SAFVET SENİH- SAMANYOLUHABER.COM
Onüçüncü Şua’da Üstad Bediüzzaman Hazretleri, sırf iman ve Kur’an Hizmeti için faaliyete geçmesiyle, Risale-i Nurların hızla yayılmasıyla bundan rahatsız olan İslamiyetin cibilli düşmanları, hatta bütün semavî dinlere adâvet duyanlar, büyük evhamlar ortaya koyup, habbeyi kubbe yaparak Hükümeti Hizmet aleyhine tahrik ettiler… Bunun neticesi Eskişehir –Denizli ve Afyon mahkemeleri kuruldu ve bu kuruntu, korku ve telaşıyla hukuksuz bir şekilde Üstad Hazretleri ve talebeleri hapislere atıldı. Bütün bunlara karşı Üstad, Hacı Bayram Veli Hazretlerinden yaşanmış bir misal veriyor. (Üstad’ın özetle ele aldığı bu misali biraz açmak istiyorum)
Hacı Bayram Veli Hazretleri Ankara Çubuk’un Zülfazl (Solfasol) köyüne yerleştikten sonra mensupları hızla çoğalmıştı. Hemen fitne-fesatçılar Edirne’ye gidip Sultan İkinci Murad’a şikayet etmişler. Sultan, İstanbul’un fethiyle hazırlık yaparken böyle bir endişe ile karşılaşınca hemen bir posta yola çıkarır; “Tez Ankara’ya varasın. Çubuk’taki Şeyh Hazretlerine olan hürmet ve takdirlerimizi sunup, sarayımıza davet edersiniz. Posta hemen gidip Mektub-u Hümayun’u sunar. Şeyh Hacı Bayram Hazretleri mektubu hürmetle alır saygıyla açıp okur ve “Fitne ateşini yakmak isteyenler var. Hemen yola çıkacağız, Sultanımızın emri başımız üzerinedir.” der. Edirne’ye ulaşınca, huzura kabul edilir. Sultan onun büyük bir tasavvuf büyüğü olduğunu anlar. Hediyeler vermek ister. Şeyh Efendi, hediye yerine talebe ve mensuplarının vergiden muâf tutulmasını ister. Sultan İkinci Murat bu isteği kabul eder. Bunu duyunlar hemen Hacı Bayram Hazretlerine intisaba başlarlar. Mensupları arasında aniden müthiş bir çoğalma göze çarpar. Tabii vergi gelirleri de azalır. Ankara Beyi, hemen şikayeti yetiştirir: “Hacı Bayramın, bir ordu kadar talebesi ve mensubu oldu. Yakında bir huruç, bir ayaklanma olabilir.” Bunun üzerine hemen bir tahkikat başlatılır. Sorarlar: “Efendi Hazretleri, bunca talebeniz var. Bunların çokluğu çevreyi korkutmaktadır. Bu ise büyük bir kitle ile bir harekete başvuracağınız zannını uyarmaktadır.” Hacı Bayram Hazretleri gülümseyerek der ki: “Benim sandığınız kadar çok talebem yoktur. Topu-topu bir buçuk müridim var…” “Nasıl olur? Çubuk ovasındaki tarlalarda çalışanlar sizin müridlerinizdirler. Ankara’nın dışına taşıp Türkmen köylerinde gittikçe çoğalanlar da sizin bağlılarınızdandırlar.” derler. O da: “Bakın size bunu isbat edeceğim.” der ve hemen, şu sözleri söyler: “Bana bağlı olanlar, haftaya Cuma namazından sonra Zülfazıl ovasında toplansınlar, kendileriyle mühim bir hususu konuşacağım!”
Şeyh Hacı Bayram Hazretlerinin ilân ettiği günü namazdan sonra, ovayı dolduran taraftarlarına: “Şu gördüğünüz çadırı ben kurdum. Burada sizleri imtihan edeceğim. Bana gelen ilhama göre, bu çadıra girenleri, burada keseceğim. Kabul edenleri, kesip Cennete göndereceğim. Benim müridlerim bu çadıra girsin. Haydi buyurun!” der. Elinin bıçağı ile çadıra girer. Millet homurdanmaya başlar. Bu büyük kalabalığın içinden sadece bir erkekle bir kadın, Şeyhin ardından çadıra girerler. Az sonra çadırın altından kanlar akmaya başlar. Çünkü Hacı Bayram Hazretleri daha önceden içeriye aldığı bir koyunu kesip kanını dışarıya akıtmışlar. Bunu gören kalabalık “Bu şeyh şaşırmış! Hiç böyle bir şey olabilir mi?” diyerek orayı terkedip gitmiştir.
Ortada kimse kalmayınca Şeyh Hazretleri görevlilere: “Gördünüz işte, benim sadece bir erkek bir de hanımefendi müridim var. Bunlardan başkaları benim müridim değil. Bunların dışındakilerden vergi alınsın ve onlar askere çağrılsın.” der.
Bu anlatılan misali, Üstad Bediüzzaman Hazretleri özetledikten sonra der ki:
“Cenab-ı Hakka yüz binler şükürler olsun ki, Risale-i Nur, Eskişehir imtihan ve mahkemesinde, şakirtlerinden yalnız bir buçuk kaybetti. O eski Şeyhin aksine olarak Isparta ve civar kahramanlarının himmetiyle o zayi olan bir buçuk adam yerine ON BİN ilave oldu. İnşaallah, bu imtihanda dahi, hem şark, hem garbın kahramanlarının himmetleriyle, ÇOKLARI KAYBEDİLMEYECEK ve BİR GİDEN YERİNE ON BİN GİRECEK!”
Gerçekten öyle de olmuştur.
Günümüzde de öyle olmaktadır.
En büyük buluşlar, keşifler ve çareler, insanların zorda kalmaları zamanında ortaya çıkmıştır. Zorda kalma hali, Kur’an ifadesiyle muzdarlıktır: “Zorda kalıp çaresizce dua edenlerin duasına icabet eden Allah’tan başka kimdir?” (Neml Suresi, 27/62) O hal, müthiş bir dua kabul fırsatıdır. Öyle durumlarda Hz. Yunus Aleyhisselamın durumu gibi bütün sebeplerin iflas edip insanların mecburen Allah’a yönelme halleri olduğu için Cenab-ı Hak, çareleri yaratıp, muzdarların hemen imdadına çareleri yetiştirir… Şimdilerde Hizmet ve mensupları o hali yaşamaktalar… O sıkıntıların nasıl meyveleri olduğunu, ne gibi inkişafların bulunduğunu inşaallah sonraları anlayacağız. Şimdilik bazı emarelerini görüyoruz. Biz bu süreçte, zelzele, yangın ve tsunami sonralarında olduğu gibi şimdilik kaybettiklerimizi arıyoruz, yitiklerimizi tesbite çalışıyoruz. Ama biliyoruz ki, muhteşem bir gelecek bizi bekliyor… Şu dönemde işlerimize bakıp üzerimize düşenleri yerine getirelim, yeter.