Safvet Senih - İki yalnız adam

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih bugünkü köşesinde 'İki Yalnız Adam' yazısını kaleme aldı.

SHABER3.COM

Sadettin Başer Ağabeyin hatıralarına devam ediyoruz. Pekin Havaalanına inmiştik. Çinli polis taksi şoförüne bilgi verip bizi ona emanet ettikten sonra,  artık  Çinli polisten de ayrılmıştık. Yeni bir yalnızlık daha yaşayacaktık. Artık şimdi iki garip adam, hiç bilmediğimiz bir ülkede yapayalnız kalakaldık, yanımızda ne Çin’i polis ne de Hamdi  Bey vardı. Böyle durumlarda insanın içine ister istemez bir hüzün çöküyor, bize de öyle oldu. Nihayet bindiğimiz bir arabanın içinde yad yabancı bir ülkede tanımadığımız biriyle sanki bir meçhule doğru yol almaya  başladık. Havaalanının şehre uzaklığının yetmiş beş kilometre olduğunu öğrenmiştik. Daha otuzuncu kilometrede şoför bir dağın başında tenha bir yere yolun sağına arabasını çekti, araba arızalandı gitmiyor der gibilerden bir işaret yaparak bizi orada  bırakıp gitti. Hay Allah şimdi, bu da ne demek oluyordu. Necati Abiyle lal kesildik biri birimizi teselli etmeye söz bulamıyor, sadece “Allah hakkımızda ne takdir etmişse o olacak” demekle mütevekkil bir hal içinde ormanların arasında kaybolup giden şoförün şimdi acaba yanında kimlerle geleceğini ve sonumuzun ne olacağını düşünmekten kendimizi alamıyor ve  merak içinde bekliyorduk. Aradan bir saat kadar zaman geçtikten sonra bizim şoför efendi çıkıp geldi, arabada bir yerleri kurcaladıktan sonra çalıştırarak yolumuza devam etmeye başladık.

         

Pekin’de bize verilen adresin kapısına vardık, burası üniversitede okuyan, Doğu Türkistan’lı talebelerin kaldığı bir pansiyonmuş. Gece saat iki civarındaydı, kapıdaki nöbet bekleyen Meryem adında bir Uygur kız vardı. Türkçe biliyormuş, kıza Hüseyin  Bey’e, “Hamdi Bey’in arkadaşları geldiler sizinle görüşmek istiyorlar” diye haber vermesini söyledim. Hüseyin  Bey zaten bizim geleceğimizi bildiği için kapıya haber bırakmış. Kız telefonla adamı aradı ve ahizeyi bana uzattı. Hüseyin  Bey, Osman  adındaki şoförünü göndereceğini bizim için gündüzden otelden yer ayırttığını ve yarın sabah saat dokuzda yine burada görüşmek üzere Osman’ın bizi otelden alacağını söyledi, ahizeyi kapattık ve otele gidip yerleştik.

 

Sabahleyin otelin lobisine indik “kahvaltıyı her halde Abdurrahim Bey’le yaparız” zannıyla otelde kahvaltı  da yapmadık. Şoför İsmail geldi, bizi yurdun önüne getirdi fakat Hüseyin Bey ortalarda görünmüyor, geldiğimizi telefonla bildirdiler, tekrar ahizeyi ben aldım gelmek istemiyor gibi bir hali vardı, rica etmek zorunda kaldım, nihayet lütfen geldi ve; “Kusura bakmayın ama ben sizinle ilgilenmeyeceğim” deyince şok olmuştuk.

 

Ama adamın bize bir borcu yoktu ki, gelmez gelmezdi. Ne yapalım, kırılmaya da hakkımız yoktu. Fakat Hamdi Bey’e söz verip de bize böyle davranması ağrımıza gitmedi değil. Herhalde adam Kaşgar’da da olduğu gibi bizimle beraber olmaktan çekindi diye düşündük. Çünkü  sistem insanları o hale getirmiş ki, bir menfaati olmadan kimsenin kimseye iyilik yapması diye bir şeyin düşünülemeyeceği gibi güven duygusu insanlardan tamamen kaybolmuştu. Israr edip adamı rahatsız etmenin de bir anlamı yoktu. “Hüseyin  Bey, siz bize şuradan bir taksi tutuverin bizi Rus konsolosluğuna kadar götürsün gerisi Allah Kerim” diyerek adamı fazla zor durumda bırakmak istemedik.

