Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez geçen hafta bir TV kanalına verdiği röportajda, Başkanlığını ilgilendiren bazı konular hakkında görüşlerini bildirdi.
Makale hacmi sınırlı olduğundan diğer konuları bir tarafa bırakarak, kendisinin bilhassa vurguladığı “Hizmet Hareketi”ne tenkidini ele almak istiyorum. Keşke bu konudaki sükûtunu devam ettirseydi. Çünkü bu hususta genelde olumlu kanaat taşıdığını bizzat kendi ağzından dinlemişimdir. Siyasî ihtilafları camiye sokmama için gayret gösterdiğini, cuma hutbelerini ihtimamla hazırlattığını takdir etmişimdir (Zaman’ın 8.3.2014 nüshasında yayımlanan “Diyanet’in Zor Dönemi” makalemiz). Selefleri hocaefendilerin, Başbakanlık’a bağlı sınırlı konumları icabı, bildikleri doğruları her zaman söylemedikleri malumdur. Ama hiç değilse dinen yanlış bir şey söyleme vebaline girmediler. Dinî hizmet gruplarının çalışmalarının aleyhinde olmadılar. Kendisinden de beklenen, bunu devam ettirmesiydi.
Fakat Sayın Mehmet Görmez, Muhterem Fethullah Gülen’in şahsında, ülkemizin pek yaygın bir sosyal yapısını hedef aldı. Bu konuya girerken, ülkemizin son kırk yılda maruz kaldığı en müthiş darbeden bahsedeceğini bildirince, kırk bin kişinin ölümüne sebep olan bölücü terör, uyuşturucu kullanımının ortaokul sıralarına inmesi, yalanın, rüşvetin, zinanın yaygınlaşmasına kadar bir seri felaket zihnimde dolaştı. Meğer mesele Gülen hareketi imiş! Fethullah Gülen Diyanet’in kürsüsünü kırk sene istismar ederek devlet aleyhinde planlandığı bir siyasî gayeye alet etmiş! Bu zatı 51 yıldan beri yakından tanıyan biri olarak bu itham karşısında üzerime farz olan şahitliği ifa için demeliyim ki o, bu mukaddes kürsünün hakkını vermekten başka bir gaye gütmemiştir. Bunun kesin delili de şudur ki emekli oluncaya kadar Diyanet Başkanlığınca böyle bir ithama maruz kalmamış ve hiçbir ceza almamıştır. Kürsünün kendisine yüklediği Kur’an’ı, sünneti, sahabeyi, rıza-yı ilahiyi anlatmaktan başka bir çağrıda bulunmamıştır. Diğer taraftan otuz yılı aşkın emeklilik döneminde bile Diyanet İşleri Başkanlığı’na hürmetli davranmıştır. Ayrıca imam-hatip liselerini teşvik etmiş, fiilen de desteklemiştir.
Gerçekler ters düz edilmesin
Ona yönelttiği ikinci itham, dinî hisleri harekete geçirerek topladığı zekât, kurban ve himmetleri maksat dışında kullanmasıdır. Bu zat ki günde 24 saatini verdiği yatılı yurt idaresinin verdiği meşru yemeği bile ücretsiz yememiş, bu emanetleri alanlara bir arpa kadar olsun maksat dışı kullanmanın ateş olup yakacağını devamlı hatırlatmış. Mahşerde hesaba inanan birinin böylesi bir suçlama vebaline girmemesi lazım. Şu da unutulmasın ki, halkımız verdiklerinin mahalline sarf edilip edilmediğini kontrol etmede titiz bir maliye kontrolcüsüdür. Aksi halde derhal fark eder ve sadece bir gönül işi olan yardımını keser. Zor kullanma diye bir şey yok. Gülen Hocaefendi’nin teşvik ettiği hizmetlere verenler, kesmemiş, aksine daha da artırmışlardır. Çünkü paralarının hemen esere dönüştüğünü görmüşlerdir. Bu basiretli esnaf kolay kazanmadıkları parayı verirken yerini bulmayacak talebe bin lira vermezken, bu hizmete milyarlarını bağışlamışlardır. Aleyhte olanların geçen uzun dönemde iddia edemedikleri, belgeleyemedikleri bu ithamı yapmak, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mehabetine yakışmamıştır.
Üçüncü itham, elde edilen gücün siyasî gaye ile kullanılmasıdır. Hükümet memuru olmayan kanaat önderlerine ve geniş sosyal yapılara, tarihin çeşitli dönemlerinde otoriteyi elinde tutanlar kuşku ile bakmışlardır.
Su-i zannın makul tarafı olabilir mi?
Bu hizmet grubunun temsilcisi Fethullah Gülen, 77 yaşında. Ortalama ömür süresini tamamlamış ve yıllardan beri her gün hayat emanetini teslime iştiyakını ilan eden bir insana yapılan bu suçlama zulümdür. Altmış yıldan fazla hayatı kürsüde, hep toplumun büyüteci altında geçmiş, sevilmesi sebebiyle defalarca teklif edilen siyasî mevki imkânlarını geri çevirmiş bir insan hakkında bu su-i zannın makul tarafı olabilir mi? Bu yaşından sonra kazanacağı siyasî makamı mezarda mı kullanacak? Ama bir alim, bir kanaat önderi ve bir vatandaş olarak ülkemiz için faydalı gördüğü fikirlerini, görüşlerini söylemesi, yazması, dinen ve cari hukuk bakımından, hakkı ve görevidir. Bu hakkını kullanmayı siyasî emel göstermek, bile bile gerçeği ters yüz etmektir. Bu Hizmet Hareketi, dindarların ideal edinip de uygulayamadıkları çok külli projeleri gerçekleştirdiği için halkın büyük kısmının teveccüh ve desteğine mazhar olmuştur. Ezcümle: Din hocalarımız asırlardan beri “İslam, bilim ve eğitimi teşvik eder” konusunu konuştular. Fakat ortaya konulan eğitim faaliyetleri olmayınca, bu konuşmalar hedefine ulaşmadı. Fakat bu hizmet, kendisini Allah rızası için eğitime adamış kaliteli kadroyu yetiştirip, nitelikli okullar, yurtlar, modern imkanlarla başarı gerçekleştirdi. Türkiye’nin en yetkin bilim kurumlarının ödüllerinin önemli bir kısmını bu okulların öğrencileri aldı. Ayrıca yüzlerce uluslararası bilim olimpiyatlarında bu okulların başarıları tescil edildi. Bu eğitim modelinin semereleri yirmi yıldan beri göze çarpar hale geldi. Milletimizin kolunu kanadını kıran “bizden bilim adamı çıkmaz” önyargısı sarsıldı. Bu eğitim modeli yüz altmış kadar ülkede kabul ve takdir buldu. Asırların özlemi olan bu model, Türkiye’nin küresel piyasada başlıca markası oldu. Bundan ötürüdür ki yüzlerce eğitim bakanları, başbakanlar, devlet başkanları ve uzman takdirlerini ifade ettiler. Kaliteyi gören anne ve babalar, en kıymetli varlıkları olan evlatlarını bu okullara emanet ettiler, hep memnun kaldılar.
Diğer bir örnek: Muhtaçlara yardım teşvik edilir. Bu gaye ile çalışan çok hayır kuruluşu vardır. Bu Hizmet de “Kimse Yok mu Derneği” ile dünya çapında yardımlara vesile oldu. Ama bir marka olarak Birleşmiş Milletler’in, bu alanda çalışan kuruluşları arasında Türkiye’den seçmeye layık bulduğu tek danışman üye oldu.
Sulh, elbette hayırlıdır
Bu sosyal yapının gelişmesi, işte böyle oldu. Siyasî maksadının olmadığı da ortada. Öyle bir maksat olsa kırk sene açığa çıkmaması mümkün mü? Kırk sene Türkiye’nin, yirmi yıldan beri dünyanın 160 ülkesinin test edip uzun gözlem ve denetimlerden sonra ödüllendirdiği “iftihar vesilesi” bir sivil toplum kuruluşunun, bir yıldan beri cadı avına maruz kalması söz konusu. Psikolojik savaş, karalama propagandaları, hükümet otoritesinin orantısız güç kullanımı, akıl almaz bir şekilde bu hareketi imha etmeye alet ediliyor. Bu darbe kökleşmiş partilere ve müesseselere karşı yapılsa bir ay bile dayanamazlardı. İki seneye yakın bir süreden beri uygulanan itibarsızlaştırma, hukuksuz cezalandırma, hatta linç kampanyalarına rağmen bu hizmetin ayakta durması, Allah’ın lütfu, sonra da halkımızın gönüllerindeki itibarı sayesindedir. Muhterem Fethullah Gülen’e yapılan bir itham da rüyalarla amel etmesi. O, İslam’ı iyi bilen biridir. Sadık rüyanın dinimizdeki yerini bilmekle beraber, rüya ile amelin caiz olmadığını söylemiş ve yazmıştır.
Bu Hizmet’e “müşteri nazarıyla” bakıp kusur arayanlar, başka noktalardan bakıp eleştirebilir. Utanç duygusunu yitiren, istediğini yapabilir. Ama benim de hem İslam’ı, hem de bu Hizmet’in kırk yıldan beri yaptıklarını bilen ve gözlemleyen biri olarak, bildiklerimi söyleme hakkım ve görevim vardır. Hizmet camiası kavga ve siyasî amaç peşinde değil. Bu iman ve barış gönüllülerini kırk yıldır bilmeyen yok. Onlar sadece ithamlara karşı bilgilendirme ve savunma içindedir. “Kardeşlik bitti mi?” sorusuna Sayın Başkan, tekrar tesis etmenin mümkün olduğu şeklinde cevap vermişti. Ben de onun bu ümidini paylaşmak istiyorum. Zararın neresinden dönülse kârdır. Sulh, elbette hayırlıdır.
ZAMAN