ABDULLAH AYMAZ
Bu süreçte pek çok masum ve mağdur kardeşimiz yiğit YUSUFLAR gaybubette kaldı ve karakollar ve hapislerde işkence gördüler, cezaevlerinde ibadet ve dualarla, bol bol Kur’an tefsiri ve İslamî eserler okuyarak, teheccüdlerle pazartesi-Perşembe oruçları ile, riyazat, zikir, evradlarla mânen yükseldiler. Ben şahsen pek çok evliyanın yetiştiğine bu zorlu ve mecburî yolla onların velâyet mertebesi kazandığına inanıyorum. Bu hususta çokları hakkında hiç şüphem yok… Evet onlar EVLİYA YUSUFLAR oldular.
Bu hususta “Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle diyor:
“Riyâzât yoluyla, hemen herkes belli lütuflara mazhar olabilir; kimileri ilim ile ahlâkı, ihlas ile ameli tehzib ederek hem Hak’la hem de halkla muamelelerinde edeb şuuruna ulaşır… kimileri, sürekli kendilerini Rabbileriyle olan muamelelerinin gelgitlerinde bulur ve bir lâhza ara vermeden O’na daha da yakınlaşma yollarını araştırır.. kimleri de, SERT KABUĞUNDAN SIYRILAN YUSUFÇUK gibi hayatlarını, yeni ulaştıkları semâvî âlemlerin kelebekleri sayılan ruhâniler arasında sürdürür…
“Halvette asıl olan gönül gözünün asla ağyâra (başkalara) kaymaması ve gece-gündüz demeden Cenab-ı Hakk’ın teveccühüne hazır olup beklemesidir. Bu bekleyiş aynı zamanda pasif bir bekleyiş de değildir. Bu bekleyiş kalbe akacak vâridâtı kaçırmama heyecanı içinde, gönül gözleri açık ve Hak’la halvet âdâbıyla geçirilen temkinli bir bekleyiştir. Bu mânâyı soluklayan Lâmekânî Hüseyin Efendinin bu sizleri ne hoştur:
Pâk eyle gönül çeşmesini tâ durulunca,
Dek tut gözünü gönlüne gönlün göz olunca,
İnkârı ko, dil destisini ol çeşmeye tuttur;
Ol âb-ı safâbahş ile bu desti dolunca,
Sen çık aradan hânesini Sâhibine ver;
Bî –şek gelir Allah evine sen savulunca,
Evvel koma ki, sonra çıkarmak güç olur güç
Şeytan çerisi hâne-i kalbe koyulunca!..
Vâkıa Allah zamandan, mekândan münezzehtir ama, O’nun, insanlarla alış-verişi de yine hep kalp yamaçlarında cereyan eder. bu itibarla da KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ, O’ndan gelecek tecelli dalgalarına her zaman açık ve hazır olmalıdır ki; Hz. İbrahim Hakkının ifadesiyle:
“Kasrına nüzul eyleye Sultan gecelerde…”
Cenab-ı Hak bir yerde Hz. Davud’a (a.s.) şöyle buyurur: ‘O evi Benim için boşalt ki, Ben orada olayım’ Bazıları boşaltmayı, kalbin ağyâr düşüncesinden, yabancı mülâhazaların ve O’nu nazara almadan, âlemle gereksiz münasebetlerden arındırma ve uzaklaştırma şeklinde anlamışlardır. Hz. Mevlânâ’nın bir hoş sözü de burada düşünce ufkumuza bir ziya gibi düşer:
“Akıllı olan, kuyu dibini seçmiştir; zira halvette gönül safası vardır. Kuyu dibinin zifiri karanlığı, halkın zulmetinden iyidir. Halkın ayağını tutan kimse baş alıp getirememiştir; yani nihayete erip sırra muttali olamamıştır. Halvet ağyâra karşı lâzımdır, yârla karşı değil; kürk kış için gereklidir, bahar için değil…”
“Halvetten murâd, kalb hanesini ağyardan (Allah’tan başkalarından) temizleyip yâr işe hemdem bulunmak olduğuna göre, halk içinde Hak’ta beraber bulunan ruhlar ve kesretin en uç noktalarında dahi sürekli tevhidi kollayan gönüller hep halvette sayılırlar. Buna mukabil, bütün ömrünü halvette geçirdiği halde, kalbini ağyârdan temizleyememiş ve içinden mâsivâyı söküp atamamış kimsenin halveti de bir aldanmışlıktır ve beyhudedir.
“Aslında mâverâî bir halvette, haktan tecerrüd ve uzlet yoktur. Böyle bir halvette insan, Mevlânâ’nın ifadesiyle, bir pergel gibi, ayağının biri lâhût ufkunda, diğeri de nâsut kurbunda, her an ayrı bir nuzûl ve urûcu bir arada yaşar ki, enbiya ve asfiya kuşağında bilinen halvet de işte bu halvettir. Cenab-ı Hak, Dâvud’a (a.s.): ‘Yâ Dâvud nen var, böyle halktan ayrılıp yalnızlığı seçiyorsun?’ buyurur. Hz. Dâvud: ‘Yâ Rabbi halkı Senin için terk ediyorum’ der. Cenab-ı Hak ona: “Ey Davud, her zaman uyanık ol ve ihvanından ayrılmamaya bak ama, dostlukları sana yaraşmayan insanlardan uzak kalmayı da ihmâl etme!’ ferman eder. Yani, mâdem ki, azmin köyümüzedir, sakın gönlünü Bizden gayrisine açma!”
Ne mutlu Yusuflara ve Yusufçuklara!..