Feyza Akova | Samanyoluhaber.com
Şifa akımları çıkmaz sokağında…
İslam dünyası bu günlerde ciddi bir manevi buhran, bir travma geçiriyor. Bir yanda savaş ve totaliter devlet yapılarının yol açtığı mağduriyetler, öte yanda dindar görünümlü insanların sebep olduğu güvensizlikler insanların geleneksel dini metodolojilere ciddi bir tereddütle bakmasına neden oldu. Hasıl olan bu boşluktan yararlanarak kapıdan içeri giren ve neredeyse her gün mevcutlara bir yenisi daha eklenen türlü türlü şifa akımları var. İslam dünyasında özellikle Arap Yarımadası ve Türkiye’de bu şifa akımlarıyla ilgilenen, bunlardan fayda görüp, huzura erdiklerini ifade eden insan sayısı hiç de az değil.
Ancak Müslümanlar olarak biz bu şifa metotlarına karşı salt pragmatik şekilde yaklaşamayız. Yaralarımızı sarması, bizi iyi hissettirmesi bu akımları kapıdan içeri rahatlıkla buyur etmemiz için yeterli gerekçeler değil. Zira bu tarz akımlar içeriksiz, içi boş birtakım teknikler ve terapi araçları değiller, bu yöntemler bize gelirken bir dünya görüşünü, bir gerçeklik algısını da beraberlerinde getiriyorlar. Bu akımların dünya görüsünün alt yapısını oluşturan temel varsayımlarını ve gerçekliğin mahiyetine ilişkin tasavvurlarını irdelemek ve bizim İslami anlayışımıza ve düşünce dünyamıza uygun düşüp düşmediğini araştırmak zorundayız.
Gerçeklik Algısı ve Bilinçaltı Mekanizması
İnsan tek bir denklemle açıklanamayacak kadar kompleks bir yapıdır. Gerçeklik de böyledir. Gerçekliğe dair felsefi tartışmalarda genel bir kanı vardır. Gerçekliğe etki eden unsurlar çokludur (multi-causal), yani gerçeklik basit mekanizmalara indirgenemeyecek kadar komplikedir. Gerçekliğin algılarımıza bakan bir boyutu vardır. Evet, insanlar geçmiş yaşanmışlıkları, kültürleri ve kişisel yapılarına göre karşılaştıkları hadiselere ve dış dünyaya bir elbise giydirirler. İki insan aynı olayı çok farklı algılayıp yorumlayabilir. Ancak bu, gerçekliğin tamamen algısal olarak inşa edilen bir şey olduğu anlamına gelmez. Gerçekliğin algılarımıza bağlı olmayan, algılarımızın üzerinde aşkın bir yanı vardır. Bunun bütünsel olarak tam hakikatine biz ancak vahiyle ulaşır ve anlarız.
Popüler şifa akımlarının gerçekliğe dair temel yaklaşımı, onu düşünce gücünün bir ürünü olarak ele alma şeklindedir. “Gerçekliğimizi kendimiz yaratır, inşa ederiz” en temel mottolarıdır. Olumlu veya olumsuz her düşünce ve söz, dış dünyaya atılan, onu şekillendiren bir tohum gibidir. Bu şifa akımlarına göre, adeta düşünce ve söz gücüyle inşa edebileceğiniz şeylerin sınırı yoktur; kanseri yok eder, vücudunda kaybedilmiş uzuvların yeniden oluşmasına sebep olur, istediğin işi, istediğin eşi elde edersin. Bu gerçeklik algısı, gerçeklikle ilgili realist yaklaşımlardan ve İslam’ın gerçeklik tasavvurlarından bizi ciddi anlamda uzaklaştırıyor. Gerçekliğin sahiden her birimiz tarafından birbirimizden bağımsız olarak düşünce gücüyle inşa edilmesi ihtimali, ancak şizofrenik bir algı tarzında mümkündür.
Bu şifa akımlarının gerçeklik düşüncesinin temeline indiğimizde gerçekliği şekillendiren çok basit bir mekanizma ile karşılaşırız, o da bilinçaltıdır. Bilinçaltı kavramının bir hakikati vardır, ancak bu popüler şifa akımlarında bilinçaltı yeni bir anlam kazanıyor ve gerçekliğin inşasında çok merkezi bir yer teşkil ediyor. Örneğin, yaptığım bir projede karşılaştığım zorlukları geçenlerde şifacı bir arkadaşıma anlatıyordum. Yorumu, "bilinçaltında bu iş zor olacak diyorsun, o yüzden zor oluyor" oldu. Bu yaklaşım tarzı bizi gerçekliğin kompleks, çok unsurlu yapısından uzaklaştırıyor ve adeta hayatımızdaki iyi ve kötü her şeyi bu basit mekanizmaya indiriyor.
