yüzleşmekte. Dahası Türkiye artık Ortadoğu'dan tamamen kopma tehlikesiyle karşı karşıya.
BİZE DÜŞEN GÖREV NE?
Bu karamsar tablo karşısında aynı Suriye politikasını sürdürmenin manasızlığı ortada; Türkiye kısa vadede Suriye'yi kaybetti, uzun vadede geri kazanmak için ise acilen siyaset değişikliğine gitmeli. Türkiye'nin Suriye'deki en büyük kazanımı, Suriye'deki menfaatinin Suriye'nin demokratik, insan haklarına saygılı, adil ve başarılı bir ülke olabilmesinde yatıyor. Diğer bir ifadeyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye'de askeri üs kurmaya, terör örgütleriyle gizli ortaklıklar kurmaya ya da ekonomik ayrıcalık elde etmeye ihtiyacı yok. Anadolu ve Suriye halkları arasındaki yakınlık ve ortak değerler Türkiye'nin Suriye'de dürüst, şeffaf ve ahlaklı bir dış politika takip etmesine imkan tanımakta.Bu çerçevede, Suriye'de siyasi sürecin desteklenerek demokrasinin ikamesi 'yeniden' Türk dış politikası esası olarak kabul edilmeli ve Türk dış politikasının temel aracı da diplomasi olmalıdır. Demokratik değerlere sıkı sıkıya bağlı kalınarak bütün aktörlerin güveninin kazanılması ve muhalefetin sivil siyasete hazırlanması Ankara'nın öncelikli hedefleri olarak tespit edilmelidir.
Ankara'nın üzerine düşen bir diğer görev ise gerek ülkemizdeki gerek dünyanın çeşitli bölgelerine dağılan Suriyeli mültecilerin takibinin yapılarak bu insanların Suriye'nin geleceği için hazırlanması olmalıdır. Geçmiş beş yıl süresince Suriye'de kayda değer bir ticaret, eğitim ve sağlık faaliyetinin yapılamadığı göz önünde bulundurulursa, Suriye'nin yeniden imarı için Suriye'den kaçan mültecilerin yetiştirilmesi ve teşvik edilmelerinin hayati öneme sahip olduğu görülmektedir. Bu çercevede, başta Avrupa olmak üzere dünyanın geri kalanındaki Suriyelilerin durumlarının takip edilmesi ve diplomatik teamüllerin imkan verdiği nispette çıkarlarının müdafaa edilmesi Türkiye Cumhuriyeti temsilciliklerinin üzerine düşmektedir. Türkiye'nin Suriyeli mülteciler konusunda üzerine düşen yükümlükleri yerine getirebilmesi halinde bugün sosyo-ekonomik yük ve istikrarsızlık kaynağı olarak görülen bu insanların yakın gelecekte Türkiye'nin Arap dünyasına açılan kapısı olması söz konusu olacaktır. Bu çerçevede Suriye'de Türkiye için hala umut vaat eden kıvılcımlar bulunmakta, ancak bu kıvılcımların Suriye'nin geleceğini aydınlatan ışık kaynaklarına dönüşmesinin önünde bazı tehditler mevcuttur. Bu tehditlerin başında Suriye'nin milli birlik ve beraberliğinin parçalanması gelmektedir.
SURİYE'DE BÖLÜNME TEHLİKESİNE KARŞI TÜRKİYE ÖNLEMİNİ ALMALI
Haritalar üzerinde çizgiler çizerek halkları bu hayali çizgilere uymaya zorlamak eski bir 'Batılı' hobisidir. Maalesef Suriye'nin üçe bölünmesi (Akdeniz kıyısında bir Alevi devleti, kuzeyde Kürt devleti, ve içerde Sünni devleti) senaryoları konuşulmaktadır. Ne yazık ki bu senaryo hiç de zayıf bir ihtimal değildir. Rusya ve İsrail bölünmeyi desteklemekte. Hatta Rusların bu doğrultuda Lazkiye'de gayrimenkul yatırımlarına başladıkları dahi konuşulmaktadır. Bölünme harita değişikliklerinden de ibaret değildir.
Güney sınırımızda yeni bir Kürt devletine ilaveten, etnik temizlik ve nüfus mübadelesi gibi gelecekte yeni istikrarsızlık kaynağı olabilecek uygulamalar da bölünmeyle birlikte gündeme gelecektir. Suriye halkının ve güney ticaretimizin Akdeniz kıyısına olan erişiminin kısıtlanması ülkemizi bekleyen tehlikeler arasındadır. Dahası kıyı devletiyle Lübnan'ın birleştirilmesi senaryosu halinde ise Doğu Akdeniz boydan boya ulaşılması güç bir bölge haline gelecektir.
Öte yandan, işgal sonrası Irak örneği de gösteriyor ki federatif yapı bölünme sürecinin yavaşlatılmasından ibaret. Türkiye'yi bekleyen bir diğer tehdit ise şeffaf ve bağımsız bir hukuk devletinin kurulamamasıdır.
Bilindiği üzere, adı keyfilik, işkence ve gammazlama ile özdeşleşen Suriye istihbaratı Muhaberat'ın uzun yıllardır Suriye halkının üzerinde sallanan bir kılıç vazifesi görmüştür. Muhaberat eleştirel düşünceleri ve muhalif sesleri şiddetle bastırarak halkı baskı altına almış ve Suriyelilerinin gelişiminin önündeki en büyük engellerden biri haline gelmiştir. Nitekim, 2011 Mart'ında Suriye'de olayları tetikleyen Arap Baharı'nın coşkusu değil, Muhaberatın birkaç çocuğu işkenceyle öldürmesinin neden olduğu öfkedir. Bu nedenle, Suriye için önemli bir engel olan Muhaberatın ilgası ve benzer görevi görecek yapı ve politikaların engellenmesi Suriye üzerine politika geliştirenlerin öncelikli hedefleri arasında yer almalıdır.
SURİYE'DE ARTIK HİZBULLAH DA KÖK SALDI
Ancak beş yıllık savaş Muhaberata ek olarak Suriyelileri yeni canavarlarla tanıştırdı. Işid ve Nusra gibi herkesin tehlikesinin farkında olduğu yaratıkların yanında Hizbullah gibi daha güçlü bir yapı da Suriye'de kök saldı. Hizbullah beş yıl boyunca binlerce savaşçısıyla rejimin yanında savaştı ve adeta Suriye'ye yatırım yaptı. Bu nedenle, Hizbullah'ın savaş sonrasında kolaylıkla Suriye'yi terk edeceğini beklememek gerekir. Hizbullah'ın Lübnan'dan sonra yeni Suriye yönetimini de esir alması Suriye'nin geleceği için büyük bir kayıp olacaktır. Kısacası Hizbullah ve diğer yabancı güçlerin ülkeden çıkartılarak hukuk devletini gölgeleyebilecek yapılara izin verilmemesi büyük önem taşımaktadır.
MÜLTECİLERİ ESED GERİ ALMAK İSTEMEYEBİLİR
Bir diger önemli husus ise mültecilerin Suriye'ye geri kabulü ve yeniden entegrasyonudur. Esed rejimi etnik dengeleri kendi lehine korumak amacıyla mültecilerin dönüşlerine zorluk cıkarması ya da sadece Suriye'nin iç bölgelerine yerleştirerek, kıyı kesimdeki Sünni oranını düşük tutmak isteyebilir. Bu nedenle mültecilerin entegrasyonun sağlanması ve hakların korunması gerekir. Ayrıca, savaştan korunmak amacıyla ülkelerini terk etmiş olmaları mültecileri Suriye'nin geleceği konusunda söz haklarını kaybettikleri anlamına gelmiyor. Bu nedenle, Suriyeli mültecilerin Cenevre müzakerelerindeki temsilinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu ve benzeri problemler tek bir yazıda ele alınamayacak boyutta sorunlar olsalar da, Türkiye Cumhuriyeti için imkansız meseleler değil. Suriye'de bu zamana kadar uygulanan yanlış maceracı politikaların ülkemiz için neden olduğu bazı sıkıntıların önümüzde de devam edeceği tahmin edilebilir. Ancak uzun vadeli hedeflere matuf sağlıklı politikalar kısa vadede yaşayacağımız dezavantajlı durumu tersine çevirebilir. Nitekim, Türkiye Suriye krizinde siyasi pozisyonu en kuvvetli aktördür. Hal böyleyken gereksiz risk alarak tecrübemizin olmadığı maceracı politikalara umut bağlamak gereksizdir.Suriye'de çok şey kaybettik ancak kayıplarımızı hala telafi edebiliriz.
Abdurrahman Has