Taraftar gibi benim de yüreğim yandı

Gazetemizin spor ödülleri gecesi için Les Ferdinand'ı misafir etmek genelde bizim fikrimiz, ama özelde benim hayalimdi. Son iki yıldır başka bazı organizasyonlar için kendisiyle irtibata geçmiştim; fakat onun da arzu etmesine rağmen bu buluşma bir türlü gerçekleşmemişti.

Taraftar gibi benim de yüreğim yandı

Nitekim bu sefer oldu. Ülkemizde sadece bir sezon oynayan Ferdinand ile geçirdiğimiz 24 saat boyunca aklımda hep daha önce işittiğim şu ilginç hatıra vardı: Beşiktaş'ın 28 senedir malzemeciligini yapan Süreyya Soner; "Ağır bir hastalık geçirdim. Yöneticiler de dahil kimse arayıp sormadı. Zeytinburnu'nda bir gecekonduda oturuyordum. Hiç düşünmediğim bir şey oldu; Ferdinand evime geldi ve beni özel bir hastaneye götürdü. Üç gün boyunca benim tedavimle ilgilendi. İyileştim ve hayatım boyunca bu insanlığı hiç unutmadım." demişti. Neticede fark ettim ki, bu hadisenin gerçekleşmiş olması çok kuvvetli bir ihtimaldi. Çünkü Ferdinand, gerek insanî yönü gerekse de karizmatik yapısıyla bu davranışı sergileyecek birisiydi. Zaten Süreyya Soner'i aradığımızda aynıyla teyit etti bu anıyı. Türk futbolundan adeta bir rüzgar gibi gelip geçen Les Ferdinand, ödül gecemiz için geldiği İstanbul'dan da bir rüzgar gibi gelip geçti. Beşiktaş taraftarı, daha sonra gelen bütün siyahi oyuncularını biraz da Ferdinand'ın yerine sevdi. Zaten kendi ifadesiyle o, yarım kalmış bir sevda hikâyesi idi. Hem kendi adına hem de Beşiktaş tribünleri adına. Türkiye'de yıllar sonra sizi görmek çok güzel. En son ne zaman gelmiştiniz? 19 sene önce Beşiktaş'tan ayrıldığımda 21 yaşımdaydım. Türkiye'ye en son 14 yıl önce gelmiştim. İstanbul'da sürekli görüştüğüm bir dostum yok. O yüzden bir sebep bulup gelemedim. İstanbul gerçekten çok değişmiş, yeni binalar yapılmış, bir Avrupa şehri olmuş. Buradaki anılarım yeniden canlandı. İsterseniz 1988'e dönelim. Havaalanına geldiniz. Neler hissettiniz? Hiç bilmediğim bir ülkeye geliyordum. Gordon Milne, beni beğenmiş ve Quen Park Rangers'tan kiralık olarak istemiş. O dönem 2. Lig'de Brentford'da yine kiralık olarak oynuyordum. Aslında ben Türkiye'ye gitmeyi pek istemiyordum. Türkiye'yle ilgili tek bildiğim "Midnight Express" adlı o korkunç filmdi. Ancak babam farklı fikirdeydi. Beni ikna etti. Pasaport kontrolünden sonra elimde valizlerimle çıkış kapısına geldiğimde karşımda yüzlerce insanı gördüm. Ellerinde Siyah-Beyaz bayrakları sallayıp bağırıyorlardı. Vayy dedim, bu nasıl bir coşku. Düşünün İngiltere'de 2. Lig'de oynayan birisiniz ve sizi Türkiye'de dünya yıldızı gibi karşılıyorlar. Müthiş heyecanlanmıştım. Konvoyla direkt beni İnönü Stadı'na götürdüler. Sezon açılışı varmış. Bu sefer binlerce Beşiktaş taraftarı beni selamlıyordu. Statta büyük bir gürültü vardı. O an büyük bir kulübe geldiğimi anladım. Çok etkilenmişsiniz anlaşılan... Evet. Kesilen bir koçun kanının futbolcuların ayakkabılarına ve alınlarına sürülmesi böylesi bir olayı görmeyen biri olarak beni çok şaşırttı. Bir ara alnımdaki kanı silmeyi düşündüm. Ama böyle bir hareketimin tribünleri dolduran binlerce