Futbolcu ve
teknik direktörler, ekrandaki 'yorumcu'larla sert tartışmalar yaşıyor. Reyting kaygısıyla hareket edenler, rakiplerinin önüne geçmek için 'sivri dilli' oluveriyor. Bu sebeple basın, okuyucu nezdinde itibar kaybına uğruyor. Yaşanan erozyonun teşhisi konusunda ise farklı görüşler var.
Milliyet Gazetesi
spor yazarı Atilla
Gökçe, kabahati patronlarda buluyor. Spor
gazeteciliğine dahil edilen liyakatsiz isimlerin, mesleği yozlaştırdığını savunuyor. 'Share' ve '
reyting' gibi kıstasların tek başına belirleyici haline geldiğini vurguluyor. En büyük üzüntüsü ise etik değerlerin sahipsiz kalması: "Birçok yorumcuyu izlerken tansiyonum yükseliyor.
Programı yönetenler de, 'işte çatışma noktası bulduk' diye seviniyor. Aslında üzülmesi lazım; çünkü tükeniyor. Bir dönemlik keyif uğruna koca bir kariyeri heba ediyorlar.
Medya kendisine
ihanet etti."
TSYD Başkanı Esat Yılmaer de,
futbolu,
hakemliği bırakan herkesin yorumculuğa soyunmasından şikâyetçi. 'Medyaya paraşütle inenlerin' gazetecilik mesleğinin saygınlığına gölge düşürdüğünü vurguluyor.
Son dönemde futbol dünyamızda müsabakalar kadar medyanın kendisinin de haberlere malzeme olması dikkat çekiyor. Futbolcular,
teknik direktörler,
yöneticiler veya
hakemler, özellikle televizyonda futbol müsabakalarını yorumlayan insanlarla sert tartışmalar yaşıyor. Dedikodulara dayalı sözler, sivri açıklamalar ve çeşitli suçlamalar gündemi belirliyor. Bu durum, okuyucu nezdinde itibar kaybına sebebiyet verdiği gibi
kavga ve
kaos ortamı Türk futbolunda da derin yaralar açıyor. Aslında yaşanan polemiklerden herkes zarar görüyor. Artık iş o kadar ileri gitti ki medya-sporcu ilişkilerinde hesaplaşmalar için
mahkeme kapıları aşındırılıyor.
Türkiye Spor
Yazarları Derneği (TSYD) Başkanı Esat Yılmaer, sporcu, hakem, yönetici ve medyayı bir gemide yol alan insanlara benzetiyor. Aralarındaki düşmanlık devam e
derse geminin batacağını düşünen Yılmaer, Türk futbolunun daha iyi yerlere gelmesi için husumetlerin kalkmasını diliyor. Ne yazık ki futbol çevrelerinde insanlar gün geçtikçe de birbirinden uzaklaşıyor.
Televizyon kanalları ve gazetelerin çoğalmasıyla 'yorumcu' sayıları da mantar gibi artıyor. Tabii reyting kaygısı yozlaşmanın kapısını aralıyor. Rakiplerinin önüne geçmek, daha fazla ses getirmek isteyen hemen sivri dilli oluveriyor.
Art arda yaşanan gelişmeler de sporcu-medya ilişkilerinin hangi doğrultuda ilerlediğini ortaya çıkarıyor. Mesela geçtiğimiz ay Emre Belözoğlu'nun
İnönü Stadı'nda Macaristan'la oynanan 2008
Avrupa Şampiyonası grup
eleme maçında basın tribününe yaptığı hareket... Türkiye'nin attığı goller sonrası agresif davranışlar sergileyen Emre, hatalı da olsa neden bu çirkin hareketi yapma gereğini hissetti?
Genç
futbolcu kimliğinden sıyrılan ve Milli Takım'ın tecrübeli isimleri arasında bulunan Emre, çok geçmeden TSYD'nin sert bildirisiyle karşılaştı. Ancak bu olay tazeliğini korurken Esat Yılmaer'den önceki TSYD Başkanı
Onur Belge, Emre ve
Terim hakkında inanılmaz bir iddia ortaya attı. Televizyon ekranında, Emre'nin Terim'in kızıyla evleneceği yönündeki duyumunu milyonlarla paylaşan Belge, büyük tepki gördü. İlk olaya belki de son dönemin en sert bildirisiyle karşılık veren TSYD, Belge'nin
belgesiz sözlerine mesafeli yaklaşıyordu.
Açıkçası Emre'nin milli maçtaki hareketinden bir gün önce Terim'in
basın toplantısı düzenleyip medyayı azarlaması bir şeyler olacağının habercisiydi. Terim, 'Sizde, yalan ve yanlışta
istifa eden var mı? Siz bilir misiniz, başarısızlıkları tek başına göğüslemenin ne büyük cesaret istediğini? Bu vicdansızlarda, bu cesaret var mıdır? Ben o cesareti gösterdim. Ne kalemimin, ne mikrofonun arkasındayım. Çünkü gazetecilik diye bir meslek var, ama vicdansızlık diye, insafsızlık diye bir meslek yok. Ben bundan sonra ders almam, ders veririm.' şeklinde ağır dille bir konuşma yapmıştı.
Terim'in sözleri, Emre'nin hareketi, Onur Belge'nin iddialarına bir de futbol yorumcusu eski hakem Ahmet Çakar'ın 'Türk spor basını terbiyesizdir.' açıklaması eklenince haber vermesi gereken medya yine kendisi haber konusu oluyordu. Geçen hafta F.
Bahçe Gazetesi'ne bir
röportaj veren Tümer Metin'in medya ile ilgili düşüncelerini de almakta yarar var. Kariyerinin sonbaharını yaşayan Tümer, 'Eleştiri yapılabilir. Fakat benimle yüz yüze geldiğinde yaptığı
eleştirinin çok saçma olduğuna onu ikna edebilirim. Bunu da biliyorlar, o yüzden çok fazla dikkate almıyorum o insanları. Hakaret derecesine varan eleştirinin hak görüldüğü bir ortam oluşturulmaya başlandı. Saçma eleştirilerden dolayı gerek görsel, gerekse yazılı spor medyasına fazlaca saygı duyduğum söylenemez.' dedi.
Maalesef örnekler bu şekilde devam edip gidiyor. Bu ülkede futbol yerine futbol dışı ne varsa ağızlarda dolaşıyor. Spor yorumcuları vuruluyor, sokakta
darp ediliyor. Peki neden böyle oluyor? Türk spor basını doğru istikamette mi gidiyor, yoksa batağa mı saplanıyor? İşte bugün ve yarın yayınlanacak yazı dizimizde medyada yüzlerine aşina olduğumuz kişilerle bu sorulara
cevap arıyoruz. Spor basınının içinde bulunduğu durumu kavramasına bir nebze olsun katkı sağlamak istiyoruz. Kısacası Türk spor basını nereye koşuyor, buna bakıyoruz.
Medya kendi kendine ihanet ediyor
TSYD eski Başkanı ve
Milliyet Gazetesi Spor Yazarı Atilla Gökçe, medyanın kendi kendine ihanet ettiğini düşünüyor. Spor yazarı, spor yorumcusu, spor gazetecisi kavramlarının yozlaşmış biçimde iç içe geçtiğini savunan Gökçe'nin bu konudaki fikirleri çok çarpıcı: "Bu konuda medya patronlarının duyarsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü spor gazeteciliğine üç büyük kulübün sözcüsü gibi hareket eden yorumcuları katarak müthiş bir kazık attılar. Genel yayın müdürlerinin dahi taraf tuttukları, renklerinden asla vazgeçemediği bir medya dünyasında yaşıyoruz. Televizyonun da bu yozlaşmada büyük etkisi oldu. Sorumsuz biçimde, sadece share, reyting gibi sayılarla ifade edilen kıstaslar konuşulmaya başlandı. Böylece mesleğin görülmeyen, yazılmayan etik değerleri sahipsiz kaldı. Birçok yorumcuyu izlerken tansiyonum artıyor. Söyledikleri öyle şeyler var ki bilimle de sportmenlikle de spor gazeteciliğiyle de çatışıyor. Bazı ifadeler karşısında futbol programını yöneten arkadaşlarımız hırsla, müthiş bir keyifle 'işte çatışma noktası bulduk' şeklinde seviniyor. Aslında üzülmesi lazım. 10 yıl sonra o arkadaşın orada olup olmayacağını hiç bilmiyorum. Çünkü tükenecek. Bir dönemlik keyif uğruna koca bir kariyeri heba ediyorlar. Zaten spor gazeteciliği falan umurlarında değil. Ama medyanın o insanların yollarına adeta kırmızı halılar döşemesi, kapılarını açması, program vermesi, köşe sahibi yapması yazık denebilecek bir durum. Medya bu kadar sorumsuz olmamalıydı. Kendi kendisine ihanet etti. Sonunda saygınlıklarını kaybettiler. Arada dürüst biçimde işlerini yapmaya çalışan arkadaşlarımız da birer birer eleniyor. Bu ortamın düzeleceğine dair tek umudum çok değerli
genç arkadaşların olması. Gazeteciler bir araya geldiği zaman mesleksel sıkıntıları değil, futbol kulüplerinin sorunlarını konuşuyor."
Ekrana çıkan, kişiliğini değiştiriyor
Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) Başkanı Esat Yılmaer, reyting uğruna mesleki etiklerin yıkıldığını söylüyor. Özellikle televizyon ekranlarında yorumcuların seviyeyi düşürdüğüne dikkat çeken Yılmaer'e göre en büyük sorun, iki günde yazar olup yorum yapanlar. İşte Türk spor basınının yegane kuruluşu olan TSYD'nin başkanının görüşleri: "Spor gazeteciliği başlı başına uzmanlık alanı. Bizde gazetecilikle yorumculuk karıştırılıyor. Bütün dünyada sporun içinden gelmiş, sporda sivrilmiş insanlar gerek yazılı gerekse de görsel basında kullanılırlar. Çoğu zaman kamuoyu da bu insanların fikirlerini merak eder. Ama o isimler de çok saygın kişilerden seçilir. Bizde ise futbolu, hakemliği bırakan herkesin yorumcu olduğunu görüyoruz. Oysa gazetecilik ciddi bir eğitim işidir. Biz bugün servisleri yönetenler ve TSYD, eğitime çok önem veriyoruz. Medyaya paraşütle inen bir sürü yorumcunun yazılarını sen, ben, buradaki arkadaşlar elden geçiriyor. Televizyonlarda seviyeler bazen düşüyor. Galiba ekrana çıkan insanlar kişiliklerini değiştiriyor. Dışarıda halim selim insanlar ekranda kavgacı oluyor. Kimin sesi fazla çıkarsa o ilgi görüyor. Kısa yoldan şöhrete kavuşmak isteyenler de böyle davranıyor. Ancak Türkiye'de taşlar bir süre sonra yerine oturacak. Elbette insanlar sıkılacak. Hatta sıkılmaya bile başladı. O tür yayıncılık bir yere kadar gider. Aslında kendilerini de tüketiyorlar. En büyük sıkıntımız ise iki günde yazar olup yorum yapanlar. Bunlar bağlı bulundukları kulübün amigosu oluyorlar. Bu tür ipe sapa gelmez yorumculara, halkın bir bölümü de spor yazarı gözüyle bakıyor. Böylece mesleğin saygınlığı, itibarına gölge düşüyor. Gazetelerin, bu insanlara kucak açması sayfaları yönetenlerin tasarrufu biçiminde açıklanamaz. Gazete patronları bu isim yazsın diyor, başlıyor yazmaya. Genç meslektaşlar onların yaptıklarından etkilenip onlar gibi davranmaya kalkınca mesleksel erozyona uğruyoruz. İmajımız zedeleniyor. Futbolcu, teknik adam, basını kendine düşman görüyor. Araya sınırlar koyuluyor. Haber alma hakkımız elimizden alınıyor."
zaman