Haber
Acil Dergisi'nde yayınlanan röportajda Saliha Malhun, "yaramızı sarmaya
Safiye Hüseyin
Hemşire gelsin" diyor. Peki Safiye Hüseyin kimdir?
Modern anlamdaki hemşireliğin 1854-56’da
Kırım Savaşı sırasında, Florance Nightingale ile başladığı kabul edilmektedir. Florance Nightingale, rahibelerden ve
sivil hastanelerdeki kişilerden seçilen bir hemşire kafilesi ve malzeme ile 1854 Ekimi'nde
İstanbul’a gelmiş ve disiplinli çalışmaları neticesinde savaştan dönen yaralılar arasındaki
ölüm oranını yüzde 42’den yüzde 2’ye düşürmüş. F. Nightingale’in yaralı ve hastalara bilgi ve şefkatle bakması onun efsaneleşmesine neden olmuş. Fakat -bu benim şahsi görüşümdür tabii- rahibelerden müteşekkil bu gurubun ben misyonerlik faaliyetleri içinde olduğunu düşünmekten de kendimi alamıyorum. Bugün dahi dünyanın birçok savaş, yokluk ve kıtlığın hüküm sürdüğü bölgelerinde sağlık kuruluşlarının bu tür faaliyetler içindeki
gönüllülerden müteşekkil olduğunu duymayanımız, bilmeyenimiz yok. Yani bu konuda kendimizi saf yerine koymamızın lüzumu yoktur diye düşünüyorum. Kaldı ki bu gayet de tabiîdir… Tabiî olmayan, böyle bir hanımefendinin ismi ülkemizdeki en büyük
hastaneye verilirken, kendi hemşiremizin isminin dağ başındaki bir sağlık kuruluşuna dahi vermemiş olmasıdır! Bu
akıl kârı değil.
Millet olarak mahcubiyet duymamız gereken bir durumdur! Bunları
muhalif olarak söylemiyorum, lütfen yanlış değerlendirilmesin! Lâkin bugün ne yazık ki, kendi ülkemizde, kendi başhemşiremiz olan Safiye Hüseyin Elbi’nin adının verildiği bir sağlık ocağı, bir hastahanene, ve bir klinik dahi yoktur. Mutlaka ama mutlaka ismi bir işletmeye verilmelidir.
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti ilk defa İstanbul’da Kadırga semtindeki hastanede 6 ay süreli gönüllü hasta bakıcı kursu açmış ve ilk dersi de Prof. Dr. Besim Ömer Akalın vermiş.
Balkan Savaşları ile birlikte Türk kadını hastanelerde çalışmaya başlamış. 1913–1914 yıllarında üniversite konferans salonlarında tertiplenen kurslara çok sayıda öğrenci katılmış; bu öğrencilere hasta bakımı üzerine çeşitli bilgiler verilmiş. Kursları bitiren Safiye Hüseyin (Elbi), Kerime Salahar, Münire İsmail gibi Türk hanımları;
Çanakkale ve Balkan Savaşlarında gönüllü hasta bakıcılığı yapmışlar ve büyük fedakârlıklar göstermişler.
Balkan Harbi’nde, Çanakkale’de nice askerimizin yarasını saran Safiye Hüseyin, nice şehidin gözlerini kapatan Safiye Hüseyin, nice askerimize son damla suyu dudaklarına damlatan Safiye Hüseyin Hemşire yalnızca bizim askerlerimizin değil, savaşta yaralanan bütün gayri müslim ana kuzusunun da yarasını sarmıştır. Bu bir insanlık imtihanıdır. Sadece
Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde bu isim yaşatılmalı.
Safiye Hüseyin Hanımefendi göreve koşarken adının hastanelere, çeşitli kuruluşlara verilsin diye yapmadı. Duyarlı olduğu için milletini, vatanını, bayrağını sevdiği için yaptı. Sadece görevini yaptı. O müsterihti. O vicdanen rahat idi. O, Türk hemşireciliğine
hizmet etmekten şeref duymuştu. O görevini tamamladı ve bir
yıldız gibi kayboldu ama izini de bıraktı. Şimdi asıl olan Safiye Hüseyin için biz torunları neler yapabileceğiz? Bu yük bizim omuzlarımızda. Bu yara şimdi gönlümüzde kanamaya devam mı edecek? Yoksa Safiye Hüseyin’in açtığı yarayı sarmak için yine Safiye Hüseyin’den mi
yardım isteyeceğiz?
Çanakkale’ye gittiğinizde, Kocadere
Çadır Hastanesini (Kilye koyundan Kabatepe’ye giden yolun 4 km.den sonra sağa saptığınızda yaklaşık 3 km.lik mesafededir bu hastane) olduğu yerde aniden beyaz pelerini ile Safiye Hüseyin çıkacaktır. “Hoş geldiniz” diyecektir size yine tüm merhameti ile. Siz de kendisini bir yerlerden tanıyorum ismini de duymuştum diyeceksiniz. Ancak sonra mahcup bir şekilde başınızı eğeceksiniz. O da sizi anlayacak. “-
Hayır, böyle mahcup olmayınız. Benim ismimin hastane tabelalarında yazması hiç önemli değildi inanın. Çünkü burada yatan 57 bin şehit ve bir o kadar da yaralı beni bilir. Onlar benim ismimi gönüllerine yazdılar. Asıl olan da bu değil mi” diyerek size engin hoşgörüsünü gösterecektir. “Bizler ismimiz baki kalsın diye değil vatanımız baki kalsın diye vazifemizi yaptık diyecektir…”