Tugay'dan samimi açıklamalar

Tam 7.5 senedir büyük bir başarıyla Ada’da top koşturuyor. 6 sezondur formasını giydiği Blackburn Rovers’ta 2003’te yılın futbolcusu seçildi.

Tugay'dan samimi açıklamalar

Yurt dışında en uzun süre kalan Türk futbolcusu unvanını taşıyor. Gençlerin önünü açmak için veda ettiği Milli Takım’a 1175 gün sonra geri döndü. Ada’ya gittiğinden bu yana ilk röportajını Tam Saha’ya verdi. Gerekçesini ise “Yapacağım röportaj, vereceğim mesaj tabii ki önemli ama benim röportajım sahaya çıktığım zaman başlıyor. Insanlar ne yaptığımı, ne söylemek istediğimi, hangi mesajları verdiğimi sahada görüyor. Ayrıca konuşmaya gerek duymuyorum” sözleriyle açıklıyor. Milli Takım’a veda kararınız Türkiye’de bir ilkti. Kamuoyu tarafından da takdirde karşılandı. Çünkü Türkiye’de bunu yapabilen oyuncu yoktu. Gerekçeniz de gençlerin önünü açmaktı. Peki, bu kararın arkasında bir yandan da “Tek bir noktaya odaklanayım, kulübümde başarılı olayım” gibi bir düşünce var mıydı? Bir yere odaklanmak gibi düşünmemek lazım. Sonuçta futbol yaşantınız çok uzun bir süreç değil. Zaten 10-15 sene futbol oynayabilirsiniz. Benim verdiğim kararın ana gerekçesi gençlerin önünü açmak ve tecrübe kazanmalarını sağlamaktı. Meseleyi kendimi tek bir noktaya kanalize etmek gibi düşünmedim. Ama bir yandan da amaca yeterince ulaşılamadı. Çünkü biz o mevkii doldurmak için Aurelio’yu vatandaş yapıp Milli Takım’da oynatmak zorunda kaldık. Yerin dolmadığını düşünmemek lazım. Nasıl ki zamanında bizi bir yerden bulup çıkardılar, yeni gençleri de mutlaka çıkartacaklardır. Gençlere ne kadar çok sahip çıkılıp ne kadar fazla güvenilirse o kadar verim elde edilebilir. Sonuçta ben de tecrübesizliklerle başlayan futbol yaşantımda gün geçtikçe tecrübe kazandım. Önümdeki büyüklerin gösterdiği yoldan yürüdüm ve yavaş yavaş kendimi buldum. Türkiye’de genç oyuncuların önlerinin yeterince açık olduğunu düşünüyor musunuz? Gençlere mutlaka güvenmeniz gerekiyor. Ama sadece futbol anlamında değil. Bir oyuncuya baktığınız zaman “Bu çok yetenekli, gelecek vaat ediyor” diye düşünebilirsiniz. Ama insanlar o oyuncuyu bir anda gökyüzüne çıkardıkları gibi hemen ardından yerin dibine sokmayı da becerebiliyor. Ortasını bir türlü bulamıyoruz. Gençlerin arkasında olduğumuzu mutlaka hissettirmeliyiz. Ama onların da takımları, ülkeleri ve kendilerine güvenip forma veren teknik direktörleri için ellerinden geleni yapmaları lazım. Türkiye’de özel hayat yok! Ingiltere’de genç oyunculara bakış açısı nasıl? Ingiltere’de hangi yaşta olursa olsun oyuncuların tümü aynı seviyede. Kimsenin kimseden bir farkı yok. Teknik adamın gözünde tüm oyuncular aynı. Genç bir oyuncu da teknik adamla tecrübeli bir oyuncunun konuştuğu gibi konuşabilir. Avrupa’da oyuncular çok profesyonelce yaşıyor ve bu profesyonel düşünceyi sahaya da yansıtıyor. Türkiye’de ise evli insanın da bekâr insanın da özel yaşantısı yok. Çünkü ülkemizde özel yaşantıya girmek moda. Insanların yatak odasına kadar girmeye yetkili olduğunu zannedenler var. Futbolu futbol olarak düşünüp, oyuncuyu sahadaki performansıyla değerlendirirseniz, oyuncu zaten kendi yaşantısını düzenleyecektir. Ingiltere’de futbolcu olmakla, Türkiye’de futbolcu olmak arasındaki farkları konuşalım o zaman. Mesela Türkiye’deki bir oyuncu yalnız başına veya ailesiyle sokakta yürürken ya da alışveriş yaparken kendini