Samanyolu Haber ailesine yeni bir yazar daha katıldı

Pedagog Meral Aslan artık Samanyoluhaber.com okuyucuları için yazacak...

SHABER3.COM

İşte Meral Aslan'ın ilk yazısından bazı bölümler 


Merhaba sevgili dostlar. 
Size dostlar diyorum çünkü hiç birinizi tanımasam da aramızda yazı yazmanın bir ilişki kanalı olduğuna ve okuyan ile yazar arasında çoğu kez tahmin edilenden daha sağlam ve sıkı bağ kurabileceğine inanıyorum. Yazacağım satırların da, ele alacağımız konuların da bir süre sonra bir dostluk köprüsü vazifesi ifa edeceğine inanıyorum. 
Zamanla ne demek istediğimi ayrıntılarıyla açıklamak üzere tanışma faslımızı kısa tutacağım. 
Hayat düz bir çizgide ilerlemiyor. Bunu siz de en az benim kadar iyi biliyorsunuz. Yaşadığımız mutluluklar da, hüzünler de hayatımızın bir gerçeği ve parçası. Ben yazılarımda neyi ele alırsam alayım, güzelliğin perspektifinden bakmayı tercih edeceğim. Elbette hüzünlü şeyler de paylaşacağız ama hüznün de güzelliğini idrak ederek bunu yapmayı deneyeceğiz sevgili dostlarım. 
Eskiye dair güzelleme yapabilecek kadar deneyimlemedik belki hayatı. Ancak yaptığımız okumalardan, dinlediğimiz öykülemelerden çıkardığımız bir mutlak sonuç var. Zamanın akışıyla oynamışız biz modern çağın hızlı insanları. Gün, yüzünü geceye dönermiş eski vakitlerde ve adım adım inilirmiş geceye. Şimdi bir anda karanlığında buluyoruz kendimizi gecenin. Zifiri karanlıkta bir çukura düşmüş gibi canımız yanarak. 
Hızlı ve ani… 
Üstelik bitimsiz bir düşüş bu, sonu yok sanki. Her düşüş bir siliniş, her çığlık bir unutuluş adeta. Güzel anılar siliniyor, renklerin o ahenkle dans eden tüm alt tonları birer birer kayboluyor belleklerimizden. Belirli belirsiz bir parlama kalıyor geriye. Çoğu zaman anlam bütünlüğünü yitiriyor anılarımız. Bir karanlık geceden gelip oturuyor ruhlarımızın başköşesine ve omuzlarımızdan aşağı akarak esir alıyor bedenlerimizi. 
Belleklerimiz dijital veri partikülleri gibi o kadar kolay silebiliyor ki yaşadıklarımızı. Toplu taşıma araçlarında unutulmuş eşyalar gibi, önemsizce atılıyor eski bir deponun mahzenine. 
Bir fotoğraf çağırıyor kimi zaman bizi yaşanmışlıklara. Kimi zaman bir ses ya da bir melodi. İşte o yüzden şarkıları önemsiyoruz, çünkü biliyoruz her şarkı ilk dinlediğimiz an bir anlam ifade ediyor artık hayatımız için. Bazen bir nota kadar kısa oluyor geçmişin en umulmadık anlarına uzamsız yolculuklarımız. Bir ağaç gölgesi çağırıyor kimi zaman bizi gençliğimizin en aşkın coşkularına, kimi zaman bir su sesi çağlıyor hatıralarımızın artık suyu kesilmiş çeşmelerinde. 
Acılar bir yük biliyoruz hepimiz. Ama anılar öylesine güçlü bir kaldıraç ki, yardım ediyorlar belleklerimizi yaralayan hüzünlü hatıraları taşımaya. Özenle tutulan bir genç kız cımbızı gibi, teker teker çekip alıyorlar acılarımızı ruhumuzun saplanan yerlerinden. 
Kuş seslerinin cıvıltısı çoğu kez mutlu eder ona şahit kılınanları. Ama kimilerini de hüznün uçurum yarlarındaki eşiğine getirip bırakıyor. Minik gagalı bir kuş iğdiş ediyor hafızamızı işte o zaman. Her darbede kanıyoruz cıvıltıların şen şakraklığında. Şaşırtıyor bu durum, bizi bu halde görenleri. Her ne kadar pürüzsüz görülse de tenimiz, nasırlı bir ihtiyar köylü eli gibi hissediyoruz parmaklarımızla ruhumuzun çeperlerinde gezindiğimizde. 
Aslında öngörülür bir ceza bu hepimiz için. Çünkü elbirliğiyle yok ettik insana dair ne varsa. İnsanlığa dair tüm hisleri akıl almaz bir hızla körelten yine bizleriz. Kendi ırkımıza yaptıklarımızı en kötücül düşmanlar bile yapmamıştır hiçbir zaman! Bu nedenle pişman bir kabulleniş var tüm çağdaşlarımızda. Bu nedenle suçluyuz hepimiz. Şarkılara müracaat edecek olursak; masum değiliz hiç birimiz esasen. Bölmek, parçalamak, yok etmek belki doğamızda var ama yine doğamızda saklı değil mi bunları dengeleyecek olan güzel özellikler, kötülüğün antikorları! Hoş hasletlerimizi körelttiğimiz için bugün suçluluk hissediyoruz öfkelerimizle gizlemeye çalışarak. Merhameti ruhumuzun küflü bodrumlarına hapseden bizler değil miyiz? Vicdan hangi mahzeninde kilitli benliklerimizin? Bu baskın vurdumduymazlık, bu içkin umarsızlık değil mi bugünkü tüm bu kapkara tabloların nedeni? 
Masumların yanaklarından süzülen yaşlarda gizli masumiyetimiz. Orayı görebilirsek ışığı yakalayacağız belki de. Oraya dokunabilirsek arınacağız. Ve o yanaktaki tuzlu izler aslında kötülükle aramızda bizi ayıran nehir. Durgun göller gibidir aslında yüreklerimiz. Pırıl pırıldır en başta. Biz neyi dökersek oraya, onun rengini ve şeklini alırlar bir süre sonra. Kaçınılmaz bir finaldir bu. Kapkara kalplere biyopsi yapın bakın her hücresinde nasıl bir katranlık gizli. Yüzeyinde yemyeşil çınarların yansıdığı bu gölün, şimdi balçıktan bir zift kaplıysa sathı, nedeni içimizin kirlerini buraya döküşlerimizdir. Ruhumuzun oluklarından akanları filtrelemeden nereye döküyoruz ki böyle!
Oysa geri dönüşsüz değildir yaşanan hiçbir değişim.
Öyle bir kapı vardır ki insanın içinde, ne kadar paslanırsa paslansın, yeteri kadar zorlanırsa iyilikle açılacaktır. Sabırla demlediğimiz pişmanlıklarımız birer ağıt olarak toplanmalı avuçlarımızda ve oradan yükselmeli basamak basamak. Avuçlarımıza dökülen her damla gözyaşı sökecektir menteşeleri paslı açılmaz kapıları. Ve iki kanadı büyük bir gürültüyle açılıp ardına kadar, tüm meltemliğiyle dolacaktır ruhlarımıza merhametin esintisi. 
Ey kirlenmiş kalp, bize affedilmenin ve affetmenin kapılarını aç!
Güneşin o muhteşem dönüştürücülüğüyle havalandırmalıyız ruhlarımızın çekmecelerini. Dokunduğu her şeyi kapkaranlık ve şekilsiz bir kötülüğe büründüren merhametsizliğimiz, güzelliğin o muhteşem kristalizasyonuna dönüşmeli dudaklarımızdan avuçlarımıza dökülen her güzel kelimelerimizle. İflah olmaz bir iyiliğin çiçek desenli elbiselerini kuşanmalı kelimelerimiz. Bunları anlatıyorum ya ben, zannedilmesin ki kötülüğe yüz çevirerek yokmuş gibi davranmalı öğütlüyorum. 
Asla… 
Kötülük hep var, biliyoruz. 
Başından beri vardı ve sonuna kadar olacak…
Benim yaklaştırmaya çalıştığım tablo, kötülüğün bizi dönüştürdüğü bataklık. Ve yine çok iyi biliyorum, bu bataklıkta peydahlanan gıdası kötülük olanları. Onlara karşı en güçlü antikor iyiliğin dolaşması damarlarımızda. Göreceksiniz, en güçlü iksir budur fenalığın sahipleri için. 
Başak sarısı bir nasır sarmalı şakaklarımızı zonklamaktan belki. Alnımız uyuşmalı pişmanlıklar secdesiyle. Öncemiz nerede başlıyordu unutmalıyız ve hesapsız yaşamalıyız sonramızın kaygılarından arınarak. Anız gibi yakarak değil… Yeter ruhumuzun nadası… Sabanlarımızı toprağın merhametli derisine paslı bir mızrak gibi saplayarak ilerlemeli ve ekmeliyiz merhamet tohumlarını tekrar. Göreceksiniz nasıl da yeşerecek o mümbit ruh tarlalarımız. 
Upuzun uykulardan uyanmanın yolu güzel rüyalara salıncak kurup, bir ileri bir geri salınmak değil. Gerçeğin kucağına bir salıncaktan atlar gibi atlayarak uyanmaktır. 
Hayatı yakalamak ondan kaçarak değil ona koşarak mümkündür. Vicdanlı adamın denize attığı yıldızlar gibi şükrederken bir yandan, sahiller dolusu masumları düşünmek yeterli olmaz kesinlikle. Bir şeyler yapabilmek adına önce görmek, sonra anlamak ve en son olarak elleri uzatmak gerekir. 
Bakın o zaman nasıl güneş rengi bir bayram sabahına dönüşüyor bu kasvetli gökyüzü…

<< Önceki Haber Samanyolu Haber ailesine yeni bir yazar daha katıldı Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER