Objektif olmak adına 15 yaşına kadar çocuğun
inanç dünyasına dokunmamak; onun hassas
gelişim basamaklarını tesadüflere ve kendi çözüm çırpınışlarına terk etmek, ruh dünyasındaki duygu boşluklarında boğulmasına göz yummak demektir.
Çocuklar rastgele inanca sahip olmaya terk edilmeyecek kadar önemlidir.
"İnanç öğretisi" toplumun siyasi kanadında çok tartışıldığı gibi gerçekten de ergenliğine kadar hiçbir müdahalede bulunulmayıp çocuğun kendi tercihlerinin kendi kendine belirmesinin beklenmesi gereken bir konu mudur? Bundan önce yapılan müdahaleler antidemokratik ve çocuğun kendi tercihini kendisinin belirlemesi yeteneğini zedeleyici, onun dünya görüşünü daraltıcı, "empoze edici" bilgi kirliliği midir? Bu soruları dinî referansları bir kenara bırakarak, çocuğun gelişimsel kalitesini kriter alarak pedagoji biliminin perspektifiyle ele alırsak, çocuğun inancını kendi kendine belirlemesi imkânsızdır.
Çocuğun bunu kendi kendine belirlemesinin teorik bir imkânsızlık olduğu, Jean Piaget'nin öngördüğü çocuk gelişim basamaklarına azıcık yakından bakmakla bile fark edilecektir. "Çocuğum kendi kendine seçsin" demek aslında,
seçim yapabilme kabiliyetinin olmadığı bir dönemde kendi ruh dünyası içinde cevaplamak için çırpındığı yığınla soru işareti ortasında onu yapayalnız bırakmak demektir. Bu
yalnızlık, çocuk için içinden çıkılamaz bir hal alacaktır. Zihinsel sorular ve
psikolojik ihtiyaçların kendi halinde karşılanmaya bırakılması henüz daha gıdasını bile kendi başına temin edemeyen bir çocuğun ruhsal dengesini bozmak için yeterlidir.
Çocukta zaten kendiliğinden bir soyut güç inancı vardır. Örneğin çocuğa
şimşek,
yıldız, gök gürültüsü gibi ona göre soyut ve güçlü duran şeyleri sorduğunuzda ilginç bir şekilde hepsini kendiliğinden Yaratıcı ile bağladığını görürsünüz. İşte tam bu noktada; çocuğun soyut düşünce inancını beslemek ve doğru tariflerle sağlıklı bir çerçeveye oturtmak gerekir. Aksi takdirde bu belirsizlik, çocuğa gerginlik olarak yansıyacaktır. Örneğin, bu yaşlardaki çocukların neredeyse her şey için sık sık endişeli gözlerle "bu günah mıdır?" diye sormasına da
tanık oluruz. Bu sorular doğru yerleştirilemeyen ya da kendi haline bırakılan inanç kavramıyla ilgili bir problemdir.
Kontrol edemediğimiz bir dünya var
Benmerkezci (egosantrik) düşünce çocuğun bütün dünyayı kendisi için yaratılmış, etrafındaki herkesin kendisiyle mutlaka bir bağının olduğunu zannettiği dönemdir. Bu dönem 2-4 yaş arasındadır ve 4. yaşının sonuna doğru çocuk bazı şeylerin onunla bir bağının olmadığı yıkıcı düşüncesiyle tanışmaya başlar. Bu, çocuk için yaşanması gereken ilk hayal kırıklığı (!) olarak kabul edilir. Özellikle bu dönemde gelen bir kardeş, bu hayal kırıklığını daha da artırır. Psikologların pek çoğuna göre bu, çocuğun başa çıkması gereken hayata dair ilk ciddi sıkıntıdır ve ona psikolojik gelişimi adına mesafe kat ettirmesi açısından gereklidir. Bu dönemde çocuk kendi dışında
kontrol edemediği bir dünya olduğu düşüncesine yavaş yavaş geçiş yapmaya çalışır. Ve bu sebeple türettiği belli geçiş nesneleri vardır: Barbie bebeği, tabancası, arabası, battaniyesi, vs. Çocuk bunlar üzerindeki kontrol gücüyle kısmen tatmin olur ve kontrol edemediği dünyaya adım adım suhuletli bir geçiş yapar.
İşte bu dönemde çocuğa kontrol edemediği dünyanın aktörlerinin birer birer ve ılımlı bir seyir içinde anlatılması, onun yaşadığı bu düş kırıklığını azaltacak ve dış dünyaya geçişini daha huzurlu kılacaktır. Kontrol edilemeyen dünyaya ait önemli aktörlerden biri olarak da (diğer insanların ve olayların anlatıldığı gibi) diğer insanlardan daha adaletli, daha sevgi dolu, daha ılımlı ancak daha da güçlü, kendisine yakın bir aktör olarak "yaratıcı" kavramının anlatılmasının onun dış dünyaya daha huzurlu bir "merhaba" demesine katkıda bulunacağı tartışmasızdır. Kontrol edemediği dünyaya ait her şeyin o kadar da dramatik olmadığını çocuk bu ılımlı yaratıcı kavramıyla daha sıcak bir şekilde öğrenecektir.