Cindemir, yaptığı açıklamada, 14
Kasım tarihinin "Dünya
Diyabet Günü" olarak kutlandığını hatırlattı. Dünyada 250 milyondan fazla kişinin diyabetle yaşadığına işaret eden Cindemir, gerekli mücadelenin yapılmaması durumunda, bu sayının bir nesil sonra 380 milyona yükseleceğini aktardı.
Türkiye'de de kronik
hastalıklar arasında diyabetin önemli bir yer tuttuğunu vurgulayan Cindemir, şu bilgileri aktardı: "Bu yükün yakın gelecekte daha da yükselmesi bekleniyor. 2003
Ulusal Hastalık Yükü ve Maliyet Etkililik Çalışması Hane Halkı Araştırması'na göre,
18 yaş ve üzeri kişilerde beyana dayalı olarak diyabet sıklığı yüzde 4,75 olarak görülmüştür. Cinsiyete göre diyabet sıklığı da kadınlarda yüzde 5,75, erkeklerde ise yüzde 3,42'dir. Aynı çalışmaya göre, 100 bin kişide diyabet görülme sıklığı 3 bin 820 iken, bu oran erkeklerde 3 bin 210, kadınlarda 4 bin 280 olarak bulunmuştur. Türkiye'de ulusal düzeyde ölüme neden olan ilk 10 hastalığın yüzde dağılımı incelendiğinde ise, diyabet yüzde 2,2 ile 8. sırada yer almaktadır."
Cindemir, diyabetin körlüğe yol açtığına da işaret ederek, hastalığın ihmale gelmeyecek kadar önemli olduğunu şu şekilde dile getirdi: "Damarlarda hasara yol açan diyabet hastalığı ilk olarak etkilerini göz ve böbreklerde gösteriyor. Sık idrara çıkma,
halsizlik gibi pek çok şikâyetin yanı sıra görme sorunları hastalığın karakteristik belirtileri arasında bulunuyor. 'Diyabetik retinopati' olarak adlandırılan
şeker hastalığına bağlı göz rahatsızlığı,
erken teşhis ve zamanında
tedavi edilmezse körlüğe veya kalıcı hasarlara neden olabilmektedir. Bu nedenle uzmanlar diyabet tanısı konan hastaların kapsamlı bir göz muayenesinden geçmelerinin de şart olduğu vurgulanıyor. İç hastalıkları uzmanı tarafından diyabet tanısı konulan hastanın en geç 6 ayda bir düzenli retina (göz dibi, ağ tabaka) muayenelerini yaptırmaları, retina tutulumunun erken anlaşılmasını ve tedavilere 'göz görürken' başlanması sağlanmalıdır."
Diyabet hastasında kaybedilen görme işlevinin geri gelmediği için oluşan körlüğün, ancak erken müdahale ile önlenebildiğinin altını çizen
Giresun İl
Sağlık Müdürü Dr.
Cengiz Cindemir, açıklamasına şöyle devam etti: "Retinada, kanama,
damarlardan sızıntı, damar tıkanıklıkları, ödem (
doku içinde sıvı birikmesi) ve daha ileri safhalarda kanamaya meyilli kılcal damarlar ve yaygın bantlar, çekintiler, hatta yırtıklar gibi çok sayıda ilerleyen bozukluk oluşmaktadır. Erken tanı ve tedavi ile bu süreçte başarı oranı yüzde 95'lere çıkabilmektedir. Şeker hastalığı temelde kılcal damarları tutan bir hastalık olduğu için, gözün durumunu yalnız göz dibi muayenesiyle değil, standart olarak FFA (fluorescein anjiografi) ve OCT (retina tomografisi) ile değerlendirmek ve tedavilerimizi ona göre planlamak durumundayız. Başka testlere de gerek duyulabilir. Bu testler, sonucu değerlendirebilmek için her gerektiğinde yeniden yapılabilir."
Tedavideki en önemli uygulamanın argon
lazer uygulaması olduğunu kaydeden Cindemir, bu konuda da şu bilgileri verdi: "Bu tedavi, bir kaç seans sürebilir. Bazı kez çok şiddetli ve kanamaya meyilli durumlarda, ani görme kaybı ve tedaviye dirençli glokomu (
göz tansiyonu) önlemek için, retinanın tamamına lazer yapılması gerekebilir. Bu tedavi bitmeden oluşabilecek kanamaları önlemek için, göz içine kılcal damarların gerilemesini sağlayan ilaçlar verilebilir. Lazer tedavisi, sonuçlarını ancak bir kaç ay sonra gösterir ve bu arada hasta görme alanındaki daralmadan, 1 -2 sıra görme azalmasından, göz önündeki noktalardan söz edebilir. Diyabetli hastalar, birçok kez, ayrıntıları dikkate almadıkları ve yüksek beklentiler içinde oldukları için, yararlı olmadığı düşüncesiyle tedaviyi yarıda kesmekte, geçen süre içinde görme kaybı arttığı için çareyi başka merkezlere başvurmakta bulmaktadırlar. Tedavi ile görmenin artmayacağı, tedavi yapılmış bile olsa 3 ayda bir tekrar muayene gerektiği unutulmamalıdır. Şeker hastalığı, diyabet uzmanı-
göz doktoru- bilinçli hasta üçgeninde, başa çıkılabilir bir hastalık olarak görülmelidir."