İçinde yaşadığımız sürecin farklı açılardan birçok yönü olduğunu artık hepimiz çok daha iyi biliyoruz. Hiç kuşkusuz bu dönemde üzerinde derin izlerin kaldığı kesimin başında çocuklar geliyor. Onların ruhlarında ve iç dünyalarında ve yaşadıklarını birçoğumuz hala anlamlandırabilmiş değiliz…
En masum ve en günahsız halleriyle, en güzel rüyaları gördükleri gecelerde uzun namlulu silahlarla odaları basılıp, güven abideleri ve melek gibi gördükleri anne veya babalarının bir cani gibi kelepçelenip kendilerinden koparıldığına şahit olan çocuklar…
Hayatında hiç görmediği hapishanelerin o karanlık koridorlarında saatlerce gözü yaşlı bekleyip şefkat kahramanlarını görüp yine ağlayarak oradan ayrılan çocuklar…
Babasına sırf KHK’lı olduğu için kimsenin iş vermediği ve yatağa aç giren ve dermansız uyuyan çocuklar…
Yaklaşık 7 yıldır babasından veya annesinden ayrı kalan, artık gözyaşları kuruyan çocuklar…
Zindanlarda doğan ve en güzel yıllarını renkli beşiklerde değil de demir parmaklıklar arasında geçiren çocuklar…
Artık yaşadıkları dayanılmaz safhaya gelince yurdunu yuvasını terk eden çocuklar…
Ailelerinin yanında yurtlarından yuvalarından ayrılırken saatlerce deniz veya nehir sularında korkuyla titreyerek hayatta kalma mücadelesi veren veya veremeyen çocuklar…
Çocuklar, çocuklarımız…
Aslında her biri kuyuya atılmış birer Hz Yusuf gibi onlar...
Yaşadıkları ve başlarından geçenler bu kutlu peygamberin gerçek öyküsüyle benzer.
Sadece çocuklar mı? Hayır…
Hz. Yusuf’un bir de yetişkinlik dönemindeki çilesi var. Kuyudan çıkıp yüksek mevkilere makamlara ulaşabilen, herkesin gözünün üzerinde olduğu dönem... Kıskançlık ve hasetle iftiralar üstüne iftiraların atıldığı ve Hz. Yusuf'un zindanda geçirdiği süreç...
İçinde yaşadığımız bu zaman diliminde de evlatlarımız gibi Hz. Yusuf’un yaşadıklarına maruz kalan ve duruş destanı yazan ablalarımız var, abilerimiz var…
Birçok şey ne kadar benziyor değil mi? İşte insan böyle zamanlarda daha iyi anlıyor; Allah’ın misaller verdiği kıssalardaki hisseleri. İşte böyle zamanlarda ayetlerin meali veya tefsiri çok daha iyi sinelerde yer buluyor. Hem de müşahhas örnekleriyle… Zamanın ruhuna uygun şekliyle…
Birçok din bilgini veya ilahiyat profesörü eşsiz tefsirler ve yorumlarda bulunmuş ve bulunuyorlar. Bunların içinde hakikati yansıtanlar başımız üstündeler. Lakin ayetlere farklı bakış açıları getirerek yorumlayanlar her zaman daha çok dikkatimi çekmiştir. Örneğin dünyayı etkisi altına alan Avatar-1’deki bazı sahneler beni Fil Suresi’nde anlatılan kıssaya götürmüştü… Senaristin veya film yapımcılarının gayesi bu değildi. Belkide sureden esinlendiler bilemiyorum ama benim için Fil Suresi'nin gözümde canlanmış haliydi bazı sahneler.
Hırslarıyla kirlettikleri dünyaları kendilerine yetmeyen ve gözlerini barış ve huzur içinde yaşayan başka topluluklara diken kötü insanların dev gibi uzay araçlarıyla yaptıkları… Etrafında adeta bir Kabe gibi dönüp ibadet ettikleri o kutsal ağaçlarını kötü insanlardan korumak için ebabil gibi kuşlarla verdikleri büyük mücadele ve bunun beyaz perdeye yansıması… Evet, bu filmdeki bazı sahneler Fil Suresi’ni çok daha iyi anlamama yardımcı oldu…
Benzer şekilde 21. Uluslararası Dil ve Kültür Festivali, En Güzel Öykü Müzikali’nin senaryosunu yazan Nedim Hazar da Hz. Yusuf’un başından geçenleri fevkalade bir bakış açısıyla yorumlayıp sahneye yansıtmayı başarmış…
Okuduğum ve yorumunu dinlediğim birçok ilahiyatçıdan çok daha fazlasını alabildiğimi düşünüyorum bu müzikalden. İnşallah ilerleyen yıllarda bu tarz gösterimlerin beyaz perdede daha geniş kitlelerle buluşacağına inanıyorum.
Evet, burada çok önemli bir mihenk taşı var. Başta da ifade etmeye çalıştığım gibi bu alanda uzmanlaşan değerli alimlere hiçbir şekilde sözüm olmaz, aksine onların birçok faydalı içtihatları veya yorumlarıyla bizler yön buluyoruz. Lakin içinde bulunduğumuz çağda farklı alanlarda yetişen farklı bakış açılarıyla bazı hadiselerin yorumlanması artık elzem bir hale geldi. Mesela bir tıp doktorunun, bir matematikçinin… Ve bir senaristin bakış açısıyla yorumlanmalı hadiseler...
Dün geceki müzikalde zaman zaman duygulandığım veya tebessüm ettiğim anlarda hep bunları düşündüm. Güzel bir senaryoyla 21 yıllık muhteşem bir birikim cem edilince ne kadar fevkalade bir gösteri ortaya çıkmıştı...
Anlatmak istediklerimin analizini yapabilecek çok daha iyi yazarlar olduğunu düşünerek fazla hadsizlik etmeden sözü onlara bırakıp bir başka konuya daha temas etmek istiyorum. “Yaşadığımız bunca mağduriyetler ve ihtiyaçlar içinde ne gerek var kardeşim müzik ve eğlenceye, şarkı ve Türküye…” Diyenler hatta daha fazlasını söyleyenler olduğunu biliyorum.
Belki acılar içinde kıvranırken dile getirilen bu tür sitemlere de amasız-fakatsız demeden, çok kızmadan, kucaklayıcı ve çözüm odaklı olmak gerek… Dinlemek ve çözüm yolları geliştirmek gerek... Hep beraber taşın altına el koymak gerek… Neden bu tür organizasyonların hala devam etmesi gerektiğini anlatmak gerek…
Eleştirenlere bu müzikali kayıttan bir kez olsun izletip bir daha yorumlarını almak gerek… Hz Yusuf’un yaşadıklarının bu kadar güzel bir şekilde yorumlanıp dünyanın farklı milletlerinden çocuklarıyla birlikte sahneye konup insanlığa barış ve kardeşlik mesajlarının nasıl verildiğini göstermek gerek… Zindanda sandalye de hayatını kaybeden Mustafa Kabakçı’nın nasıl sahnede gösterildiğini, Esma Uludağ’ın ve hicret edenlerin yaşadıklarını perdeye taşıyan gençlerin duygu dolu anlarını anlatmak gerek…
Basit bir şarkı türkü organizasyonu değildir 21 yıldır yapılanlar. Bu etkinliğin arkada planda görünmeyen fikir mimarlarının, çilekeşlerinin, bugün bizlerin çok azını yaşadığımız sıkıntılara göğüs gererek Orta Asya’ya veya Afrika’ya giden ablalarımızın ve abilerimizin hayallerinin gerçeğe dönüşüp yansımalarıdır tüm bunlar… Asrın büyük insanın daha genç yaşlarda tahta kulübesinde hayalini kurduğu ve mısralara döküp gerçekleştirmek için mücadele verdiği destanın vitrindeki küçük bir parçasıdır bu festivaller...