(...)
Gidişatın bu yönde olduğunu, başka kimse değil, o sıra başbakan yardımcısı olan, AKP kurucusu Bülent Arınç uyarmıştı: “Yüzde 50 oy alıyoruz. Fakat geriye kalan yüzde 50'de bir nefret söylemine dönüşüyor. Bu bizim yüzde 50 oyumuza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir.” (08.02.2015) Aradan geçen süre içinde AKP iktidarının yönetme zafiyeti iyice ortaya çıkmış olduğu gibi, oyları da hızla erimekte.
“Bu yönetime AKP bile katlanamaz” dediğimde elbette ki kariyerlerini tümüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iradesine bağlamış olan siyasileri kastetmiyorum. Onlar dışında kalan, gözleri menfaatle kör olmayan AKP üyelerini ve esas olarak da AKP seçmenini kastediyorum. AKP kurmaylarının 1 Ekim 2015'te yaptıkları seçim stratejisi toplantısında parti için kamuoyu araştırmaları yapan şirket yöneticilerinin söyledikleri bunu açıkça gösteriyor. (“AKP Günlükleri, Nokta dergisi, 12 Ekim 2015.) Araştırmacıların ana bulguları şöyle özetlenebilir:
AKP kadın seçmen avantajını uzun süre elinde tutmuştu, artık kaybediyor; bunun temel sebebi ‘hayat tarzı' kaygısıdır. Kürt seçmen ayrılık sinyalleri vermeye başlamıştı, fakat parti yönetimi bunu görmezden geldi. Yüksek öğrenimliler ve gençler arasında başarı oranı çok düşük. AKP yeni seçmenler arasında da ortalamanın altında oy alıyor. Bunda öncelikle partinin yolsuzluğa bulaştığı algısı, AKP kadrolarının “kibir, israf ve gösteriş” ile anılması, hükümet icraatlarındaki yetersizlik, Cumhurbaşkanı'nın kutuplaştırıcı tarzı, Kürt sorununa yaklaşım rol oynuyor. Bütün bunların siyasi açıklaması AKP'nin “soyunun kuruması”dır. Bu gidişle AKP İç Anadolu ve Karadeniz'e sıkışan bir bölge partisine dönüşebilir.
AKP kurmaylarının bu olgulardan çıkardıkları sonuçlar arasında yegane gerçekçi olanı şöyle dile geliyor: “Her ne kadar yüzde 41 oy almış olsak da biz aslında yüzde 25'lik bir partiyiz. Biz istikrarı temsil ettiğimiz ve merkez sağ, muhafazakar bir alternatifimiz olmadığı için yüzde 41 oy aldık. Son 4 yıl içinde lale devri yaşıyoruz ve toplumsal olanı gözden kaçırıyoruz.”
Nereden nereye geldik? AKP, ilk iki iktidar döneminde Türkiye'yi daha zengin ve özgür kıldı; bölgesinde bir istikrar adası, İslam dünyasına örnek gösterilen bir demokrasi haline getirdi. Kürt sorununun çözümü ve ülkede kalıcı barış yönünde adımlar atıldı. Bu politikalar sürdürülseydi, önce başbakan sonra cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Nobel barış ödülünü alabilirdi. Mimarlığını yaptığı “komşularla sıfır problem” politikalarında ısrar edilseydi önce dışişleri bakanı sonra başbakan Ahmet Davutoğlu da bu ödüle ortak olabilirdi.
Ne yazık ki, iktidar yozlaştırıyor, mutlak (yani denetlenmeyen) iktidar ise mutlak olarak yozlaştırıyor. 2011'den bu yana yaşanan bu. Nobel barış ödülüne layık görülebilecek siyasiler, bugün maalesef ülkeyi iç kargaşaya doğru götürüyor; gidişatın sorumluluğunu kendilerinde arayacaklarına, olan bitenden ders çıkaracaklarına, “iç ve dış düşmanlar” bahaneleriyle kendilerini aldatmaya devam ediyor. 1 Kasım tek başına AKP iktidarına son ve AKP'ye aklını başına toplama fırsatı vermeli.