Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri: OHAL kaldırılmalı
Avrupa Konseyi’nin insan hakları alanındaki komiseri Nils Muiznieks, 2016 Nisan ve Eylül aylarında Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaretlerinin sonucu olarak Türkiye’de terör, insan hakları, yargı bağımsızlığı, ifade ve medya özgürlüğü konularını kapsayan raporunu tamamladı. Türkiye’deki insan hakları ihlallerine ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik en kapsamlı raporlardan birisi olan bu memorandum, tespitlerin yanı sıra uyarı ve tavsiyeler de içeriyor.
Komiser Muiznieks, bu ziyaretlerinde Türkiye’deki çeşitli resmi kurumların temsilcileri, dönemin İçişleri bakanı Efkan Ala, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Ombudsman Nihat Ömeroğlu, TBMM İnsan Hakları Komisyon Başkanı Mustafa Yeneroğlu, İnsan Hakları Kurumu Başkanı Hikmet Tülen, HSYK üyeleri, Diyarbakır komisyon üyesi Vali Hüseyin Aksoy, Diyarbakır Belediye Eş Başkanları Gülten Kışanak ve Fırat Anlı ile bir araya gelmişti.
Türkiye, 47 üye devlet içinde en vahim durumda
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 1959 ve 2015 yılları arasında verdiği kararlarda 10. maddeden (ifade özgürlüğü) 619 kez ihlal hükmü verdiği Türkiye, 47 üye devlet arasında en fazla ihlal yapan ülkeler arasında yer alıyor. Konsey’in daha önceki insan hakları komiseri Thomas Hammarberg de 2011 yılında Türkiye’deki ifade ve medya özgürlüğü ihlallerine dikkat çeken bir rapor yayınlamıştı. Konsey’in dikkate aldığı raporlar arasında, Avrupa parlamentosunun raporları ve Venedik Komisyonu raporuyla birlikte bu insan hakları raporu en önemliler arasında görülüyor.
Raporda, Türk Ceza Kanunu’ndaki terörle mücadele ile ilgili maddelerin tekrar gözden geçirilmesi defalarca vurgulandı. Bu kanunun keyfi uygulamaya sebebiyet verecek şekilde düzenlendiği belirtilirken, kapsamının daraltılması tavsiye edildi. Hâkim ve savcıların devleti koruma refleksi yerine, bireyin haklarını ön planda tutan bir tutum sergilemesi için düzenlemelerin yapılması gerektiği yönünde uyarılarda bulunuldu.
Havuz medyası tescillendi
Hükümet’in oluşturduğu ‘havuz medyası’ komiserin hazırladığı raporda yer aldı. Muiznieks “Hükümet, medya çoğulculuğunu koruma görevi olmasına rağmen, devlet kaynaklarını kullanarak hükümet yanlısı bir medyanın oluşmasını açıkça tevsik etmiştir. Hükümete yakın şirketlerin finanse edilerek “havuz medyası” oluşturuldu” ifadelerini kullanıyor.
Raporda Freedom House’a atıf yapılarak, kamu ihalelerinin başbakanlık bünyesinde merkezileştirilmesine değinerek, 2013’te sızdırılan dinleme kayıtlarında hükümetin İstanbul’a yapılacak 3. havalimanı karşılığında Sabah ve ATV’nin satıldığını ifade ediyor. TMSF’nin dost yakınlara varlık aktarmak için kullanıldığına yer veriliyor. Ayrıca TRT ve AA’nın sadece hükümet için kullanıldığı da açıkça ifade ediliyor.
Özellikle Güneydoğuya yönelik terörle mücadele operasyonlarını ile ilgili medyaya yönelik orantısız baskı uygulandı. Gezi ile birlikte sistemli bir şekilde işten çıkarmalar başladı Yavuz Baydar Sabah gazetesinden, Can Dündar Milliyet’ten atıldı. Doğan grubuna yönelik baskılar arttı ve Radikal kapatıldı.
Melih Gökçek’e ayrı bir paragraf
Nils Muiznieks, Türk makamlarının medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğü karşısındaki duruşları sertleşmesine Ankara büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek üzerinden örneklendirdi. Ankara büyükşehir belediye başkanı Melih Gökçek’in 3000 hakaret davası açarak Twitter’da övündüğünü ifade ediyor. Gökçek gazeteci, milletvekili ve akademisyenlere yönelik hakaret davaları açtığını dile getiriliyor.
2015 ve 2016’da Gülen hareketine yakın medya organlarına doğrudan, belirgin ve orantısız baskılara maruz kaldı. TV kanalları DIGITURK, TÜRKSAT gibi uydu sağlayıcılarından çıkarıldı. IMC TV’de PKK propagandası yapıldığı gerekçesiyle 2016 Şubat ayında kapatıldı. Savcı bu şekilde yetkisini aşırı derecede aşarak geri çevrilemez etkilere yol açtı. Komiser, bu durumu medya özgürlüğüne yönelik şiddetli ve yasadışı müdahale biçimi olarak görüyor.
Kayyım, editöryal müdahale, havuz ve iflas
İfade özgürlüğü kısıtlamaları Temmuz darbe girişimiyle nefes alamaz hale getirildi. 28 Ekim 2015’te Koza İpek’e atanan kayyım, şirketlere polis baskını, Türkiye’nin izlediği tehlikeli ve rahatsız edici yolun en büyük işaretiydi. Zaman, Today’s Zaman ve Cihan’ın da bulunduğu Feza grubuna karşı yine aynı yöntemin uygulanması Komiserin gözünden kaçmamış. Kayyım atama, ardından editöryal müdahale ile havuza dönüştürme ve nihayetinde iflas. Tüm bu hukuksuzlukların sonucunda gazete arşivlerine ulaşım kesildi ve kayyım devralmasında kısa süre sonra şirket iflas ettirildi ve tüm gazeteciler işsiz kaldı.
Kayyım atamaları ile ilgili yetkililerden istenen bilgiler, “soruşturmanın gizliliği ve devam eden hukuki işlemler” gerekçesiyle paylaşılmadı. Muiznieks mevcut verile göre medya kurumlarının 15 Temmuz darbe girişimiyle ve F... bağlantıları göz önünde bulunmaksızın medya şirketlerine el koyulduğu tespitinde bulunuyor.
İfade özgürlüğüne KHK ile darbe indirildi
KHK’larla herhangi bir hukuki yol takip edilmeden, mahkeme kararı olmaksızın bir dizi şirket ve medya organına el konuldu. Söz konusu kapatmalar, ifade edilen amaçlarla bağdaşmadığı, insan hakları temel ilkelerine aykırı olduğunu için derhal hukukun üstünlüğüne geri dönülmesi çağrısında bulundu. KHK’larlav158 medya şirketi, 45 gazete, 60 TV ve radyo istasyonu, 19 süreli yayın organı, 29 yayın evi ve 5 haber ajansı kapatıldı. Muiznieks “OHAL ve KHK’larla zaten Türkiye’de zayıflamış olan medya özgürlüğüne çok ağır darbe indirilmiştir” ifadesini kullandı.
İfade özgürlüğü ihlalleri konusunda TCK ilgili kanunlar sorun oluşturmaya devam ederken savcı ve mahkemelerin de yorumlaması ayrıca sorun oluşturuyor. 2013 yolsuzluk operasyonunda sonra Türk yargısı bağımsızlığı ve tarafsızlığı kaybetti. Türk yargısında 2011’den sonra kat edilen ilerlemeye 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonundan sonra darbe indirildi. Bu tarihten sonra HSYK üzerinden yargı sistemine açık şekilde müdahale edildi. Yargı mensuplarına tasfiye, soruşturma ve işten çıkarmalar takip etti. Yargı mensuplarına yönelik, baskı Gülen hakaretine yönelik olduğu ifade edilse de yargı içinde genel bir korku ve tutuklanma havası oluşturuldu. Türk yargısı politik iklimden doğrudan etkilendi bu dönemde bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetti. OHAL ile birlikte baskılar arttı. 216, 220,301 ve 314 sayılı kanunlardan dolayı 2013 yılında 1698 dava açılmışken bu rakam 2015 yılında 6547’ye kadar çıktı. Mahkemelerin aynı süre içerisinde verdiği tutukluluk kararı da 4 kat artış gösterdi, 1099’dan 3732’ye yükseldi.
Akademik özgürlüklerin kısıtlanması
Hükümetin sertleşme eğilimine bir örnek de akademisyenlere yönelik baskılar, “Barış için akademisyenler” imza kampanyasının teröre destek gerekçesiyle açılan soruşturmalar örnek gösterildi. Ayrıca Cumhurbaşkanının “sahte akademisyenler” söylemi ile hedef gösterdiği akademisyenler, hükümet üyeleri ve havuz medyası ve ardından toplumsal linç başladı. Ardından yargı devreye girdi soruşturma başlatıldı ve 4 akademisyen tutuklandı. YÖK disiplin kuruluna sevk etti. 511 kişi disiplin işlemlerine tabi tutuldu, 93 kişi görevden alındı, 15 istifa, 85 askıya alma 41 gözaltı ve yüzlerce kişi sorguya çekildi.
Son yıllarda terör olayları ve tolumu ilgilendiren olaylarda savcılık tarafından yayın yasağı getirilmesini de basmakalıp “kamu düzeni ve güvenliği gibi’ ifadelerle halkın bilgi almasının engellendiği ifade edildi. Özellikle bu tür durumlarda halkın hızlı ve kesin bilgi almansın hayati önem taşıdığı ifade ediliyor. Yolsuzluk soruşturmalarında da aynı durumla karşıladığı ifade diliyor. 45 çocuğun cinsel tacize uğradığı Ensar vakfı olayı da raporda yer alıyor. Ensar vakfı ve onlarca çocuğun istismar edildiği davaların da gözden kaçmadığı belirtiliyor.
Sulh Ceza Hâkimlikleri sorunlu
Kayyım, medya yasakları, internet ve sosyal medyanın engellenmesi, ifade özgürlüğünün engellenmesi en sorunlu kararlar olarak görülüyor. AKP tarafından geliştirilen Sulh Ceza Hâkimliklerin kapalı devre işlediği ve bir sulh ceza hâkimi kararının yine başka bir sulh ceza hâkimi tarafından temyiz edilebilmesinin sorunlu bir durum olduğu ve AİHS söyleşmesi ile bağdaşmadığı ifade edilirken ‘bağımsızlık ve tarafsızlık’ ilkesinin ortadan kaybolduğu belirtiliyor.
Türkiye’de gazetecilerin can güvenliği yok
Türkiye’de gazeteciler yönelik adlı taciz en üst sevideyken devam ediyor. Avrupa Konseyi tarafından oluşturulan gazetecilerin güvenliğini korumaya platformuna en fazla şikâyet Türkiye’den geldi. 20 Ocak 2017 tarihine kadar platforma gelen 250 şikâyetin 86’sı Türkiye’ye ait. Uyarıların %63’u fiziksel saldır, cinayet, yıldırma gibi ağır ihlaller içeriyor. 2011’de 67 gazeteci hafideyken 2016 Temmuz ayında bu rakam 151’e ulaştı.
Komiser Türkiye’de gazetecilere yönelik baskı ve yıldırma politikalarından yabancı gazetecilerinde nasibini aldığı son yıllarda gözaltına alınan ve tutuklanan yabancı basın mensuplarının, sınır dışı edilen basın mensuplarının olduğunu söyledi.
İnternet sansürü
Venedik komisyonun 2009 yılından bu yana talep etmesine rağmen TİB (Telekomünikasyon İletişim başkanlığı) sansürlenen ve engellen web sitleri hakkında bilgi vermedi. Fakat AB ilerleme komisyonunun 2016 Haziran ayında yayınladığı rapora göre 111,786 sitenin engellendiği biliniyor.
Dünya genelinde Twitter’a yapılan 5195 engelleme talebinin 2493’u Türkiye’den. 2015 verilerine göre ise Facebook’a 2078 içerik silme talebi ulaştı. Youtube, WhatsApp gibi sosyal medya platformlarına yönelik erişim engeli veya internet hızının yavaşlatılması da halkın haber alma hakkinin ihlali olarak görülüyor. Güneydoğuda HDP’li vekillerin gözaltına alınması suresinde 12 saat boyunca suren kısıtlamalar raporda yer alıyor.
24 Aralık 2016 içişleri bakanlığının verilerine göre sosyal medya üzerinde nefret ve kışkırta ve hakaret davalarının sayısı 10.000’lere ulaştı. Ayrıca bakanlık son 6 ay içerisinde 3710 sosyal medya kullanıcısının araştırıldığı 1656 tutuklu kaldığı , 1203 kişinin de serbest bırakıldığını ifade etti.
Yeni Anayasa değişikliği korkutuyor
Tüm bu insan hakları ihlalleri Türk demokrasisine karşı tehdit oluşturuyor. Muiznieks, TBMM tarafından kabul edilen yeni anaysa değişikliğinde bu eksiklilerin giderilmesine yönelik çalışmaların olmadığını ifade ederek biran önce düzeltilesi gerektiği uyarısında bulundu. “Türkiye’de medyanın özgürlüğünü kaybetmesi, yargının bozulmasıyla doğru orantılı. Korku ortamından dolayı hâkim ve savcılar devlet merkezli yaklaşımlarına geri döndüler. Özellikle sulh ceza hâkimlikleri Türk hükümetini koruma refleksi ile hareket ediyorlar. Türk makamları en hızlı şekilde terör eylemi ile eleştiriyi birbirinden ayırması gerekli. Demokratik bir toplumdan beklenen sorumluluk ve hoşgörü tekrar tesis edilmeli. 23 Ocak 2017’de kabul edilen son KHK olumlu sinyaller veriyor. Bu çerçevede Avrupa Konseyi ve Venedik komisyonu rehberliğine her zaman hazırdır’ ifadelerini kullandı.