Ekonomi uzmanı Uğur Gürses seçim sonuçlarını DW'ye değerlendirdi
31 Mart seçiminde ortaya çıkan sonucu beğenmeyip çeşitli yapay ve kanıtsız bahanelerle YSK’nın teamüllerini de çiğneterek itiraz süreçlerini çalıştıran ve sonunda seçimi iptal ettirip yeniletme kararı çıkartan iktidar partisi ve küçük ortağı, 23 Haziran seçiminde büyük bir şokla karşılaştı. 13 bin oyluk farka itiraz ederken 800 bine yaklaşan bir farkla kaybettiler.
Derin bir ekonomik krizin tam ortasında çözüm beklerken, sadece İstanbul değil Türkiye tam 3 ay kaybetti. 3 ayda ekonomideki hasar büyüdü.
31 Mart seçimi sonrasında “ekonomiye çözüm bulunur” beklentisi içinde olan kesimlerin umudu giderek karardı.
Yenilenen seçimde 800 bine yaklaşan oy farkı sadece “hakkı yenen ve mazbatası elinden alınan adayın” yeniden ezici bir farkla seçilmesi değil, ötesinde; Türkiye tam bir yıldır ekonomik krizin derinleşmesine tanık olurken, Ankara’da ülkeyi yöneten iktidar partisi ve küçük ortağının seçim sandığını devirmesi ve ekonomik krizin çözümsüz biçimde derinleşmesine de tepki bir bakıma.
“Çok kısa sürede çok sayıda seçim oldu, artık seçim sözü duymayalım” türü itirazların sandığa gitmekten yorulmakla ilgisi yok; tepki ülkenin sorunlarının çözümü yerine “seçimden sonra” yanıtıyla hasar içindeki ekonomiye getirilecek çözümlerin ötelenmesine.
23 Haziran seçiminde, ötekileştirilen ve yaftalanan seçmenlerin ittifakta buluşarak yüzde 55’lik bir tablo çıkarması karşısında Ankara’nın siyasi olarak ekonomik krizi çözecek adımları atamayacağı gün gibi açık.
Ankara’nın yeni muhtemel oyun planı içinde, bir seçenek kabine değişikliği gibi “vitrin tanzimi” olacak. Ama vitrin değişikliği olsa da bunun yapısal bir temele oturan kapsamlı bir ekonomik program getirmeyeceği çok açık. Çünkü 800 bine yakın, 9 puanlık oy farkı siyasi olarak "fay kırılması” demek. Oy kaybı sıradan bir kayıp değil; bugün genel seçim olsa küçük ortağı ile bile tek başına çıtayı geçemeyecek bir iktidar demek. Bu tablo içinde de reform gibi acıtıcı, harcama kısıcı ya da sıkılaşmış bir para politikasına dayanacak bir ekonomik program yürütülmesi mümkün görünmüyor.
Tersine, daha popülist ve de “maceracı” politika seçeneklerine uzanma çabası da olasıdır.
Bu da döngüyü daha da girdaba çevirecektir; krizi çözemedikçe ya da “maceracı yollar” toplum nezdindeki hasar büyüyecek. Böylece bu süreç ülkeyi kaçınılmaz olarak eninde sonunda erken seçime sürükleyecektir.
Ayrıca, herkesle kavgalı ve de hezimete uğrayan bir siyasi iktidara da uluslararası platformlarda “kredi açılması” giderek zorlaşıyor.
İktidarın elindeki tek enstrüman siyasi alanı normalleştirme, demokratik çizgiye, hukukun üstünlüğünü tesis etme seçeneği. Ama bu da “uçurumdan düştükçe” rasyonel seçim yaparak politika tercihi yapmanın güçlüğü nedeniyle mümkün değil.
31 Mart seçimi sonrasında da görülmüştü; 23 Haziran seçimi sonunda da umutsuzluğu kırılan seçmenler nedeniyle tüketici güveninde yükseliş olacağı çok açık. 31 Mart öncesinde iktidarın dışladığı kesimlerde yaygınlaşan umutsuzluk-yılgınlık son iki seçimle kırılıp geleceğe güvenle bakma açısını güçlendirmiştir.
Bu iyi ama yetmez; geleceğe güven artıyor olacak belki ama bunu karşılayan, kanala sokan bir "otoban” yok. Bu da ekonomiyi durgunlukta askıda tutacak bir unsur; eğilim iyileşse de buna vücut bulacak kanal yok.
İşte bu yüzden, her ne kadar kimi kesimlerde "yeniden bir seçim istemiyoruz” seslerine tanık olunsa da yaşanan süreç Türkiye’yi ister yavaş ister hızlı yeni bir genel seçime doğru sürükleyecektir.
Türkiye'nin yeni hikayesi; manifestosu ve hedefi restorasyon olan, görece yüzde 55'lik oy oranının da daha üzerini kapsayan, yeni siyasi oluşumların da katılımcılığı ve uzlaşmasıyla yeni bir genel seçim sonrasında bir “restorasyon dönemi” olacaktır. Demokratikleşme, hukukun üstünlüğünün tesisi, özgürlüklerin güvenceye alınması gibi temel hedefleri olan bir normalleşme ve “restorasyon dönemi”.
Bu hikâye, Türkiye’nin gündemine girdiğinde ekonomide de sorunları çözecek, yapısal değişimi ve sürdürülebilir çerçevesi olan yeni bir ekonomi politikası da ufukta belirecektir.
23 Haziran, 17 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın hezimet yaşadığı bir “deprem” sonrasında “yeniden inşanın” başlangıcıdır.
Kısa vadede ise ekonomide durgunluğun ve dalgalanmanın devam ettiği, sancılı bir sürecin devamı kaçınılmaz.