kişiye saygısızlık olacağının farkına vardım. Akşam yemeğe gittik. Herkes şakalaşıyor ve masadan kahkahalar yükseliyordu. Önümüze kuzu eti getirildi. Ben ise stadyumda kesilen koyunun eti olup olmadığına emin olmadığım için, 'günün heyecanından iştahımın kesildiğini' söyleyip, hiçbir şey yemedim. Takımdaki ortamın nasıldı peki? Zalad dışında hiçbiri iyi derecede İngilizce konuşamıyordu. En çok onunla vakit geçiriyordum. Metin, Feyyaz ve Ali de üniversiteye gittikleri için biraz İngilizce biliyorlardı. Bana çok yakınlık gösterdiler. Zaman Gazetesi'nin ödül töreninde yıllar sonra onlarla yeniden görüştüm. Kaptan Rıza, Metin, Zeki, Şifo Mehmet, Saffet Sancaklı, Gökhan'la eski anılarımızı tazeledik. Beşiktaş'ta bir yıl oynadın, ama sanki yüzyıla bedeldi. Neden kalmakta ısrar etmedin? İstanbul'a kiralık olarak geldim. QPR'ın sözleşmeli oyuncusuydum. Sezon bitince İngiltere'ye döndüm. QPR'ın teknik direktörüne, Beşiktaş'ta bir yıl daha oynamak istediğimi söyledim. Bana 'şaşırdın galiba, bir yere gidemezsin' dedi. Beşiktaş'ta oynamayı çok istedim. Taraftarı çok sevdim. Beşiktaş, benim yuvam ve kariyerimin başladığı yerdir. Siyah-Beyazlı taraftarların dillerinde şarkı olduğumu iyi biliyorum. Ayrıldıktan sonra Beşiktaş taraftarı gibi benim de yüreğim yandı. Ama olmadı. Hâlâ yıllar sonra Londra'da pubda, statlarda beni gören Beşiktaşlı taraftarlar boynuma sarılır, onlarla sohbet ederiz. Özellikle Avrupa'da ırkçı saldırılar oluyor. Sen Türkiye'de oynayan ilk siyahi futbolcuydun. Böyle bir sorun yaşadın mı? Hayır, kesinlikle yaşamadım... Buna karşın tribünlerde rakip taraftarlar dahil en ufak kötü bir tezahürat işitmedim. Taraftar bana bir "merhaba" demek için ceplerindeki tüm parayı verebilecek kadar seviyordu. Gittiğim restoranlarda hiç para almıyorlardı. Bu da beni çok utandırırdı. Zaten hiçbir zaman aynı restorana iki kez gitmedim. Trabzonspor'da oynayan Kevin Campbell, İngiltere'de Türk kulüp başkanının bir sözünden dolayı Türkiye'de ırkçılık var deyince dayanamadım ve televizyona çıkıp ona karşılık verdim. Toni Schumacher altın saat sözünü tutmadı! Kupa maçında Toni Schumacher'e attığınız o gol hâlâ unutulmadı... Beşiktaş'a geldiğim sezonda da Fenerbahçe ile oynadığımız lig maçında ona ilk golümü atmıştım. Maçı da 2-0 kazanmıştık, Galatasaray'a da bir golüm vardı. Türkiye'de unutamadığım maç, Fenerbahçe ile oynadığımız kupa karşılaşmasıydı. Finalin ilk maçında attığım o gol gerçekten muhteşemdi. Fenerbahçe'nin savunmasında yer alan 4-5 oyuncuyu çalımlarımla yerle bir ettim. Toni Schumacher'i de geçip golü attım. O maçtan önce Schumacher çok hırslanmış ve kendisine gol atarsam altın saatini vereceğini söylemişti. Ben de golü atınca, malzemeci Süreyya'ya 'git altın saati al, senin olsun' demiştim. Schumacher, bizim malzemeci saati isteyince sinirinden saat yerine kramponu fırlatmış. Taraftarlar sonradan o golümü pankart yapıp stada asmışlardı. Türkiye Kupası'nı kazandığımız için birer kahraman gibiydik. zaman
<< Önceki Haber Taraftar gibi benim de yüreğim yandı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER