Kavganın çıkış noktası ise
Hürriyet Yazarı
Enis Berberoğlu’nun 17
Mart 1997 tarihinde yayınlanan yazısı oldu. Berberoğlu, kimliği meçhul bir polis şefinin, 167 bin kişilik polis teşkilatı ve 7 bin kişilik özel timin askeri
darbe karşısındaki en önemli güç olduğu yolundaki açıklamasına yer verirken, bu polis şefinin
Bülent Orakoğlu olduğu iddiasını yazısına ekledi. Orakoğlu, Berberoğlu’nun yazısındaki bu iddiayı yalanladı ancak macun tüpten çıkmıştı. Askeri kesim, Orakoğlu’na
öfke püskürüyordu. Öfkenin sıcaklığı henüz soğumadan
Mayıs içinde başka bir
tartışma alevlendi. Askerliğini Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapan
emniyet istihbarat mensubu onbaşı
Kadir Sarmusak’ın
Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetleriyle ilgili ‘’ belgeleri sızdırdığı iddiası
gündeme düştü. Bu iddia, Milli
Güvenlik Kurulu’nun 3
1 Mayıs tarihli toplantısının da önemli gündem maddesiydi.
Gazeteci Hakan Akpınar, ’ kitabında Genel
kurmay Başkanı
Karadayı’nın hükümete şu uyarısını yazdı: Askere göre Sarmusak, emniyet adına
casusluk yapıyor ve
Genelkurmay ile kuvvet komutanlıklarının faaliyetleri hakkında
rapor hazırlıyordu. Orakoğlu, toplam ‘’ ifadesinin kendine ait olmadığını ısrarla söylese de o günlerin heyecanlı konularındandı. O iddia, Refahyol sonrası dönemde emniyetin zayıflatılmasına yönelik operasyonun ’ oldu. Refahyol döneminde Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’na atfen piyasaya yayılan ’ iddiası,
Mesut Yılmaz hükümeti döneminde yeniden depreşti. Askeri ve
sivil fişlemeye paralel olarak emniyetin etkisizleştirilmesi projesi, Genelkurmay tarafından devreye sokuldu. Yılmaz ise kayıtsız kaldı.
Genelkurmay Başkanlığı, 4
Şubat 1998 tarihinde
Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bir yazı göndererek, ‘ planlama yapıldığını bildirdi. Bu nedenle Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde bulunan ağır
silah,
mühimmat ile
araç ve malzemenin muhtemel bir seferberlik-savaş halinde askeri maksatlarla kullanılabilecek olanların envanterinin çıkarılmasını istedi. Bu silahların TSK sefer planlarına dahil edileceği duyuruldu. Duyuruda yer alan ifadesi özellikle dikkat çekiciydi. Yazı üslubuna genel olarak bakıldığında, emniyetin kontrolsüz büyüdüğü ve TSK açısından tehdit oluşturduğu sinyalini almak mümkündü. Bu yazıdan sonra Genelkurmay ve Emniyet yetkilileri, 11 Şubat 1998 günü bir araya gelerek, ağır silahlarla ilgili envanter çalışması başlattılar. Toplantıdan 6 gün sonra, DTP kontenjanından hükümette Baş
bakan Yardımcısı ve
Milli Savunma Bakanı olarak görev alan
İsmet Sezgin,
İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği (1
7 Şubat 1998) yazıda, emniyet envanterindeki ağır silahların bir bölümünün
terörle mücadele ve
OHAL Yasası kapsamında 1993 yılında alındığını ancak bu işlemlerin yasada açık hüküm bulunmasına rağmen Milli SavunmaBakanlığı’nın izni alınmadan gerçekleştirildiğini öne sürdü. Sezgin’in yazıda bir iddiası daha vardı: O halde? Sezgin, yazının son bölümünde ağzındaki baklayı çıkardı:
Polise deniyordu ki: Terörle mücadele artık fiilen askerin işi, artık sana ihtiyaç yok, o nedenle elindeki ağır silah ve araçları teslim et... Sezgin, bu mektubu ayrıca, ilgi için Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı’na, bilgi için de
Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği’ne gönderdi. Mektuba eklenen ve
Topçu Kurmay
Albay Güneş Önal tarafından hazırlanan listede teslimi istenen ağır silah ve mühimmatın dökümüne yer verildi. Ağır silahlar: -Mühimmat: Bu yazıdan hemen sonra emniyet envanterindeki bu ağır silah ve mühimmat, periyodik olarak Genelkurmay’a devredildi. Askerle birlikte terörle mücadelede önemli pozisyonu olan emniyete, ’ denilerek elindeki ağır silah ve mühimmatın alınması, hele bu girişimin Genelkurmay adına bir bakan tarafından yapılması o döneme ait unutulmaması gereken bir dersti. Şimdi tekrar başa döndük. 28 Şubat sürecinde dağıtılan ve ellerinden ağır silahları alınan Özel
Harekat Timleri yeniden Doğu’ya gönderiliyor. Mesut Yılmaz, İsmet Sezgin ve
Çevik Bir başta olmak üzere tüm sorumlulara sormak gerekmiyor mu