yeterince rahat hissetmiyor. Siz Ingiltere’de nasıl yaşıyorsunuz? Ingiltere’de de futbol en az Türkiye’deki kadar seviliyor ve büyük ilgi görüyor. Ama futbolcu sokağa çıktığında normal insan muamelesi görüyor. Çok rahatlıkla alışverişinizi yaparsınız. Insanlar sizi tanır ama “Boş bir gününde ailesiyle dışarıya çıkmış, eğleniyor veya alışverişini yapıyor” diye düşünüp sizi rahat bırakır. Ama bizdeki sevgi tezahürü çok farklı. Insanlar sizi gördüğünde mutlaka yakın olmak istiyor. Aslında bunda bir kötülük de yok. Mesela televizyonda Arda’yı görüyor, “Iyi futbol oynayan, sevimli bir çocuk” diye düşünüyor, yakından gördüğünde sevgisini nasıl vereceğini bilemiyor. Aradaki fark bu. Bu mesleği yapıyorsanız buna da katlanacaksınız. Başarı için zaman gerek Siz 2002’deki Dünya Kupası üçüncülüğünde vardınız, ardından 2004 elemelerinde de yer aldınız ama finallere katılamadık. Sonrasında da Milli Takım’ı bıraktınız. 2006 Dünya Kupası’na da katılamadık. O dönemdeki gerilemenin ardında neler vardı sizce? Jenerasyonu mu yenileyemedik? Bazı şeyleri zamana bırakmak lazım. Dünya Kupası’nda üçüncü olduktan sonra bir takım başarılar hızla gelecek diye düşünmemek gerekir. Biz 14-16 Yaş Milli Takımı’nda itibaren A Milli Takım’a yükselen bir jenerasyonduk ve mükemmel bir ortam bulmuştuk. Benzer bir jenerasyonu yakalamak için zamana ihtiyacımız var. Bugün oynayan genç arkadaşlarımız yok mu? Var elbette. Gençlerle tecrübelileri kaynaştırmak için de zaman gerekiyor. Genç oyuncu buraya eli-ayağı titreyerek geliyor. Çünkü geldiğiniz yer Milli Takım. Gittiğiniz her platformda ülkenizi temsil ediyorsunuz. Ben bu süreci başarısızlık olarak değerlendirmiyorum, sadece zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. O zamanın da uzun olacağını tahmin etmiyorum. Yani Milli Takım’daki yeni oluşumdan umutlusunuz. Niye umutlu olmayayım? Yakın zamana kadar dünyanın farklı ülkelerinden gelip de Türk futbolcusunu izleyen ve isteyen olmuş muydu? Ama bugün Türk futbolcusu isteniyor. Çünkü Türk futbolcusu birçok platformda iyi olduğunu dünyaya gösterdi. Bugün Milli Takım’a yeniden döndünüz. Fatih Terim, “Ona ihtiyacımız var. Norveç ve Yunanistan maçlarında da Tugay’dan yararlanacağım” dedi. Daha önce böyle bir teklif gelseydi ne yapardınız? Bugün “Jübile için geliyor” diye yazılıp çizildi. Ben dört sene önce Milli Takım’a nasıl geliyorsam şimdi de öyle geldim. Gelmemdeki en büyük iki unsurdan birincisi ülkeme ve milli formaya hizmet etme düşüncesi, ikincisi de Fatih Hoca’dır. Şu anda Türkiye Ligi’nde oynayan bütün oyuncuların üzerinde Fatih Hoca’nın emeği vardır. Yani, Fatih Hoca değil de daha önceki teknik adamlardan biri çağırsaydı gelmez miydiniz? Iki sene önce bir başka teknik direktör de beni çağırsaydı tabii ki gelirdim ama o zaman verdiğim kararın arkasında durmamış olurdum. Yine aynı düşüncedeyim ama bugünkü durum çok özel. Hem Fatih Hoca’nın çağırması hem de “Bana ihtiyaç var” düşüncesi mi durumu özel kılıyor? “Bana ihtiyaç var” sözünü ben yorumlayamam. Bu Hocamın takdiridir. Kendisiyle görüştüğümüzde çağrısını seve seve kabul ettim. “Türk futbolcu yeteneklidir, Avrupa’da her takımda oynayabilir” diyoruz ama birçok oyuncumuz da gittikten çok kısa sonra geri dönüyor. Siz “tutunabilen” oyunculardan birisi olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer bir takım şeyleri yapmayı, başarmayı ve