Tarihin çöplüğü, masum insanların üzerine atılan ağır ve çirkin iftiralarla dolu. Mazlumlara atılan iftiralar kimi zaman komşudan, eş, dost, arkadaştan, kimi zaman devrin zalim yöneticilerinden gelmiştir.
Hizmet hareketi ise bugün, tüm bu saydıklarımızın sistematik iftira bombardımanı altına.
Cevap verebileceği, haklılığını ispat edebileceği, hakkını savunabileceği tüm yollar ise bilinçli olarak kapatılıyor.
Televizyonlarına saçma sapan gerekçelerle el konuyor, gazetelerine Anayasa'ya aykırı olmasına rağmen el konuyor, internet siteleri yasaklanıyor.
Hatta öyle ki, cemaat mensuplarının Twitter ve Facebook hesapları “Proje mahkemeler” tarafından bir bir engelleniyor.
BİR İFTİRANIN ANATOMİSİ VE DREYFUS DAVASI
1937 yapımı "Emile Zola'nın hayatı" adlı biyografik film. Bu yazıda, filmde de oldukça öne çıkarılmış, Zola'nın hayatında da önemli bir yere sahip olan bir olaydan; Yüzbaşı Alfred Dreyfus'a atılan ağır iftiradan yani “Dreyfus davası"ndan bahsedeceğim.
DREYFUS DAVASI NEDİR? DREYFUS KİMDİR?
Dürüst, vatansever, başarılı, rütbelerini alnının akıyla yükselten, kariyeri parlak ve birkaç dil bilen yüzbaşı Alfred Dreyfus, 1894'te casusluk yaptığına dair alçakça bir iftira ile karşı karşıya kalır.
Paris'te bulunan Alman Büyükelçiliğinde, Fransız gizli servisi adına çalışan bir temizlikçi, çöp sepetinde, “Fransızlar'ın askeri sırlarının, Almanlara verilmeye çalışıldığına” dair bilgilerin yer aldığı imzasız bir mektup bulur.
Fransız Genelkurmayı, alel acele yürüttüğü soruşturmada, hakkında hiç bir somut delil olmamasına rağmen Yüzbaşı Dreyfus suçlu ilan eder.
Dreyfus, üzerine atılan bu alçakça iftiranın ardından daha kendini bile savunamadan, 15 Ekim 1894'te tutuklanır ve Fransız Guenası açıklarındaki şeytan adasına hapsedilir.
Alman Elçiliğinde çalışan aynı hizmetli kadın, 1896'da bir Alman subayından, Easterhazy adındaki bir Fransız subayına yazılan mektubun müsveddesini ele geçirir.
Fransız gizli servisinin bu yeni belge ışığında yaptığı yeni soruşturma, Dreyfus'un mahkûmiyetine sebep olan el yazısının Easterhazy'ye ait olduğu net bir şekilde ortaya çıkarır. Ama bu yeni gelişme oldukça büyük bir soruna yol açar... Zira Dreyfus'un suçsuz olduğunu ve hata yaptıklarını kabul etmek anlı şanlı Fransız Genelkurmayına yakışmaz(!) o yüzden hatalarında ısrar ederler.
Genelkurmayın ve muktedirlerin karizması çizileceğine, suçsuz günahsız bir subayın Atlantik Okyanusu'ndaki bir adada hapis kalması “milli ordu(!)nun” menfaatine gelmektedir.
Dreyfus'un karısı olayı medya yoluyla yeniden gündeme getirince Genelkurmay, Binbaşı Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kalır. İki gün süren göstermelik davada Easterhazy'nin suşu örtbas edilerek manidar bir şekilde beraat ettirilir.
Yani “Bağımsız mahkeme(!)” Alman Büyükelçiliğine bilgi aktararak casusluk yaptığı somut delillerle ispatlanan Binbaşı Easterhazy'nin suçsuz bulduğunu ilan eder.
Hikayenin buraya kadar olan kısmı size de; “Darbeci oldukları” en yüksek adli mercii olan Yargıtay tarafından onandığı halde, ellerini kollarını sallayarak hapisten çık(artıl)an Ergenekon ve Balyoz ve Askeri Casusluk davası sanıkları ile “17-25 Aralık Büyük Yolsuzluk ve Rüşvet Soruşturmasını” ört-bas edenleri hatırlattı değil mi? Devam Edelim.
O dönemin siyasi ve askeri deha(!)larının yolsuzluk ve haksızlık yaparken suç üstü yakalanınca “Milli orduya Kumpas kurdular” ve “Ben yapmadım Paralel yaptı” demek akıllarına gelmediği için, yasal süreç ağır aksak da olsa devam eder. Dreyfus davasına dönersek...
Easterhazy'nin skandal beraat kararının ertesi günü yani 13 Ocak 1898'de, Emile Zola, L' Aurore gazetesinde dönemin Cumhurbaşkanı Félix Faure'a hitaben yazdığı "Suçluyorum." başlıklı bir mektup yazar. Zola mektubunda, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları, görevlerini kötüye kullanmak, kamoyunu yanıltmak ve suçsuz bir insanı kasten hapiste tutmakla suçluyordu. Bu yazı Fransa'da büyük yankı uyandırdı.
BAŞYAZI’DAN SONRA SONRA NELER YAŞANDI?
Doğruları büyük bir cesaretle haykırdığı başyazısının ardından, Zola hakkında "Orduya hakaretten" dava açıldı. Nasıl bir sonuç çıkacağı daha önceden bilinen göstermelik bir mahkemenin ardından mahkûm oldu. Zola, Fransa Genelkurmayı ve Fransız muktedirlerinin "Suçsuz yere cezalandırdıkları" kim bilir kaçıncı masumdu.
Burada da doğruları yazdıkları için hapse atılan Mehmet Baransu, Ahmet ve Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Büşra Erdal, Erkan Acar, Hidayet Karaca ve sayıları 100'ün üzerindeki tutuklu gazetecinin kulaklarını çınlatmadan geçmeyelim.
1898 Haziran’ında başlatılan yeni bir soruşturma sonucu Easterhazy, Almanya için casusluk yaptığını, Dreyfus'un mahkum olmasına gerekçe gösterilen imzasız mektubu kendisinin yazdığını itiraf etti. Böylece Dreyfus'un yeniden yargılamasının yolu da açıldı. Kendisini sonuna kadar koruyacağını düşündüğü güç odaklarının, yarı yolda bıraktığını düşünen Easterhazy, hapishanede intihar etti.
YENİDEN YARGILAMA VE ŞOKE EDEN BİR KARAR DAHA
Easterhazy'nin itirafından sonra suçsuz olduğu ortaya çıkan Dreyfus, yeniden yargılandı. Ancak mahkemenin kararı herkesi bir kez daha şoke etti.
Hukuk'un muktedirlerin oyuncağı olduğu, dilediği adamı “Öyle bırakmayıp” hapse göderip, diledi adamı kayırdığı dönemler sadece günümüzde yaşanmıyordu...
Dreyfus, kendisini mahkûm ettiren casusluk belgesinin Easterhazy'ye ait olduğu net bir şekilde ortaya çıkmasına rağmen, talimatla karar veren "Sözde Bağımsız Mahkeme" tarafından yine suçlu bulundu!
Fakat hakkında bazı hafifletici sebepler uydurulan Dreyfus, "Bak... Aslında sen suçlusun ama, "gazabımızı geçen rahmetimiz" sayesinde seni affettik!.." denilerek 12 yıllık hapsin ardından bir şekilde özgürlüğüne kavuştu.
Dreyfus suçsuz olduğu halde, 12 yılını şerefi ve onuruyla hapiste geçirdi. Kendisine atılan şeytani iftiradan aklanıp Şeytan Adası'ndan kurtuldu. Sökülen nişanları törenle yeniden takıldı. Dreyfus, 1919'da Fransa'nın en yüksek nişanı olan Legion d'Honneur ile onurlandırıldı. Bu da Fransa devletinin “Pardon” deme şekliydi...
Birinci Dünya savaşı'nda ülkesine hizmet eden Dreyfus, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris'te onur ve şerefiyle hayata gözlerini yumdu.
BUGÜN BİRDEN FAZLA EMİLE ZOLA GEREK
Bugün, Allah'ın (cc) yüce adının dünyanın her yerinde duyulması, bir bayrak gibi dalgalanması ve ruh-u revân-ı Muhammedînin (sav) en karanlık köşelerde bile şehbal açması için gece gündüz çalışan, ülkesine, milletine ve alemi İslam'a hizmet etmekten başka hiç bir amacı olmayan Hizmet Hareketi mensuplarına şeytanca iftiralar atılıyor.
Ana babalar evlatlarına, kardeşler ve akrabalar konu komşu birbirine düşürülüyor. Masum 40.000 Dreyfus hapishanelerde her türlü şeytani eziyete, işkenceye, zulme maruz bırakılıyor.
100.000'den fazla masum insan, işlerinden güçlerinden edildi. Malları gasp edildi. Her gün birbirinden saçma ve gayri hukuki gerekçelerle masum insanları mahkum etmeye devam ediyorlar...
Bugün bize gerçekleri haykırma cesaretine sahip birden fazla Emile Zola gerekiyor.
Neredesiniz onurlu insanlar?!.
Sizleri bekliyoruz...
*****
MERAKLISINA, “SUÇLUYORUM” VİDEOSUNUN ÇÖZÜMÜ
Sayın Cumhurbaşkanı, müsaadenizle söylemeliyim ki kayıtlarınızdaki açıklanmamış suçlar utanç verici bir lekeye tehdit oluşturuyor.
Tiksinç Dreyfus meselesi.
Askeri mahkeme, son günlerde Easterhazy’yi aklamaya cüret etmiş, bu tüm gerçeklere ve adalete bir tokat olmuştur.
Ama onlar buna cüret etmişse ben de cüret edeceğim. Gerçekleri söylemek zorundayım. Çünkü söylemezsem, uykularıma giren suç işlememiş bir adamın hayaleti, kefaretini ödemeden peşimi bırakmayacak ve bana rüyalarımda işkence etmeye devam edecek.
Dürüst insanların, Dreyfus’a karşı yapılmış olan asılsız suçlamalar silsilesine kayıtsız kalşması mümkün değildir.
Dreyfus bir kaç dil biliyor… Bu Suç!..
Çok fazla çalışıyor… Suç!..
Evinde gizliliği ihlal eden hiç bir belge bulunamadı… Suç!..
Birkaç kez yurt dışına çıktı… Suç!..
Hep yeni bir şeyler öğrenmek için çabaladı… Suç!..
Soğuk kanlı davrandı… Suç!..
Soğuk kanlı davranmadı… yine Suç!..
Savunma Bakanlığı, Genelkurmay ve Genelkurmay Sekreterliği, bulunan ve suçlamaya delil olarak gösterilen “meşhur imzasız mektubun”un Easterhazy tarafından yazıldığından hiç şüphe etmedi. Çünkü Easterhazy’nin suçlu bulunması durumu, Dreyfus’un mahkeme kararlarının tekrar gözden geçirilmesine yol açacaktı. Bu yüden Genelkurmay bu hatanın bedelini ödemekten kaçtı.
Bir yılı aşkın süredir, Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay, Dreyfus’un suçsuz olduğunu biliyorlardı. Ama bu bilgiyi açıklamayıp gizli tuttular… Ve bu insanların eşleri çocukarı var. Bunları, ordunun onuru için yaptılar. Ordudakiler, Fransa halkının ta kendileri ve bu Dreyfus meselesi de tüm Fransa halkına ait bir meseledir.
Genelkurmay’ın suçlu olduğunu kabul etmeden, Dreyfus’un temize çıkması mümkün değildir.
Bu da Genelkurmay’ın Easterhazy’yi neden savunduğunu net olarak ortaya koyuyor. Amaç, Dreyfus’u bir kez daha yıkmak!
Öyle ise sayın Cumhurbaşkanı, bu basit ve korkunç bir gerçek. Ama yürekten inanıyorum… Gerçekler açığa çıkacak ve buna hiç bir şey dur diyemeyecek.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Albay Dort’u, 3 yıl boyunca yaptığı pis işlerden ve sebep olduğu iğrenç entrikalardan dolayı suçluyorum.
Savunma Bakanlığını, Dreyfus’un masumiyetine dair kanıtları sakladığı için suçluyorum.
Genelkurmay ve Genelkurmay Sekreterliğini, bu suça ortak oldukları için suçluyorum.
Paris Garnizon komutanlığını, bu haksızlığa izin verdiği için suçluyorum.
Harp Dairesi’ni kamuoyunu yanlış yönlendirdiği ve suçları örtbas etmek için kullandığı için suçluyorum.
Askeri Mahkemeyi, tüm insan haklarını ihlal ettiği için suçluyorum.
Ve son olarak, Easterhazy’nin askeri mahkemesini, yasadışı olayların üstünü örttüğü ve bunun sonucunda da suçlu bir adamın beraatine sebep oldukları için suçluyorum.
Bu suçlamaları yaparken, ‘yazılı iftira’ suçu ile karşı karşıya kalacağımın farkındayım, ama önemli değil.
Bu suçlamaları yapmamın sebebi, sadece gerçekleri ve adaletin açığa çıkmasını sağlamak.
Neler olacağını birlikte görelim.
Bekliyorum!..
HAKAN YILDIZ
samanyoluhaber.com
shaber3.com