15 TEMMUZ’DAN 15 GÜN ÖNCE
30 Haziran Perşembe 2016, Huber Köşkü, Yaldızlı oda
Müsteşar Nisan’da hazırladığı planın beğenilmesinden çok mutlu olmuş, 2 ayda epey mesafe almıştı. İşin sonuna gelmişti. Partiye en yakın iki generalle çalışıyordu. Karargâhın çarklarından belki de en önemli dişlileri onlardı. Tavan yoklaması beklediklerinden iyi gitmişti. Tahmin ve gözlemler doğrulanmıştı.
Atatürkçü generaller öfkeden patlamak üzereydi. Gençliğe hitabe “caps”leri instagram hesaplarında dolaşıyor, facebook’larda elden ele geziyordu: Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil gibi yazarları binlerce asker paylaşıyordu. Ana fikir Gençliğe Hitabe çevresinde dönüyordu. “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” “İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”
Parti yöneticileri kantarın topuzunu hayli kaçırmıştı. Atatürkçü generaller emir komuta dâhilinde olacak her türlü harekata hazırdı. Bekledikleri tek şey güvenebilecekleri isimlerin referans olması, kuvvet komutanlarının işin başında hazır bulunmasıydı. Aşağıdan 10-20 generalle atılacak her adım akamete uğrardı.
Cemaate yakın generallere Atatürkçü generaller üzerinden ulaşmayı denemişler ve başarmışlardı. Mesaj netti: “Ya bize destek olursunuz veya sizi elimine ederiz” demişlerdi. Buna karşılık Cemaate yakın generaller emir komuta harici bir darbenin macera olacağını düşünüyordu. Bu tür bir kalkışmada destek olmayı düşünmüyorlardı. ‘Sağlamcıydılar’. Yaklaşımları, “Bugüne kadar hep bu tür hareketleri engellediniz de ne oldu, bırakın ne halleri varsa görsünler” şeklindeydi.
Kaygılar ortaktı:
Zaten her gün Cumhuriyete darbe yapılıyordu. Devletin tüm kurumları parti organı olmuştu. Demokrasinin güvencesi kuvvetler ayrılığı bitmişti. Beyefendi durdurulmazsa ülke Kuzey Kore’yi geçer, Musollini İtalya’sına rahmet okuturdu. Anayasa alenen ilga edilmişti. Parlamento, TBMM artık yok hükmündeydi. Beyefendi’nin her dediği kanundu. Yargı tamamen siyasetin emrindeydi. Cumhuriyetin değerleri tek tek bitiriliyordu. Cumhuriyet can çekişiyordu. İlk defa kendilerince ‘meşru bir darbe’ yapılmış olacaktı.
Harekete geçmenin ortak paydası bu argümanlar olmuştu.
Müsteşarın tek garantisi iki kuvvet komutanını çok iyi bağlamış olmasıydı. Askerler onurlarına düşkündü. Elindeki malzeme onların bu yönünü bağlamaya fazlasıyla yetecekti. Tek korkusu kalmıştı: En tepedeki. Kendisini bugüne kadar astsubay eskisi diye her toplantı aşağılamıştı. İntikam saati nihayet gelmişti.
Hayatının kumarını oynadığını biliyordu. Kontrollü bir darbe organize edeceklerdi ama ya kontrolü kaybederlerse ne olurdu? Düşünmek bile istemedi. Bu iş Suriye’den Türkiye’ye üç beş top atışı ile savaş gerekçesi üretmeye benzemiyordu. Kendini sağlama almalı, uçağı o gece hazır olmalıydı.
Beyefendi sadece kendisini çağırmıştı. Hazırlıkların duyulacağından kuşkulanıyordu.
Kalender tepesindeki helikopter pistine indiğinde gece yarısı 00.30’du. İn cin top oynuyordu. Beyefendinin burada olduğu bilinmiyordu. Herkes kendisini Ankara’da sanıyordu. Huber Köşkü’ne girdiğinde Beyefendi kendisini bekliyordu. Direkt konuya girdi.
– Ne yaptınız, hazırlıklar ne safhada?
– Anlatayım efendim, derken çantasındaki notlarını çıkardı.
Efendim işler beklediğimizden iyi gidiyor. Fark etmemişiz zaten ciddi bir kımıldama varmış. Onu değerlendirip istediğimiz yöne kanalize ettik. Tepedeki üçlü çok sınırlı bir harekâta razı. Sonrasında Cemaaten olanları atmayı makul gördüler. Hadisenin karargâh dâhilinde bastırılması uygun olur diye düşünüyorlar. Öyle anlaştık. Diğer general ve subaylara harekâtta yer alsalar bile dokunmayacağız diye söz verdik. Aşağıdakiler ise darbenin başarılacağını, AK Partinin bitmesini, onların tabiriyle “karşı devrim”in çökertilmesini umut ediyor. Motivasyon bu.
Beyefendi’ye göre harekâtın tek başarısı olacaktı. O da ordudaki bütün cemaatçi, AKP muhalifi ve NATO iltisaklı general ve subayların ihracıydı. Muhaliflerin elinde silah olması kendisini korkutuyordu. Gerekirse 300 general 50 bin subay ordudan atılmalıydı. Yerlerini SADAT’ın eğitimli kadroları alırdı. Yetmezse il-ilçe başkanlıkları eliyle milli ordu oluşturulurdu. Rahatça uyuması için bu şarttı. Ama şimdiden söylemek tehlikeli olurdu. Müsteşara bile.
Beyefendi:
– Tamam. İyi de ya kontrolü kaybedersek?
– Efendim şöyle planlıyoruz… Bildiğiniz gibi tüm darbeler sabaha karşı olur. Bizim takvimimizde de öyle görünüyor. Tüm harekât kumanda merkezleri sabaha karşı başlayacağımızı bilecek. Sabah deyip önceki akşam düğmeye basacağız. Sabahı beklersek bu işi durduramayız. Kontrolü kaybederiz. Darbeyi 12 saat öne aldık diyeceğiz. Akşam sadece İstanbul ve birkaç ilde bazı birlikleri sokağa dökeceğiz.
– Peki, biz ne olacağız?
– Efendim plan seminerinde oluşturduğumuz takvime göre darbe konuşması sabaha karşı 04.00’te tüm televizyonlardan yapılacak. Sizi, başbakanı, bakanları o gece 03.00’de toplayacak görünüyoruz. Tüm televizyonları, Anadolu Ajansını, TİB ve BTK’yı, Türksat’ı hangi subayların teslim alacağı belirlendi. Sizlerin o gün nerede olacağınıza dair listeler hazır. Adresleriniz kayda geçti.
– Eee!
– Ama “darbe saati sızdı harekâtı 12 saat öne aldık” diye son anda acil bilgi geçeceğiz. Yani erken doğum, ölü doğum yaptıracağız.
– Nasıl yani? Biz serbest dolaşırken mi darbe başlayacak?
– Evet, tam olarak öyle.
– İnandırıcılığı olur mu?
– Efendim sizi Atatürk havaalanındaki sığınakta tutacağız. Uçağınız her ihtimale karşı hazır bekleyecek. Oradan TV’lere bağlanacaksınız. Daha doğal görünsün diye o saatlerde yayınlanan bir programa telefonla bağlanacaksınız. Selvi’yi ayarladık Hürriyet’ten. Telefonu programda açık olacak. Bir aksilik olursa sizi yayına alacak. Veya sizi kaydedip kaseti yollayacağız. Ama herkes sizin Marmaris’te otelde olduğunuzu sanacak. Sizi normalde 03.00’te oradan alacaklar.
– Peki, Amerika, Rusya, Almanya bu işe ne diyecek?
– CIA ve KGB’den saklamamız mümkün değil. Bunun bizim bir mizanseniniz olduğunu tabi ki anlayacaklar ama sessiz kalacaklardır. “Darbe teşebbüsünü önledik” tezimize inanmayacaklar. Muhtemelen kendi devlet yetkililerine de iletirler. En fazla biz darbeyi önledikten sonra geçmiş olsuna gelen devlet başkanı olmaz. Ama açıktan bir şey demezler. Cemaati ordudan tasfiye etmek sihirli bir sözcük. Bunu işleyince kimsenin umurunda olmaz. Birkaç çatlak ses konuşabilir. Önemli değil.
– Bunların generalleri bizi oyuna getirmesin?
– Yok efendim. Topu topu kaç tane ki! 10’u geçmez. Geçtiğimiz aylarda 3 generalle görüşen siviller tespit ettik. Onlara yoğunlaştık. Hiç sorgulamadan oltaya geldiler. Yaklaşımları “Atatürkçü kalkışmayı engellememe hatta destek olma” biçiminde oldu. Bizimkileri kullandıklarını zannedecekler. Bu siviller özel ekiplerle 24 saat fiziki ve teknik takip altında. Yurtdışına gelişleri gidişleri kontrol altında. Pensilvanya’ya da gidenler oldu. Kaydettik. Bu gidişler “cemaat darbe yaptı” tezimize inandırıcılık katacak. Darbe gecesi bize çalışan birilerine onları gezdirme bahanesiyle üslere davet ettireceğiz. O saatte beraber görünmeleri fevkalade önemli. Tabi kaydedeceğiz. Olmazsa bir kaçını helikopterle üslere götürüp orada yakalanmalarını sağlayacağız.
– Evet iyiymiş.
– Efendim yalnız özel bir istirhamım olacak. Aile fertlerinizin, Berat’ın bilhassa Bilal’in haberi olmasa diyoruz. E-maillerine, mesajlarına falan pek dikkat etmiyorlar. Başımız ağrımasın.
– Tamam tamam. Çocuklar duymaz.
– Hatta efendim başbakan da duymasa.
– O da o gün öğrenecek merak etme.
(Devamı var)
*Not: Türkiye’de gazetecilik bitti. Tüm haber kaynak ve yolları tıkandı. Böyle bir ortamda gerçeklere yalnızca ortaya saçılmış istemsiz verilerden ulaşılabilir. Dizideki metinler tamamen kurgusaldır. İçerik ise açık kaynaklara dayalı verilerden uyarlanmıştır.