kalıcı olmayı düşünüyorsanız, kafanızda Türkiye ile ilgili şeyleri bitirmeniz lazım. “Ben bu işin üstesinden geleceğim, başaracağım” diye içten istediğiniz sürece yapamayacağınız hiçbir şey yoktur. Gidip dönmeler olabilir. Dünyanın her yerinde oluyor. Belki iklim, belki ortam uymuyor, belki dil sorunu nedeniyle oyuncu kendini ifade edemiyor. Ama futbol dünyanın her yerinde aynı lisanla oynanıyor. Ailem olmasa bu noktaya gelemezdim Ada’ya gittiğinizde sizin için de bir lisan problemi yok muydu? Vardı ama sevgili eşim Etkin Kerimoğlu’nun basketbolcu olması, spordan gelmiş olması, çok iyi anlaşmamız ve birbirimize destek olmamız çok önemli bir avantajdı. Dolayısıyla bugün geldiğimiz nokta da ortada. 7.5 yıldır Avrupa’dayım. Bunu tek başıma yaptım, ödülleri kendime aldım demiyorum. Bu işin önemli pay sahipleri eşim ve çocuklarımdır. Onlar olmasa belki ben bugünkü noktada olamazdım. Bu arada çocuklarınızın da hayatını değiştirdiniz herhalde. Düşünsenize, çocuklarım Ingilizceyi ana dilleri gibi öğreniyor. Oğlum Berke’nin yaşantısı dört dörtlük ve hiçbir sıkıntısı yok. Kızım Melis de anaokuluna gidiyor ve o da hayatından memnun. Dördümüz çok rahat bir şekilde hayatımızı sürdürüyoruz. Türkiye’deki Tugay’la Ingiltere’deki Tugay farklı sanki. Türkiye’de “el freni” diye eleştirilen Tugay’ın yerinde bugün dikine ve çabuk oynayan, dolayısıyla el üstünde olan bir Tugay var. Bu değişim nasıl sağlandı? Bu tespitinize katılıyorum. Rangers’tan Blackburn’e geçerken Graeme Souness’ın ilk gün bir tavsiyesi olmuştu. “Bu ligde hızlı futbol oynanıyor. Birebir mücadeleler de çok sert geçer. Senden bir tek ricam var, bir stop bir pas oyna, topu ayağında fazla tutma. Biz genç bir takımız. Sen önündekileri koştur. Bu bana yeter” demişti. O konuşmanın dışında başka bir şey de olmadı. Türkiye’de oynadığım zaman insanların neler dediğini çok iyi hatırlıyorum. Ama ben hiçbir zaman “O insan bunu dedi, diğeri onu dedi” gibi düşünmedim. Peki, “Keşke bugünkü futbolumu Türkiye’de de oynasaydım” dediğiniz oluyor mu? Hayatımda hiçbir zaman keşkeler yoktur. Keşke dediğiniz zaman bir takım şeyleri yanlış yapmışsınız anlamına gelir. O ödülü tek başıma almadım 2003-04 sezonunda Blackburn’de yılın futbolcusu seçildiniz. Böyle bir ödül neler hissettiriyor insana? Bir Türk olarak düşünsenize; iyi bir sezon geçiriyorsunuz ve o sezondaki emeğinizin karşılığında verilen bir ödül var. Bu ödülü alırken insan öyle güzel duygular içinde o platforma çıkıyor ki. Bir kere taşımış olduğunuz bayrak var, arkanızda Türk insanın o sıcacık sevgisi var. Böyle bir gurur olabilir mi? Kulübünüz ve taraftarlar sizi yılın en iyi oyuncusu seçiyor ve siz ödülü almaya kafanız dik, büyük bir gururla çıkıyorsunuz. Onu orada görmeniz, yaşamanız lazım. Tabii bunu ben tek başıma başarmadım. Bu bir ekip oyunu. Benimle birlikte takım arkadaşlarım var. Müthiş bir çalışma ve azim var. “Ne yaptı da aldı?” diye burun kıvıranlar olabilir. Ama sonuçta siz Türksünüz ve nereye giderseniz gidin aslında fazla sevilmezsiniz. Peki, siz böyle bir sıkıntıyı hiç hissettiniz mi? Hayır, benim bugüne kadar böyle bir sıkıntım hiç olmadı. Çünkü insanlarla diyaloglarım her zaman iyiydi. Hangi maça gitsek, rakip takım oyuncularından ve taraftarlarından hep pozitif duygular aldım. Bu kadar başarıya rağmen Türk medyasının gündeminde yeterince yer almadınız. Türkiye’de başarı hikâyeleri yeterince ilgi çekmiyor galiba. Biz başarısızlıkları konuşmayı daha mı çok seviyoruz? Inanır mısınız, ben hiçbir zaman burada haber çıksın, Türkiye’deki basın hakkımda bir şeyler yazsın diye düşünmedim. Tabii ki 7.5 yıldır Avrupa’da oynuyorsunuz ve desteklenmeniz gerekir. Ama ben hiç kimseden destek beklemedim. Sadece yaptığım işteki mutluluğumu ifade etmeye ve bu işten keyfi almaya çalıştım. Insanların düşüncesi benim için önemli değil. Bu arada Ada’ya gittiğinizden bu yana hiç kimseye röportaj vermediniz. Bunun sebebi neydi? Evet vermedim, hâlâ da vermiyorum. Çünkü benim mesleğim futbol oynamak. Yapacağım röportaj, vereceğim mesaj tabii ki önemli ama benim röportajım zaten sahaya çıktığım zaman başlıyor. 90 dakika boyunca röportaj veriyorum ben. Insanlar benim ne yaptığımı, ne söylemek istediğimi, hangi mesajları verdiğimi görüyor. Röportajın içindeki her şey sahada var. Ayrıca konuşmaya gerek duymuyorum. Kötü de oynasanız, iyi de oynasanız röportaj yapılıyor. Ama sonuçta röportajın en güzeli sahada veriliyor. Merdivenleri yavaş yavaş çıkmak lazım Türkiye’deki futbolculara sorduğumuzda Avrupa’ya gitmek istediklerini söylüyorlar ama hepsinin gözü en büyük takımlarda. Blackburn’e gitmeye pek gönül indirmiyorlar. Bu konuda onlara ne tavsiyede bulunursunuz? Paşa gönülleri bilir, ben ne diyeyim? Tabii ki her futbolcu Chelsea’de, Manchester United’da, Arsenal’de oynamak ister. Ben de isterim. Ama bir yerlere gelmek için merdivenleri yavaş yavaş çıkmak lazım. Yoksa sizi çok çabuk indirirler. Kendinize sağlam bir basamak bulmak istiyorsanız öncelikle seçeceğiniz takımı iyi araştırmanız lazım. Mühim olan doğru kararı verdiğiniz zaman hiç durmadan gitmenizdir. Insanlar “Bu küçük takım, ben o takıma gitmem” diye düşünüyorlarsa yanlış düşünüyorlar demektir. Liverpool-Everton derbisinden sonra Rafael Benitez, Everton için “Küçük bir takım” dediği için bütün Ingiltere’nin tepkisini topladı. Çünkü Ingiltere’de küçük takım yoktur, hepsi büyük takımdır. Tabii ki bazıları daha büyüktür ama bu diğerlerinin küçük olduğu anlamına gelmez. Benitez bir Ispanyol ve Ingiltere’deki anlayışı bilmediği için böyle bir söz edebiliyor. Bizde de bazı yöneticiler gökten haber geldiğini söylüyor, bazıları diğer kulüplerle ilgili küçümseyici ifadeler kullanabiliyor. Ingiltere’deki yöneticilerin verdikleri demeçlerle futbolcular kadar ön plana çıktığını söyleyebilir miyiz? Mesela sizin başkanınıza da gökten haber geliyor mu? 6 sezondur Blackburn’deyim, başkanın yüzünü bir ya da iki kere gördüm. O da transfer döneminde. Zaten hiçbir yöneticiyi göremezsiniz. Başkanlar konuşmaz. Onların görevi kulübü yönetmek, gelirlerini arttırmaktır. Futbolla ilgili konuşacak olanlar teknik adamlar ve yardımcılarıdır. Başkanın bu konularla ne alakası var? Tabii ki başkan gerektiği zaman menajerle diyalog kurup neler istediğini iletir. Sistem budur. Başkanın televizyonlara çıkıp futbolla ilgili konuşması söz konusu bile olamaz. Bizde televizyonlar çok olduğu için bütün başkanlar her tarafta boy gösterebiliyor. Burada suçlu olan medya mı? Başkanlar ya da yöneticiler isterlerse medyada görünmeyebilir değil mi? Zaten bir tencere düşünün, bir de kapağını bulun ve üst üste koyun, sorunun cevabı ortaya çıkar. Ingiltere’de Premier Lig dünyanın en büyük markası oldu. Bundan 10 yıl önce holiganizmle uğraşan bir ülke bugünkü duruma nasıl geldi? Neyi başardılar? Bir kere bu işi önlemek için bir sistem oluşturdular. Ingiltere’ye girdiğiniz andan itibaren biri bizi gözetliyor programlarında olduğu gibi adım adım izlenirsiniz. Holiganizme karşı yürütülen hareketin başarıya ulaşmasının altında bir de Ingiltere Milli Takımı’nda oynayan futbolcuların açıklamaları ve verdikleri mesajlar var. Toplumu olumlu biçimde yönlendirmeye çalıştılar ve bunda da başarılı oldular. Tek problem ırkçılık gibi görünüyor şu anda. Irkçılığa karşı da büyük bir savaş var. Belli dönemlerde bütün takımlar ırkçılığa karşı mesajlar içeren tişörtlerle sahaya çıkıyor. Bu konuda çok titiz olduklarını ortaya koyuyorlar. “Renk önemli değil, önemli olan içinizdeki düşüncenin ne kadar renkli olduğudur” mesajını veriyorlar. Kalbiniz güzelse renklerin hepsi size hoş gelir. Emre’nin yaşadığı sıkıntı nedir peki? Aslında Emre’nin yaşadığı bir sıkıntı yok. Emre’nin böyle bir şey söylediğine hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü karakteri çok sağlam bir oyuncu. Günümüz futbolunda defansif orta sahalar artık her şeyi belirliyor. Eskiden sadece rakibi durduruyorlardı artık onlardan başka şeyler de bekleniyor. Sizce bu mevkiin en büyük ayırt edici özelliği nedir? Bir kişiyi cımbızla çekip de “Sen bunları yapıyorsun ya da yapamıyorsun” demekle olmaz. Bu işi takım halinde düşünmek lazım. Ben bu görevi hiç konsantre olarak yapmadım, her şeyi oluruna bıraktım. Mühim olan takıma ne kadar faydalı olduğunuz, futbol bilginizi ne kadar yansıtabildiğiniz ve takım arkadaşlarınızla nasıl yardımlaştığınızdır. Ön liberonun bulunduğu ortam kolay bir ortam değil. Takımın ana sigortasındasınız. Saha içinde herkesle diyaloğunuzun çok iyi olması gerekiyor. Tabii ki biraz da kendinize güveniniz ve futbol tecrübeniz ön plana çıkıyor. Türk futbolunu medya yönetiyor Ingiliz medyası ile bizim medyamız arasında bir kıyaslama yapabilir miyiz? Mesela her antrenmanınızı 30 gazeteci mi izler? Bizim antrenmanlarımızda ne gazeteci olur ne de kamera. Maç Cumartesi günü ise medya mensupları Cuma günü gelir, menajerimizin belirlediği iki oyuncu basın toplantısı yapar ve biter. Antrenmana her gün seyirci gelecek, kameramanlar gelecek, böyle bir şey yok. Bu yasaklamayla da olmuyor. Kendiliğinden gelişmiş bir kural. Zaten bir idmandan her gün ne çıkarabilirsiniz? Her gün “O topa böyle vurdu, öbürü gol attı” diye yazılmaz ki. Aramızdaki fark şu; Türki futbolunu medya yönlendiriyor, insanlar da onlara inanıyor. Insanlar gazeteyi okuyup bana “Jübileye mi geldin?” diye soruyor. Keşke bizimkiler de olaylara kameranın merceğinden gördükleri gibi bakabilse. Ama öyle bakmıyorlar. Oyuncu yetiştirme konusunda da iki ülke arasında fark var gibi görünüyor. Geçtiğimiz ay Murat Erdoğan’la yaptığımız röportajda Türkiye’de futbolcu olmanın tesadüflere bağlı olduğunu söylemişti. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Evet, Türkiye’de futbolcu olmak tesadüflere bağlı. Ingiltere’de profesyonellik var, menajerlik sistemi var, yöneticilerin futbolcu ve menajerlerle ilişkileri çok farklı. Futbolcu olmak için ille de gidip birilerinin kapısını çalmanız gerekmiyor. Eğer iyiyseniz mutlaka keşfediliyor ve bir noktaya geliyorsunuz. Siz 7.5 sene önce Türkiye’den ayrılırken şampiyon takım sayımız dörttü. Halen değişen bir şey yok. Ingiltere için ise farklı bir durum söz konusu. Bu farkı oluşturan faktörler nedir? Ingiltere kulüplerinin hepsinin çok güçlü finansman kaynakları var. Sistem kurulmuş, paranın geleceği yerler belli. Dolayısıyla kulüplerin maddi krize girmesi diye bir şey söz konusu değil. Her kulüp birbirine yakın bütçelerle yönetiliyor ve herkesin belirli hedefleri var. Türkiye’ye baktığınız zaman ise televizyonları ve gazeteleriyle bol bol eleştirenler var, kulüplerin para sorunları var, doğru dürüst sponsorluk sistemi yok. Oysa rekabet için kulüplerin ekonomik açıdan güçlü olması gerekiyor. Futbol mantalitesi açısından baktığımızda Premier Lig’le Turkcell Süper Lig’i nasıl kıyaslayabiliriz? Ingiltere Ligi 90 dakika boyunca hiç düşmeyen bir tempoya sahip. Sürekli gol pozisyonu görürsünüz. Çok fazla fizik güce dayalı bir lig, futbol göze çok hoş gelir ve dakikaların nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Bizde ise problem herkesin futbolu bilmesi. O bilenler biraz geri çekilse herkes futboldan zevk alacak. Türk futbolu bana göre Ispanya’da oynanan futbolun seviyesinde. Bunu kimseye yaranmak için söylemiyorum. Göze hoş gelen futbol oynayan takımlar var. Türkiye’den hangi oyuncuları Premier Lig’e yakın görüyorsunuz? Isim vermek istemiyorum ama sadece Ingiltere’de değil, Avrupa’nın bütün kaliteli liglerinde oynayacak oyuncularımız var. Gitmek istediği sürece her futbolcu gidip oynayabilir. Nasıl olsa Türkiye’yi kimse haritadan silmiyor. Bir de yaş konusu var. Tugay Kerimoğlu Türkiye’de olsaydı bu yaşa kadar bu performansla oynayabilir miydi? Bilmiyorum ki, ben size soruyorum. O dönemde insanların nasıl baktığını göremiyorduk çünkü sadece başarı kazanmakla uğraşıyorduk. Yüzde yüz istemek lazım Türkiye’de 30 yaş civarındaki futbolcular sürekli sizi örnek gösteriyor ve “Tugay 36 yaşında Ingiltere’de oynuyorsa biz de burada oynayabiliriz” diyor. Kendinizi iyi eğitirseniz ve yapmak isterseniz hayatta yapamayacağınız bir şey yoktur. Mühim olan istemeniz. Ama yüzde 100 istemeniz, yüzde 99 değil. Yüzde 1’lik opsiyonu bile yok çünkü. Ben bugünkü konumumu bu yüzde yüz istememe bağlıyorum. Peki, ne zamana kadar devam? Çünkü Blackburn sözleşmenizi yenilemek istiyor. Evet, onların düşüncesi sözleşmeyi iki sezon daha uzatmak. Ama ben hep bir sezonluk sözleşmelerle devam etmek istiyorum. Bu bana daha mantıklı geliyor. Oynayabildiğim yere kadar gitmek amacındayım ve 2-3 sezon daha oynayabileceğimi düşünüyorum. Futbolu bıraktıktan sonrası için düşünceniz ne? Hayatınızı Ingiltere’de sürdürmeyi düşünüyor musunuz? Öncelikle antrenörlük yapmayı düşünüyorum. O olmazsa bağlı bulunduğum Galaxy Sport Managment’la çalışmak niyetindeyim. Menajerlik yapacağım. Bunu da Ingiltere’de yaşayarak gerçekleştireceğim. Çocuklarımın eğitimi ve benim yaşantım açısından bunun daha doğru olduğunu düşünüyorum. Türkiye burada zaten, her sene geliyoruz. Bir ay burada, üç ay orada yaşanabilir yani. Öncelikli hedef antrenörlük mü? Bu konuda bir teklif var mı? Siz Souness’la çok yakınsınız çünkü. Evet, öyle bir teklif oldu. Souness, Wolverhampton’ı alacaktı ama olmadı. Bu arada kendi kulübümden de oyuncu-antrenörlük teklifi aldım. “Şu anda oynamayı düşünüyorum ama ileride yine böyle bir teklifiniz olursa elbette kabul ederim” cevabını verdim. Inşallah olur. (Tam Saha)
<< Önceki Haber Tugay'dan samimi açıklamalar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER