Hazin ve acıklı!
Bir Galatasaraylı olarak üzgünüm. Takımın durumu hazin! Ali Sami Yen'de geçen
akşam sıradan bir
İsveç takımı, Helsingborg karşısında uğradığımız yenilgi tek kelimeyle feciydi.
Çok kötü oynadık, döküldük.
Büyük bir hayal kırıklığıydı.
Yazık!
Sarı kırmızı renklere gönül vermiş koyu bir Galatasaraylı olarak bu yazıyı haftalardır erteliyordum, yazmak içimden gelmiyordu.
Takım inişteydi.
Bir şeyler iyi gitmiyordu. Dikkatli bir gözle bakınca, dışarıdan bile görülüyordu bu durum. Oysa
sezona iyi başlamıştık. Hatta bir ara Fenerbahçe'nin 7 puan önündeydik.
Ama yine de huzursuzdum.
Güven yoktu takıma.
Sanki bir anda her şey kötüye gidebilir duygusu ağır basıyordu. Eksik olan bir şeyler vardı takımda. Futbol bilgisine güvendiğim kişiler de böyle düşünüyordu.
Kaleciler güven vermiyordu. Mondragon'u göndermiş olmanın mantığını kavramak güçtü.
Bunun gibi
savunma göbeği aksıyordu. Burada da Tomas'a yol verilmesini anlamak kolay değildi.
Sağ ve sol bek mevkileri oturmamıştı. Savunma çok kolay açık veriyor, bu yüzden çok basit goller yiyorduk.
Gol atıyorduk atmasına ama, gol kaçırmakta da üstümüze yoktu. Hakan Şükür'le
Ümit Karan tribünlere saç baş yoldurabiliyordu.
Başlangıçta büyük
ümitler bağladığımız, yeni
Hagi diye bağrımıza basmaya hazır olduğumuz Lincoln düşüş halindeydi. Başlangıçta çok iyi giden Linderoth da aksamaya başlamıştı.
Peki ya Kalli,
yaşlı kurt?
Aksaçlı
teknik direktörümüz Kalli'yi de beğenmiştik sezon başında. Ama ona da bir haller oldu. Her geçen hafta takım tertibinde olmadık yanlışlar yapmaya, hissi davranmaya koyuldu. Deplasmandaki
Gaziantep maçımız tam bir fiyaskoydu.
Takım çok çabuk yoruluyor.
Takımda ruhsuzluk alametleri var.
Mustafa Denizli'nin deyişiyle:
"Galatasaraylı
futbolcular hissetmeden oynuyorlar; hissetmeyen
futbolcular grubunun başarılı olması mümkün değildir."
Futbolu çok seven bir Galatasaraylı olarak perşembe akşamı Ali Sami Yen'de belki de takımımın dibe vuruşunu yaşadım. Bu statta büyük zaferlere
tanık olmuş bir Galatasaraylı olarak içim karardı.
Aslında yıllardır iyi gitmiyoruz.
Maalesef öyle.
Bu sezon başında olduğu gibi, arada bir hep umutlanır gibi oluyorum. Ama takıma,
yönetim tarzına daha dikkatli gözle bakınca -Fener'in hâlâ üç puan önünde olmamıza rağmen- o iyimser havam anında dağılıyor.
Perşembe akşamı Ali Sami Yen'e gelirken
sağanak halinde yağmur yağıyordu. Statın önünde, girişlerde sular birikmiş, yer yer
göle dönmüştü.
Sulara bata çıka, hoplaya zıplaya geldiğimiz turnikelerin önünde bir itiş kakıştır gidiyordu. Çünkü, dünyanın parası verilerek alınmış kartlar doğru dürüst işlemiyordu.
Kanat Atkaya, onbir yaşından beri geldiği Ali Sami Yen'in bu yağmur göllerinden bunca yıldır kurtulamadığından yakınıyordu. İçeride
tuvalet durumları her zamanki gibiydi. Bir
bardak çay, bir fincan
kahve almak bile bazen işkence oluyordu.
Bunlar yeni değil.
Ali Sami Yen'in köhnemiş, gecekondulaşmış altyapısının ve bir kulüp yönetim tarzının yılan hikayesine dönmüş meseleleri...
Ama bütün bu perişan hallerimizi, hazin bir yenilgi sonrası Galatasaraylılara çok daha fazla battığını, içlerini acıttığını belirtmek için bu satırları yazıyorum.
Üçüncü golü de yiyince birçok Galatasaraylı
öfke ve üzüntüyle karışık duygular içinde stadı terketti.
Biri giderken şöyle dedi:
"Öylesine bir yenilgiye uğradık ki, Beşiktaş'ın 8-0'ından daha beter. Çünkü
siyah beyazlı takım hiç olmazsa
rakip sahada oynadı ve karşısında da sıradan bir takım değil
Liverpool vardı."
Evet, çok yazık.
Bundan daha fazla dibe vurulmaz. Bakalım, tekrar çıkışa geçebilecek miyiz? Mucizeye bel bağlamaktan başka çaremiz yok.
Dip not 1:
Sabri iyi oynamadı. Tribünlere el kol sallaması çok yakışıksızdı. Ama takımda görevini doğru dürüst yapmayan bir tek o değildi ki... Ayrıca, Sabri'nin tribünlerden
protesto edilmesi de hoş değildi, haksızdı.
Dip not 2:
Bu arada, çarşamba akşamı o görkemli statlarında PSV'yi güzel bir oyunla yenerek Şampiyonlar Ligi'nde yoluna başarıyla devam eden Fenerbahçe'yi kutluyorum.
HASAN CEMAL- MİLLİYET