 

Taksiye binmemizle beraber, işte şimdi tam manasıyla Pekin’de kimsesiz yapayalnız kaldık. Artık bizim için yeni bir imtihan daha başlıyordu. Rus Konsolosluğuna gitmek istememizin sebebi de Bakü’den aldığımız vizeler çok giriş çıkışlı olmadığından Almaata Gümrüğünden çıktıktan sonra, vizelerimizin bir hükmü kalmamıştı. Çin’den tekrar Rusya’ya dönebilmek için vize almak durumundaydık. Daha önce bu türlü sıkıntıları yaşadığım için işimizin zorlaştığını biliyordum ama gene Necati Abi üzülmesin diye bir şey söylemek de istemiyordum. Şimdi mecburen evvela ilk iş olarak vizelerimizi elimize alıp işimizi sağlama almamız gerekiyordu. Haftanın daha ilk günündeyiz müracaatımızı hemen yapmış olmalıydık, Çünkü; elimizde Cumartesi gününe Urumçi’ye dönüş biletimiz vardı.

 

Yeni bir inayet eli mi; yoksa daha ağır bir imtihan mı?

 

Pekin’de bulunan Rus Konsolosluğunun önüne geldik ki bir de ne görelim; en az iki yüze yakın insan var, bunun ne demek olduğunu çok iyi bildiğimden dolayı içimden bir “eyvah” çektim. Necati Abi’ye yine birşey hissettirmedim ama içimde müthiş bir sıkıntı oldu. Acaba yeni bir inayet eli daha uzanacak mı, yoksa daha ağır bir imtihandan mı geçecektik. Çünkü hiçbir tanıdığımızın olmadığı gibi, lisan da yok nasıl olacaktı, biz bu kadar kalabalık hem de bizden evvel gelip sıraya girmişken nasıl bir yol bulup içeriye girecektik. İçeriye girsek bile kime ne anlatacağız diye dertli dertli düşünürken, aklıma birden bütün bu seyahatler esnasında hiç umulmadık anlarda Allah’ın inayetinin üzerimizden hiç  eksik olmadığını hatırlayarak, yüzümün kızardığını hissettim ve içimden bir “Allah Kerim” daha çektim. İşte tam bu sırada o kadar kalabalığın ve gürültünün arasından sanki kulağıma özel bir hat çekilmişçesine birilerinin aralarında hararetli bir şekilde hemde Türkçe olarak münakaşa ettiklerini duydum.

 

“Necati Abi’ye söylesem mi acaba?” diye düşündüm sonra bundan vaz geçtim çünkü; “Kardeşim sen artık kabus görmeye başladın” diyeceğinden hiç şüphem yoktu. Fakat sesler o kadar net gelmeye başladı ki, bu sefer dayanamadım. Gene de Necati Ağabey’e sormadan edemedim. “Abi bir şeyler duyuyor musunuz?” dedim, daha dememle söyleyeceğini düşündüğüm aynı sözlerle mukabele gördüm. “Kardeşim sen kabus görmeye başladın, bu kadar kalabalık arasında Türkçe konuşanlar var diyorsun, sen normal misin?” dedi. Kendi kendimi şöyle bir yokladım, sesleri çok net işitiyordum, artık Necati Abi’ye daha birşey söylemeden ve onu dinlemeden;

 
         “Abi siz lütfen buradan ayrılmayın” diyerek sesin  duyulduğu istikamete doğru yürümeye başladım, ben yürüdükçe sesler daha da netleşiyordu. Ne kabus ne başka bir şey işte birkaç metre ileride üç adam kendi aralarında bir meselenin münakaşasını yapıyorlar ve el kol hareketleri dahi konuşmaları tamamlıyor olarak görüyordum, yanlarına vardım.
<< Önceki Haber Safvet Senih - İki yalnız adam Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER