Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'nde düzenlenen 'İşkencelerin önlenmesi ve belgelenmesi' konulu eğitim seminerine katıldı. Türkiye'de yaşananlara işkence olarak bakılmasının bile lüks hale geldiğini söyleyen Fincancı, "İnsanlar çatışma ortamında bu denli nefretle bilendiğinde, aslında biz de Suriyeleşebiliriz." uyarısında bulundu.
İHD İstanbul Şubesi tarafından düzenlenen eğitim seminerinde işkencelerin önlenmesi ve belgelenmesi konusu tartışıldı. TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı'nın katılımıyla başlayan seminere, yaklaşık 50 kişi katıldı. Burada konuşan Fincancı, Türkiye'de insan hakları mücadelesinin çok uzun soluklu bir mücadele olduğunu ifade etti. Fincancı, "Özellikle 80'lerle birlikte ihtiyaç nedeniyle daha da yoğunlaşan mücadele, sonuçta bir takım anlamlı kılavuzların ortaya çıkmasını sağladı. Deneyimden yola çıkarak. Başka ülkelerden meslektaşlarımızla daha da anlamlı hale geldi. Biz gördük ki bu kılavuzlarla hani tıbbın işkencelerin belgelenmesiyle birlikte birçok işkence yöntemi silindi. Türkiye'de artık elektrik işkencesi, askı işkencesi, falaka işkencesi öyle kolay kolay uygulanmıyor. Dolayısıyla sistem değişti aslında. Bu da çok değerlidir, bir sorunu belgelemek hekimlik pratiğinde. O sorunun toplumdan kaldırılması için mutlak koşuldur. Biz de o sorunu belgeler hale getirdik."
'İŞKENCELERİ BELGELEDİK VE YARGILANMALARINI SAĞLADIK'
"Bir zamanlar bu ülkede işkence yok denilirken; biz bunları belgeledik, yargılanmalarını sağladık." diyen Fidancı, günümüzde işkencenin yöntem değiştirdiğini vurguladı. Fincancı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sokakta yakalama sırasında şiddet uygulamaya başladılar. Biz bunları belgelerken de bugün görüyoruz, Yargıtaydan sokakta işkence kararı çıkıyor. 2014'te Avcılar'da parkta bira içerken polis tarafından dövülen bir genç vardı. Onun bu dövülme sonrası yaralanması belgelenince yerel mahkeme işkenceden iddianameyi açtı. Yerel mahkeme işkence kararı verdi. Yargıtay da onadı işkenceyi. 2014 Ağustos ayında çıkan bir karar bu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, özgürlüğünden alıkonulmuş olma şartı getiriyordu. Bunlar belgelemenin sonucu. İnsan hakları savunucularının da belgelemede rolü var. İlk yaralanmaları görenler onlar oluyor. Onlar delilleri toparlaya bilirse sonrasının onlar üzerinden konuşmak mümkün olabiliyor."
Günümüzde işkenceyi korumanın bile lüks hale geldiğini anlatan Fincancı, "Yaşam hakkı ihlalleriyle karşı karşıyayız. Bu yaşam hakkı ihlallerinin nereye gittiği ve hangi boyutlara olduğuna dair bilgiye bile ulaşmak neredeyse olanaksız. Çünkü çok ciddi bir algı operasyonu yapılıyor. Bir takım bilgiler toplumdan gizleniyor. Ciddi anlamda nefretin tırmanması siyasi irade tarafından da destekleniyor. Aslında çok korkunç bir tablo bu. Siyasi irade açısından da olumsuz bir tablo. Bu nefret, kör bir nefret. Ne zaman nereye döneceğinin garantisi de olmaz." şeklinde konuştu.
Fincancı, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Dolayısıyla böyle bir çatışma ortamında bu denli nefretle bilendiğinde insanlar, aslında biz de Suriyeleşebiliriz. Yani bir zamanlar Suriye vardı. İyi ya da kötü ama olanakları olan, kültürü olan... Sonuçta Suriye kültürel temelleri çok ciddi olan bir ülkedir. Kültürü çok derin bir kültürdür. Şimdi bizim sokaklarımızda dilenen mühendisler, doktorlar var. Dolayısıyla ne kadar kötü bir ortamda olduğumuzu görmek gerekiyor. Özellikle yine şimdi yakalama sırasındaki şiddet, bir basın açıklamasında bile şiddetle saldırıyor olmak. Bunun göz önünde bulundurularak belgelenmesini sağlamak. Ama orada başka bir şekilde belgelemek gerekiyor. Mesela dün Silopi'de bulunan mobil morgda bir vakıf temsilcimiz bulunmasına izin verdiler. Bugün izin vermemişler. Bağımsız gözlemcilerin mutlaka otopsi sırasında bulunması gerekiyor."
CİHAN