Yaşadığımız olumsuzluk ve zorlukların bilinçaltından kaynaklandığını düşünmek bizi, İslam’ın hadiselere bakış açısından farklı yerlere taşıyor. İslam’ın bize verdiği bakış açısı içerisinde başımıza gelen hadiseler, "Allah'tan gelen", aklımızın sınırlarının alamayacağı birçok hikmetlere dokunan, insanın beklentilerinin dışında çok aşkın meyveler verebilen bir anlamlı sırlar zincirinin halkaları olarak görülür. Başımıza gelen elim hadiseler ve zorluklar "bir hikmete binaendir", Kuran’da da bahsedildiği gibi "şer gördüklerimizde hayır, hayır gördüklerimizde şer olabilir”, bu tür olumsuzluklar "tasaffi etmemiz içindir", "geçmişteki hatalarımızdan dolayı Allah’ın şefkat tokatlarıdır"...
Şimdi bu kompleks dünya görüşü nerde, başımıza gelen tüm olumsuzlukları bilinçaltına bağlamak nerde? Dikkat ederseniz bu popüler akımların Allah-insan, kul-kader ilişkisi ile ilgili birtakım kabulleri; insan, kâinat, kader ve Rabbimizin mahiyetine ilişkin yaptıkları birtakım varsayımlar var. Mesela “başına bunlar bilinçaltından ötürü geliyor” derken bize aslında alttan alta farklı bir kader anlayışı sunuluyor. Bu kader anlayışı içinde gizlenmiş, haşa, bilinçaltının emrine amade pasif bir Yaratıcı telakkisi var. Aslında hayatta karşılaşılan olaylar basit bilinçaltı mekanizmalarıyla, atadan aktarım kanunlarıyla ve birtakım döngülere bağlı olarak açıklanarak, Allah’ın kudret sıfatı sınırlandırılmaktadır. Rabbimizin icraatında essiz olduğu, hiçbir kural, kaide ve sınırlandırma ile hareket etmek zorunda olmadığı göz ardı edilmektedir.
Yaratıcının gücünü kullanan muktedirler!
Bu şifa akımları bir yaratıcının varlığını kabul etmesi ve yaratıcının şifa “enerjisine” sürekli atıflarda bulunması ile görünüşte dine ve maneviyata oldukça açık gibi görünür. Ancak yaratıcı bu şifa denkleminde şifanın kaynağı olmakla beraber şifayı harekete geçiren bir unsur olarak gözükmüyor. Yaratıcı, -haşa- adeta bir şifacı tarafından aktive edilmek için hazırda bekleyen bir enerji kaynağı gibidir. Her şeyi yaratan, şifanın kaynağı tek bir yaratıcıdır dense de burada esas muktedir olan şifacıdır. Şifa ritüellerinde, “şifa aktardık ve oldu” cümlesinin söylenmesi öğütlenerek insana adeta bir olma ve oldurma misyonu yüklenir. Dahası şifanın gerçekleştiğinden şifacının zerre kadar şüphe duymaması gerekir, çünkü şifacının dilediğinde olduramayacağı şey yoktur. Evet, bu şifa sistemlerinin sürekli yaratıcıya vurgu yapan söylemlerinin arka planında esas fail, “gizli özne” insandır. Bazı şifacılar bu hususta daha temkinli davranıp “Yaratan O’dur biz yalnızca dua eden aracılarız” dese de -haşa- Allah’ın onların sorudukları her soruya adeta telefonun bir ucunda her an hazır ve nazır bekliyor gibi cevap verdiğinden ve içlerine gelen her hissin Allah tarafından gönderilmiş safi bir ilham olduğundan hiç şüphe duymamaktadırlar. Bakın bu akımlarda şifacı öyle bir yere konulur ki, dervişlerin çilehanelerde iki lokma bir hırka felsefesiyle yıllar boyu çalışıp da kimilerinin ulaşıp kimilerinin ulaşamadığı, Allah’tan sürekli ilham alma makamları ve bu ilhamlarla teşhis ve tedavilerde bulunabilme imkanları bir sertifika programıyla herkese nasip olur. Neden sürekli Allah’la konuşup ilham almayasın ki? Sen Tanrı’nın uzanımı mucizevi bir varlık olarak yaratıcıya çok yakınsın, onunla istediğin zaman irtibata geçebilir, istediğin kişiye şifa aktartabilirsin(!)
“Sen inanırsan her şey olur,” “sen mucizevi bir potansiyelsin,” “kendini gerçekleştir,” “kendini keşfet” söylemleri çok ön plandadır. Fakat bu söylemler öne çıkartılırken, İslami seyr-i suluk ve kendini gerçekleştirme anlayışında çok esaslı bir yer tutan “kendini unutmak ve kendinden vazgeçmek” gibi insanı acz, fakr, mahviyet ve hiçlik felsefesiyle Allah’a ulaştıran yollara dair, birtakım yüzeysel ifadelerin dışında, pek bir şey söylenmemektedir. Dahası başımıza gelen kötü hadiseler ve olumsuz duygular tamamen bilinçaltında yer alan ya çocukluğumuzda yaşanmış ya da sözüm ona atalarımızdan getirmiş olduğumuz birtakım tecrübelere atfedilerek bu tarz olumsuzluklardan nefsimiz sürekli muaf tutulmakta, nefisle hesaplaşmamız adeta olanaksız kılınmaktadır.
Şifacı “yaşam tarzı” ve açısal kaymalar
Bu şifa akımlarının dikkat edilmesi gereken belki en önemli yönü, kendilerini dini tandanslı “bir yaşam tarzı” olarak sunmaları. Terapi yapan bir psikoloğun modern psikolojiyle uğraşması onun dini yaşantısını, hayata bakış tarzını ciddi şekilde değiştirmez. Zira modern psikoloji kendini bir yaşam tarzı olarak sunmuyor. Ama bu akımlar bir yaşam tarzı biçimini alıyor, bu akımlardan etkilenen insanlar zamanla günlük hayatta baslarına gelen her hadiseyi, yasadıkları her duyguyu bu akımların düşünce paradigmaları içerisinde anlamlandırmaya, yorumlamaya başlıyor. Dahası bu akımları takip eden başka şifacıların da üye olduğu whatsapp gruplarına dahil olarak bu yasam tarzını seninle birlikte benimseyen ve bu “yeni yasam yolculuğunda” seni sürekli teşvik eden yol arkadaşları da ediniyorsun. Bu akımlardan etkilenerek, ibadete olan bakış açıları değişen, gelenekten gelen dua ve evradlar yerine artık whatsapp üzerinden birbirlerine şifa enerjisi göndermeyi tercih eden insanların sayısı hiç de az değil.
Bu şifa akımları ilk bakışta çok makul gözükebilir. Bunun sebebi, bunların temel dinamizmlerini oluşturan gerçekliğin inşa edilmesi olgusu, bilinçaltı, pozitif düşünce, duanın gücü vs. gibi unsurların hepsinin bir hakikatinin olması. Fakat bu olgular bize aktarılırken her biri esas mahiyetinden açısal kaymalarla uzaklaşmış bir şekilde sunuluyor. Mesela bilinçaltını insan düşünce ve davranışlarını etkileyen faktörlerden biri olarak görmek başkadır, onu kadere yon veren, gerçekliğin temel inşacısı bir unsur olarak ele almak bambaşkadır. Geçmiş atalarımızdan bize bir takım kalıtımsal aktarımların olabileceğine inanmak ayrıdır, atalarının travmalarının, hatalarının, almadıkları derslerinin dahi sana aktarıldığını düşünmek apayrıdır.
Yani farkında olmadan bir doğru ile beraber dokuz yanlışı da kabul etmiş oluyoruz. Evet “farkında olmadan” diyorum çünkü bu açı kaymalarını ilk etapta fark etmek hiç de kolay değil. Zira bu şifa akımları varsayımlarını bize kabul ettirmek, aklımıza yaklaştırmak için her türlü dini prensiplere başvuruyor, mesela bilinçaltındaki düşüncelerimizin kaderimizi tayin etmesi olgusunu “Allah insanın zannına göre hareket eder” fikriyle, “Allah’tan sürekli ilham alma” anlayışını da “Allah insana şah damarından daha yakındır” prensibiyle, “insanın Tanrı’nın bir uzanımı ve parçası olması” fikri de “Allah’ın insana kendi ruhundan üflemesi” ayeti ile bize sunuluyor.
Bir çıkmaz sokak hikayesi
Bu yazıyı aylar süren araştırma, okuma, incelemeler ve dahası bir çok şifa uygulayıcısı ile saatler süren görüşmeler neticesinde, şifa akımlarının açtığı yolda ilerleyen insanları düşünmeye sevk edecek bir çağrı, uyguladıkları şifa metodolojinin derinlerinde, arka planlarında gizlenmiş varsayımlarını fark etmeye yönelik bir davet olarak yazdım. Belki de kimilerinin vicdanlarının ve iç tereddütlerinin sesi olarak yazdım. Çünkü ilerledikleri bu yolda birçoğunun içi rahat değil.
Biliyorum, bir rüzgâr savurdu bizi. Kalplerimizi, hislerimizi bulandırdı. İçimize korkular, endişeler saldı. Biz kalbimizdeki böyle olumsuz hislere hiç alışkın değildik. Fakat bu karanlık hislerden kaçarken girilen bu yolda açısal kaymalar görüyorum, duygularımızı rahatlatıp acılarımızı azaltırken nefsimizi yücelten yöntemler, Rabbimizin izzetine yakışmayan yakıştırmalar, hakikat yolculuğunda elimize tutuşturulan çarpık pusulalar.
Bir uyarı tabelası bırakıyorum buraya aman dikkat et diye, burası bir “çıkmaz sokak” olabilir diyorum…