Bizim zamanınızda ilk okula başladığımızda okuma yazma öğretmek için öğretmenler fiş kullanırlardı. Küçük çocuğum da olamadığı için hâlâ fiş kullanılıp kullanılmadığını bilmiyorum. Önce cümle yazılır sonra onlar kelimelere ayrılır daha sonra da hecelere ayrılarak okuma yazmayı öğretirlerdi. Yani adına tüme varım dedikleri sistem. Öğretmenimiz cümleleri kelimelere bölünce bize ödev verirdi. Örneğin “Baba kelimesini cümle içinde kullanın” Ben de o gündür bu gündür öğrendiğim her bilgiyi hayatın içinde kullanmaya çalışıyorum. Hayatına tatbik etmediğin bilgi malum insanı kitap yüklü merkepler haline getirecektir. Yani kibarcası, “Malumat hamalı” olacağız.
Öğrendiğimiz bilgiler gerek dini gerek dünyevi olsun bizim hayatımıza yön vermesi gerekir. Meselâ sabır dedikleri şeyi başımıza musibet gelmeden ne menem bir şey olduğunu anlayamayız. Sabrı öğrenmek için de musibet talep edilmez tabii ki. Kişinin en iyi bildiği şey öğrendiği değil tecrübe ettiği şeydir. Meselâ hep duyarız, şeytanın sekerat anında kişinin durumuna göre değişik hallerde karşısına geçip “İnkarı karşılığında ona o sıkıntılı durumda yardım edeceğini onu kurtaracağını fısıldadığını” hani Kur’an-ı Kerim’de ifade buyrulduğu gibi “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşlere, besili atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı istek, insanlara süslü gösterildi…” diye devam eden ayet var ya; meselâ bunu hiç düşündük mü “Sekerat anında şeytan karşınıza ne ile çıksa bizin tahammülünüzü zorlar”
İşte Allah’ın bize bazen cebri lutfi olarak yaşattığı şeylere bu minvalden bakabiliriz.
Meselâ; dünyada bazen vazgeçemediğimiz şeyleri Allah elimizden alır. Kim bilir belki de sekerât anında şeytan bize onu şantaj olarak kullanacaktı. Şimdi siz kendi hayatınızda vazgeçemem dediğiniz şeyleri tahayyül edin ki bir gün vazgeçmek zorunda kalacaksınız. Zira her birimizi ölüm ayıracak bütün sevdiklerimizden. Yazının başında ifade ettiğimiz “Öğrendiklerinizi hayatın içinde kullanma” işi tam burada devreye giriyor. Paranızı, malınızı iman ve Kur’an hizmetine gözünüzü kırpmadan himmet edebiliyor musunuz? Ya da evladınızı imana Kur’an’a susamışların yaşadığı uzak diyarlara gönderebiliyor musunuz? Onların hasretini bağrınıza taş basıp dindirebiliyor musunuz?
Her sporcu, ister güreşçi, ister tekvandocu, ister basketçi, ister futbolcu vesaire vesaire sahaya çıkmadan evvel mutlaka ısınma hareketleriyle oyuna hazırlanır. Antrenmansız sahaya çıkan sporcuların spor hayatının ne kadar kısa sürdüğüne dünya âlem şahittir. Bizim de ahiretin mezrası olan şu dünyada yaşarken dünyamızı değiştireceğimiz ilk eşik olan sekerat anına hazırlık yapmamız lazım değil mi. İşte bunu başlarındaki antrenörün ehli firaset sahibi olması sayesinde çok iyi beceren bir grup var Türkiye’de.
Hey millet! Anlamadınız mı hizmet Hareketini zalimlerin nasıl dize getiremediğini. Hizmet Hareketine mensup insanların her şeyden evvel mallarını gözünü kırpmadan himmet ederek, evlatlarını genç yaşta bazen 3-4 yılda bir görebildikleri diyarlara göndererek İman ve Kur’an hizmetine adadıklarını. Ve sekerat anında şeytanın kafasını gözünü kıracaklarını...
Şimdi size sabır kahramanlarından birinin dilinden, öğrendiklerini hayatına nasıl tatbik etmiş onu nakledeceğim. Önce küçük yaşta kanser illetinden kaybettiği yavrusunun ardından ağıtlar yakan ve şimdiki değerlendirmesini dinleyelim.
''Önce yıllarca bekledim onu. Geldi sonunda. Dünyalar benim olmuş, gözüm ondan başkasını göremez olmuştu. Sahip olduğum en değerli varlıktı kızım. Derken gülücükler saçtı somurtkan dünyanın çorak iklimine bahar misali. Adımladı koridorları. Saklambaç oynadık, benim için dar, onun için kocaman bir dünya olan evimizde. Babasını kıskandıran, benim aklını başımdan alan o ilk kelime “Anne” demesi. Sonra başımıza bülbülü şeyda kesilmesi. Onca yapılacak işe rağmen babasını erkenden eve çekmesi. Bana şarkılar söyleyip öpücüklere boğan nergis kokulu kelebeğimden yıllar oldu ayrılalı. Ona hiç yakıştıramadım önce beyaz kefeni. Onu hep cıvıl cıvıl renklere bezerdim. Yakışırdı kızıma ne giyse. Özleminden hiçbir şey eksilmedi. Hatta daha da arttı. Bir yanım hala eksik.
Bana giderken bile öyle şeyler öğretti ki kıymetini yıllar sonra bugün anlayabildim. Her şeyin Allah’ın dilemesiyle tecelli ettiğini. Hakkımızda neyin hayırlı, neyin şer olduğunu asla bilemeyeceğimi. Mesela sabretmeyi ne güzel öğretmiş. Eğer o beni sabır antrenmanına çıkarmasaydı; bugün en yakınlarımızın, yıllarca ekmeğimizi paylaştığımız çalışanlarımızı birer eleman değil de adeta müessesemizin ortağı sayıp asla bir çalışan gibi muamele etmememize rağmen, arkadan hançerleyen talihsizlerin yaptığı ihanetlere nasıl katlanırdım. Hele on beş temmuz darbe tiyatrosundan sonra meydanlara kurulan sahneye çıkıp “Onların malları ganimettir. Eşleri helalinizdir” diyen şeytanın kıllı çocuklarının fetvalarına uyup ekmeğini yediği müesseseyi soymaya kalkışan kem talihsizlerin yaptıklarına nasıl tahammül edebilirdim. Hele arkadan iftiralarla ihbar eden hasedi imanına galebe çalmış yakınlarımız sebep olduğu; günlerce şu zayıf ve mecalsiz bedenime yapılan nezarethanedeki işkencelere kızımın ayrılık acısıyla tecrübe etmeseydim nasıl tahammül ederdim.
Biz iyiyiz hamdolsun, başkaları da nasiplensin, iyi olsunlar diye, hatta bunlara şer’i hükümlere göre verilen zekât ve fitrelerle yetinmeyip kazancımızın üçte birini yakınlarımıza dağıtmamıza rağmen, ekmeğimizi aşımızı paylaştığımız nankörlerin yaptığı tarifi mümkün olmayan muamelelere nasıl dayanırdım. Şimdi; “Milletimin imanını selamette görürsen cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım” diyen bir Mürşid-i Kâmil’den aldığı dersi hayatına tatbik eden, muhabbet fedaisi eşime isnat edilen, “Terör örgütü üyeliği” gibi Allah’tan korkmaz kuldan utanmazların ayırdığı eşimin yokluğu ve yine çocuklarımın yanında olamayışım, hiç tecrübem olmamasına rağmen zayıf ve cılız bedenime yüklenen, eşimden kalan işler. Ve bir sürü olaylarla sınanıyor olsam da çok basit kalıyor evlat acısının yanında. Ama o benim için şükür sebeplerimi arttırdı. İsyan edeceğim ne varsa hepsine set vurdu. Dört yaşında bir melek bana o kadar çok şeyle mücadele edebileceğimi öğretti ki ne kadar şükretsem böyle bir meleğin annesi olduğum için az kalır. Rabbim derin sulardan geçip derede boğulanlardan eylemesin. En zor zamanlarda yanımda olanlardan da Rabbim ebeden razı olsun. Bunca tehdit ve şantaja rağmen hep yanımda olanlar da olamasaydı her şey çok daha zor olurdu belki.
Şimdi “İyi ki doğmuşsun Züleyha’m” diyorum. Rabbim iyi ki sana anne olabilmeyi bana nasip etmiş. Canım kızım sen bana Rabbimin gönderdiği ve karşılığı hiçbir şeyle ödenemeyecek olan en büyük ve en güzel hediye idin. Senin hasretine tahammülle öğrendim zorluklara katlanmayı. Şimdi dünyada vazgeçemeyeceğim hiçbir şey yok. Bana öğrettiklerin arasında paha biçilemeyeni de budur anneciğim”
Ben bu kardeşimizi dinledikten sonra sordum kendi kendime; “Benim sekerat halinde karşıma şeytan ne ile çıksa beni kandırabilir” O kadar çok şey var ki, Rabbim yardımcımız olsun.
Hey! Bırakamıyorum bahanesine sığınan tiryakiler, Şeytanın karşınıza bırakamıyorum dediğiniz şeylerle çıkması durumunda ne yapacaksınız? Satacak mısınız bir paket sigaraya imanınızı?
Hey! Arkadaşının ne çilelerle ne emeklerle elde ettiği makamlara göz dikip, istidat ve kabiliyetlerle o makamlara gelemeyeceğinin fark edip, iftira ile buna muvaffak olan talihsizler.
Hey! Meslektaş bayan arkadaşına kendini kabul ettiremeyince onu şantajla evlenmeye zorlayan, evlenmek istemeyince de iftira yoluyla bir masumu ekmeğinden eden zavallı.
Hey! Binbir emekle kazanılan müesseselere çöken haydutların “Kayyım” diye atadığı fırsat budalaları.
Hey! Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya tamah edenler.
Hey! Şahsi çıkar ve menfaatlerinin zail olmasından korkup haksızlık karşısında susarak zâlime destek olan dilsiz şeytanlar.
Hey! Bugün uğruna ne zulümler irtikâp ettiğiniz yalılarınızla mı, bilmem kaç grostonluk filolarınızla mı, sıfırlayamadığınız dövizlerinizle mi, kupon arazilerinizle mi, bilmem kaç odalı saraylarınızla mı, ne ile sınanacaksınız farkında mısınız?
Siz terk etmeseniz de dünya sizi terk edecek.
Belki de, gerçi bunların uğruna yaptığınız zulümlere bakılırsa muhakkak da; imanınızı bunların uğruna satacak imansız olarak gideceksiniz mahkeme-i kübraya. Allah korusun...?
Zeynep ZAHİDE