Bütün bir dünya tarihi anlarından birini daha yaşadı. Suriye'de yaklaşık olarak 54 yıldan beri süren Hafız Esad rejimi bir hafta da yerle bir oldu. Bu hadisenin perde arkasını, planlanan şeylerin neler, asıl planlayıcıların da kimler olduğu konularını, perde arkası yönü itibariyle bilme imkanımız yok. Görülen şu; bir, Esad diktatörlüğünün yıkıldığı, ikincisi de, Suriye halkının ekserisinin bundan memnun olduğudur. Beşar Esad'ın başına gelen bu olayda hem zalim diktatörler hem onun gibilere çanak tutan bürokrasi hem halk hem de tüm insanlık için, pek çok mesajlar olduğu muhakkaktır.
Bu hadiseler hengamında insanları en çok etkileyen hadise, Esad rejiminin yıkılmasından daha çok Sandanya hapishanesi görüntüleri olmuştur. Yerin altında, metrelerce derinde, zifiri karanlık dehlizlerde, binlerce insanın adeta çürümeye terk edilmiş olması, koğuşların perperişan hali, bilhassa kadın ve çocukların yaşadıkları kötü muameleler dinlenir gibi değil. Bizim şuursuzca yaşadığımız her bir dakika da, orada insanlar, ne acılar, ne elemler çekiyorlarmış da bizim hiç haberimiz yokmuş.
Bu hapishanedeki insanların pek çoğu siyasi suçlulardan oluşuyor. Kim olursa olsun, insan o manzaraları seyrettikçe, bir taraftan o insanların çektikleri sıkıntıları, diğer taraftan da utanç verici bu muameleleri bu insanlara reva gören insan görünümlü diğer varlıkları düşünmeden edemiyor.
Yıllarca bunca eleme, ıstıraba katlanmış, eziyet ve işkenceler altında o karanlık, soğuk, sağlıksız ortamlarda kalmış, akıl ve beden sağlığını yitirmiş bu insanlara acımamak mümkün mü? Ya bu zulmü, işkenceleri onlara reva görenlere ne demeli? İnsanın nutku tutuluyor. Bu zalim kişilerin nasıl oluyorlar da bu kadar insani değerlerden uzaklaşabildiklerini anlamakta zorlanıyor insan. Belki bu feci olayları izlemek, bizler gibi, akşam evinde, eşi ve çocukları ile oturup yemeğini yiyip çayını içen, sağlık sıhhati işi gücü yerinde olan normal insanlara bir düşünme muhasebe ve empati yapma fırsatı sunabilir. ‘Hapishane nasıl bir yer; tek hücre, zindan ne demektir? İnsanın hürriyetinin elinden alınması nasıl bir mahrumiyettir? İşinin malının mülkünün gasp edilmesi ne tür bir felakettir? İşkenceye uğramak, kadın olarak tecavüze maruz kalmak, soyulmak ve kadınlık, annelik onurunun zedelenmesi, insan hayatının hiçe sayılması vb.’ gibi konular gündelik hayatımızda sık sık duyduğumuz fakat başımıza gelmedikçe de çok önemsemediğimiz konulardan. İnsanlığın nasıl ayaklar altına bu görüntülerle şahit oldukça, “Allah’ım zalimlere bu dünyadaki cezan yetmez. Zalimler için yaşasın cehennem!” diyesi geliyor insanın. İnsanların uzuvlarının kesilmesi, asitle yok edilmesi, preslerle ezilmesi ve toplu mezarlar. Bunlar sadece Suriye'de mi oldu/oluyor acaba?
Genellikle hukuk ve demokrasinin olmadığı geri kalmış 3. Dünya ülkelerinde, ‘Derin Devlet’ olarak ifade edilen gizli bir yapı var. Bu yapının Türkiye’de de olduğu bilinen bir gerçek. Aslında asıl ‘Örgüt’ bu yapı. Bu yapının öğeleri kimdir, nedir; tam bir muamma. Fakat devleti kutsayan bu yapılar mevcut demokratik sistemin arkasında esas olarak ülkeleri yöneten güç. En bariz vasıfları, acımasız ve gerektiğinde hukuk tanımaz olmaları.
Halkına karşı bir takım bahaneler üreterek dışarıda birilerine kızıp öfkesini evdeki hanımından, çoluk çocuğundan çıkaran zalim bir baba rolünde görülen bu gizli yapı, zaman zaman kendini ‘Devlet baba’ olarak lanse etmektedir. Bu yapı, Şeyh Said isyanı ve Menemen vakalarını fırsat bilip ‘irtica’ yaygarası yaparak, Kürtlere ve alim zevata haksız ve hukuksuz bir şekilde edilmedik şey bırakmadı. Dersim olaylarında Aleviler hedef alındı. Belli bir dönem Ermeni vatandaşlar da bu öfkeden nasibini aldı. Üstad Bediüzzaman ve talebeleri, Hocaefendi ve yakın çalışma arkadaşları da bu işkencelere maruz kaldılar.
Yıllar önce, gençlik yıllarımızda , Üstad ve talebelerinin, Hocaefendi ve Mehmet Ali Şengül Hocamız gibi arkadaşlarının hapishane ve sorgulamalarda maruz kaldıkları işkenceleri işitip okuduğumuzda hayret eder ve bunca haksızlık ve zulmün irtikap edilebileceğine inanamazdık. 12 Eylül darbesinde de pek çok solcu, sağcı inanılmaz işkencelere maruz kalmışlardı. Binlerce genç hayatlarının baharını hapishanelerde geçirmek zorunda bırakılmıştı. Hapishanelerde katiller, kaçakçılar, hırsızlar, mafya babaları, tecavüzcüler, dolandırıcılar rahat rahat volta atarlarken, inanç ve düşüncesinden dolayı hapse atılan pek çok değerli insan akla hayale gelmedik işkencelere maruz bırakılıyordu. Kadınlara tecavüz ediliyor, kadınlık onuruna yakışmayacak muamelelere tabi tutuluyorlardı. Bu işkencelere maruz kalan binlerce insan hala hayattadır ve bu menfur olaylara şehitliklerini pek çok medya programlarında anlatmışlardır. O dönemler, bu emirleri veren, bunları uygulayanlar kimlerdi? Gündüz bu işkenceleri yapan güya o ‘Devlet memuru’ akşam evine gittiğinde eşi ve çocuklarının yüzlerine nasıl bakabiliyordu? “Bu necip bu asil milletten nasıl oluyordu da böyle vicdansız, cani, insanlar çıkabiliyor?” diye hep bunları düşünürdük.
AKP'nin ilk dönemlerinde Türkiye, hukuk ve demokrasi adına yalancı bir bahar yaşadı. O dönemde, artık ülke ve insanımızın, bürokrasinin demokrasi ve hukukun üstünlüğünü içselleştirdiklerini, o işkence ve zulüm dönemlerinin bir daha geri gelmeyeceğini düşünürdük. Ancak öyle olmadı. Maalesef o devlet refleksi yeniden hortladı. 15 Temmuz sözde darbe senaryosu ile ‘Devlet elden gidiyor. Konu devletse gerisi teferruattır, devletin bekası için her türlü yol meşrudur’ gibi nesebi gayr-i sahih (temelsiz) sloganların rüzgarıyla birden bağışlayın gaza gelen pek işkenceci asker, polis istihbaratçı memur türedi. Binlerce insanı tutuklandı, sorgulandı, hapse atıldı ve ağır işkencelere tabi tutuldular.
Kadınlar, hamile veya süt yaşında çocuğu olup olmamasına bakılmadan hukuk ve ahlakın rağmına çıplak olarak arandı sorgulandı, işkenceye maruz kaldılar. 15 Temmuz bahanesi ile hukuk rafa kaldırılarak keyfi bir uygulama dönemi başlatıldı. Yüzbinlerce insan KHK'larla işlerinden atıldı. Bazı insanlar hala bu tür uygulamaların Türkiye’de olmadığını, abartıldığını düşünüyor olabilirler. Daha dün kamuoyunda ‘Kız çocukları davası’ olarak bilinen dava da kız çocuklarının çıplak aramaya maruz kaldıkları, bizzat kendileri tarafından ifade edildi. İşkenceci insanlar videolarda kayıtlı, görüntüleri var. İsimleri kamuoyunda paylaşılıyor. Hatta bazı utanmazlar kanal kanal dolaşarak bir uzman edasıyla programlar yapıyorlar. Hala hapishaneler de hukuksuzluk, işkence ve keyfilik devam ediyor. Suriye'de yaşanılan kötü, fakat ülkemizde yaşanınca iyi mi? Bu nasıl bir çifte standarttır? Nasıl bir körlük sağırlık ve dilsizliktir?
Beşar Esad’ın hapishanelerinde samimi Müslüman kadınlara yapılan tecavüz ve kadın hakları ihlallerini boy boy manşetlere taşıyan ve kınayan ‘Havuz Medyası’ ve onların okurlarına sormak gerekiyor; “Burada Beşar Esad konumunda olan kim? O zulme uğrayan Müslüman konumunda olan kadınlar kim? Yok mu içinizde aklı başında bir adam?” (Hud,78)
“Bizim hapishanelerimiz böyle mi? Bunların yanında otel gibi” diyen nadanlara sormak lazım; “Bir düşünce, bir hareket hapishaneleri ile değil, okulları üniversiteleri, ilmi laboratuvarları, bilim adamları, refah seviyeleri, yetişmiş insanları, adaleti, namus şeref duyguları, dürüstlükleri, hukuka bağlılıkları ile övünmelidir. Hapishane ve hapishane sayıları ile değil… Hala şu kadar hapishane yapmaktan bahsetmeleri akıl alır gibi değildir. Demek ki toplumun yapısı çürümüş ve suç ve suçlu üreten bir mekanizmaya dönüşmüş durumdadır. Böylesine suç oranının yükseldiği bir ülkede normal insanları suçlu görüp önüne gelene ‘terörist’ denmesine çok da şaşırmamak gerekiyor.
Diktatör Esat yıkılıp gitti. Rusya’ya sığındı. Kendisinin gözüne girmek veya mevki makam elde etmek için onun goygoyculuğunu yapan, ona ve rejimi adına bu insanlara akla hayale gelmedik zulüm ve işkence yapanların hem dünyaları hem de ahiretleri berbat oldu. Şimdi artık onları sıkıntılı bir süreç bekliyor. Böyle zamanlarda insanların içinde birikmiş yılların kin, nefret ve öfkesine mani olmak da oldukça güç. Bir kaç hafta önceye kadar, kim derdi ki bunlar yaşanacak. Sebep ne veya kim olursa olsun zaman, devir dönüp geliyor ve üstte olanlar bir gün mutlaka alta geçiyorlar.
Zalim, zahiren galip, lüks, şatafat, debdebe içinde, ferih fahur, mutlu ve huzurlu, güçlü, kuvvetli gibi görünmeye çalışsan da aslında sürekli tetikte, endişe ve korku içinde sabahlara kadar gözüne uyku girmez bir vaziyettedir.’ Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı. İşte ‘Biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması, sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz. Allah zalimleri sevmez.’ (Âl-i İmran,140) Onlar hem burada hem de öbür tarafta rahat yüzü göremeyecekler.
Kısa veya uzun ama mutlaka bir gün, zalimin, zulmün dönemi biter ve geçer. Gerçek güç, kuvvet, iktidar Allah’ın elindedir. Fakat bunu zalimler, bir de gafiller göremez. Dünün muktedirlerinin bugünün zelilleri durumunda kaldığı çok görülmüştür.
‘’De ki: “Ey mülk ve hakimiyet sahibi Allah'ım! ” Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden onu çeker alırsın! Dilediğini aziz, dilediğini zelil kılarsın! Her türlü hayır yalnız Senin elindedir! Sen elbette her şeye kadirsin! (Al-i İmran,26)
Evet, insanımız ciddi bir imtihandan geçmektedir. Bir taraftan ekonomik sıkıntılar, diğer taraftan toplumdaki gerginlikler, adalet ve hukukun ortadan kalkması, ahlaki erozyon, bir türlü derdini anlatamama, duyuramama, toplumu tam da bir patlama noktasına getirmiştir. Ülke milyonlarca insanın ‘Terörist’ töhmeti ile sorgulandığı, yüzbinlerce insan hapse atıldığı, bir o kadarının KHK ile işlerinden edildiği, ülkesini terk etmek zorunda bırakıldığı huzurun kalmadığı bir ülke haline getirilmiştir. Demokratik ve hukuki manada yapılması gerekenler mutlaka yapılmalıdır. Diğer taraftan da, darda ve rahatta olan herkesin müşterek olarak Allah’a, içten ve samimi olarak teveccüh etmesi oldukça önemlidir. Efendimiz (as) kudsi bir hadisinde zalimin zulmüne maruz kalanlar için bir yol göstermektedir.
“Ben Allah'ım! Ben melikim. Ben melikler melikiyim. Bütün meliklerin kalbi elimdedir. Bana itaat ettiğiniz zaman, onların kalplerini lehinize çeviririm, isyan ettiğiniz zaman aleyhinize çeviririm. Onlar da bunlara çok kötü muamelede bulunurlar. Durum böyle olunca meliklere sebbetmekle (küfür, lanet, kınama, hakaret vs.) meşgul olmayın, aksine kendinizi zikir ve tazarru ile meşgul edin. Meliklerinizin hakkından size bedel Ben gelirim (sizi şerlerinden korurum)”. (Tirmizî, Daavât 83, 3498)
Evet, bir toplum haksızlığa, zulme, yalana, iftiraya, uyuşturucu ve gayr-i meşru yollara, hırsızlık ve yolsuzluğa adalete inancın yok edilmesine, adam kayırmaya, işlerin ehil olmayanlara verilmesi gibi suç ve günah olan fiillere sessiz kaldığı, doğru olan demokratik tavrı ortaya koymadığı takdir de Allah o toplumu terbiye adına onlara bir zalim hükümdar musallat eder. Yukarıdaki hadisin devamında “Allah'ım, (günahımız sebebiyle) bizlere merhameti olmayanları bize musallat etme.” buyrularak bu ilahi icraata işaret edilmektedir.
Dileriz, Suriye’de bilhassa Sandanya zindanında yaşananlar, Türkiye hapishanelerinde yaşanan haksızlıkları anlama adına insanımıza bir fikir verir ve bu hukuksuzlukların bitmesi adına kendine düşen demokratik vazifeleri hatırlamasına yardımcı olur.