Sabahın ilk ışıkları ile yola çıkıp İstanbul trafiğine takılmadan Silivri’ye ulaştık. Mahkum yakınları çoktan cezaevinin önünü doldurmuştu. Elemin kol gezdiği cezaevi önünde yaşlılar, anneler, babalar, eşler ve çocuklar bulunuyordu. O masum çocukların bile gözlerinde bir endişe vardı. Hüzün tablosunun içinde kendimize yer bulmaya çalıştık. Gazeteciler için özgürlük çadırı diğerlerinin dikkatini bile çekmiyordu! Herkes kendi derdindeydi.
"BURASI BİR TOPLAMA KAMPIYDI"
Edirne sınırına yakın, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde, yüksek kuleler ve tellerle çevrili yerleşkenin girişinde, ‘Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Kampüsü’ yazsa da bende uyandırdığı ilk intiba, burası bir toplama kampıydı. Özellikle proje mahkemeleri olarak kurulan Sulh Ceza Hakimlikleri eliyle tutuklananlar için, yargılama bir cezaya dönüşmüştü. Haklarında tek delil dahi bulunmayan masum insanlara manevi işkence yapılıyor, tecrit uygulanıyordu. AK Parti iktidarında Silivri, muhalifleri susturmanın sembollerinden biri oldu.
Umut nöbetini CHP Milletvekili gazeteci Mustafa Balbay’a devredip dönüşe geçerken ülkenin demokrasi ve özgürlükler çağı 21. yüzyılda içine düşürüldüğü bu durum karşısında utanç içindeydik. Ancak bize moral veren aynı günün akşamı Silivri’den aldığım bir mektup oldu. Cadı avının kurbanlarından, bir yılı aşkın süredir hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulan meslektaşımız Hidayet Karaca, avukatı aracılığı ile yeni görevimde başarılar diliyordu. Karaca, bütün zulümlere rağmen umudunu bir an bile kaybetmemişti.
Gerçeklerin önünde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Ülkenin üzerine kara bir örtü çekip bir süre yalanlarla insanları kandırabilirsiniz; ancak güneşin doğuşunu ilanihaye engelleyemezsiniz. Bir gün o örtü de sıyrılır, yolsuzluklar ve hırsızlıkları saklamak için masum insanlara atılan iftiralar yüzlere çarpılır. Yine karanlık odakların planladığı ‘faili meçhul’ dosyalarını kapatıp ellerine çakı dahi almamış Hizmet Hareketi’ne fatura etme gayreti de beyhude çabadır. Ülke içinde ve dışındaki operasyonlarını ellerine yüzlerine bulaştırıp yakayı ele verince ‘paralel’ safsatasına sığınmaları da bir işe yaramayacaktır. Tıpkı Paris’te işlenen cinayetler gibi.
Aksiyon, bu hafta yeni bir gazetecilik örneği veriyor. 3 yıl önce bugünlerde Paris’in göbeğinde öldürülen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylamaz cinayetleri dosyasını açıyoruz. Fransız adaletinin soruşturması tamamlandı, dosyada önemli bulgular var. Ali Yurttagül; Paris, Brüksel, Berlin, İstanbul ve Ankara hattında günlerce çalıştı. Belgeleri inceledi. Fransız soruşturma hâkimi, cinayetlerin Türk istihbarat teşkilatı tarafından yönlendirilen Ömer Güney tarafından işlendiğini savunuyor. Fransız yargısı olayı aydınlatmakta kararlı. Cinayetlerle ilgili bazı ayrıntıları ilk defa okuyacaksınız. Dava terör davası olarak görülecek.
Duruşmalar başladığında Türkiye-Fransa ilişkileri açısından Ankara bir defa daha zora düşecek. Daha önce suçüstü yakalanıp köşeye sıkıştıklarında Almanya Şansölyesi Angale Merkel’i, kafalarında kurguladıkları hayali örgütün “abla”sı yapmışlardı. Şimdi de Fransa Cumhurbaşkanı Hollande “abi” ilan edilebilir! Her neyse biz gazetecilik görevimizi yapalım, tarihe not düşelim… Nasılsa, Karaca’nın yazdığı gibi, aydınlık günler gelecektir...
HİDAYET KARACA: HER YENİ GÜNE UMUTLA KALKIYORUM
“Yüksek güvenlikli, tipsiz cezaevinden, yüksek duvarlarla tel örgülü ve kameralarla donatılmış zindandan her yeni güne umutla kalkıyorum. Haksızlıkların yerini adalete bırakacağı, gerilimli, kara meş’um günlerin geçmişte kalıp aydınlık yarınlara kavuşacağımız günlerin hayaliyle sizleri takip ediyorum. Maddi esaretler nasıl olsa bir gün bitecek. Ama makam, şöhret, ikbal hırsı için ahiretini berbat eden hakiki tutukluların durumunu düşündükçe değer miydi diyorum. Allah’a emanet olun. Aydınlık günlerde buluşmak üzere. 5.1 2016”