Saha içindeki karakterini tanımlarken, agresif ama kasıtlı sertlikten kaçınan, âdil ve Fair-Play ruhuna sahip bir
oyuncu olduğunu söyleyen
Fink,
Almanya'da çok sayıda Türk
arkadaşı olmasına rağmen Türk insanını İstanbul'da tanımaya ve
Türkçe öğrenmeye başladığını belirtti. İstanbul'a adapte olmakta zorlanmadığını söyleyen Fink, "Artık arabamı bile Türkler gibi kullanıyorum." diye konuştu.
Futbol Federasyonu basın departmanının hazırladığı TamSaha Dergisi'ne konuşan Fink, ''Babamın
futbolla hiç alakası yok ve takip etmez. Biraz garip gelecek belki ama annem futbolu çok sever.
Almanya'nın yanı sıra
İngiltere,
İspanya ve
Türkiye liglerini çok yakından takip ediyor. Neredeyse her fırsatta maç izliyor.'' dedi.
''Eğitim ile futbolu birlikte yürütme konusunda hiç zorlanmadım. Almanya'da bu işler iyi organize edilmiş durumda. Öğlende okuldan dönüp önce ağabeylerimle oynar, ardından da
takımla birlikte
antrenmanlara çıkardım.'' diyen Fink, şöyle konuştu;
''Almanya'da çocukluğumdan beri birçok Türk arkadaşım var. Ama onlardan Türk insanı ya da Türkiye izlenimi edinmek pek mümkün değil. Çünkü ya oraya çok
küçük yaşlarda gelmişler ya da orada doğmuşlar. Dolayısıyla Almanya'ya daha yakınlar. Türkiye hakkındaki düşüncelerim İstanbul'da
yaşamaya başladıktan sonra iyi yönde değişti. Şimdi insanları daha yakından tanıma fırsatı buldum. İstanbul'un güzelliklerini gördüm. Bence Türkiye harika bir
ülke.''
Takıma adapte olma konusunda pek zorlanmadığını,
Ernst'in tecrübeleriyle kendisine yardımcı olduğunu ve yaşadığı çoğu problemi kendisine yaşatmamak için çalıştığını belirten Fink, ''Türkçeyi öğrenmeye çalışıyorum.
Kültüre alışmaya başladım. Hatta o kadar ki, trafikte bile arabayı Türkler gibi kullanıyorum.'' dedi.
TEKNİK ADAMLAR ARASINDA TAHMİN EDİLEN KADAR BÜYÜK FARKLILIK YOK
Alman
futbolcu, yaptığı iddialı açıklamalarda
teknik adamları da yorumlarken, ''Aslına bakarsanız teknik adamlar arasında insanların tahmin ettiği kadar büyük farklılıklar yok. Ama ligler arasında bazı mantalite farklılıkları var. Türkiye'de de oyuncuların yapısı biraz değişik. Teknik adamlar da ona göre motivasyona biraz daha önem veriyor.'' iddiasında bulundu.
Oyun anlayışı ve kendi oynadığı mevki ile ilgili de konuşan Fink, ''Ön liberonun çok yönlü olması gerekiyor. Rakip atakları kesmeli ve sonra da atakları yönlendirmeli. Geçmişte forvette oynamış olmamın avantajını yaşıyorum. Çünkü atağın nasıl gelişebileceğini görüyor ve takımı buna göre yönlendirebiliyorum. İlk geldiğim dönemlerde yedek kaldığımda her oyuncu gibi üzüldüm. Ancak bu üzüntü bir süre sonra hırsa dönüştü. Bu sefer de antrenmanlarda daha çok çalışarak hocama ve tüm taraftarlara buraya boşuna gelmediğimi göstermek istedim.'' ifadelerini kullandı.
Oyunculuk hayatı boyunca hiç kırmızı
kart görmediğini de belirten Fink, ''Agresifim ama âdil bir oyuncuyum. Rakibime asla kötü niyetli bir hareket yapmam. Bazen taktiksel olarak faul yapmak zorunda kalabiliyoruz ama o zaman da sertliğe gerek yok. Orantılı bir şekilde atağı kesmek yeterli. Lider bir oyuncu olduğumu düşünüyorum ve bu konuda kendime güveniyorum. Bu özelliği sahaya yansıtmak Almanya'da daha kolaydı. Çünkü dili biliyor, takım arkadaşlarımı yakından tanıyor ve bu sayede onları çok rahat yönlendirebiliyordum. Burada ise zamana ihtiyacım var.'' diye konuştu.
''İki ülke futbolu arasında hem oyun hem de organizasyon açısından önemli farklılıklar var. Almanya'da hiç beklenmedik bir takım
şampiyon olabiliyor. Almanya'da daha disiplinli ve taktik anlayışın daha ön planda olduğu bir futbol oynanıyor.'' diyen Fink, daha sonra şöyle konuştu;
''Türkiye'de özellikle büyük
takımlarda oynayan oyuncuların kalitesi oldukça yüksek. Bu oyuncuların hepsi sadece Almanya'da değil Avrupa'nın hemen her takımında oynayabilecek kapasitede. Süper Lig'deki futbol, gelmeden önce tahmin ettiğimden çok daha kaliteli.
Rüştü'yü çok beğeniyorum. Zaten dünyada futbolseverlerin tanıdığı ve hayran olduğu bir oyuncu. Tam bir
efsane. Saçlarıyla, tipiyle çok karizmatik bir oyuncu. Bence Türkiye'nin en büyük oyuncularından birisi. Almanya'da altyapı eğitimi alan oyuncuların Türkiye'ye gelmesi, Türk futbolu için büyük avantaj. Çünkü orada çok iyi yetişiyorlar. Almanya'da futbol çok küçük yaşlarda başlıyor. 14-15 yaşlarındaki oyunculara neredeyse profesyonel gibi davranılıyor.''
Taraftarın saha dışındaki yoğun ilgisinin kendisini rahatsız etmediğini belirten Fink, sonuçta bu durumun mesleğinin bir parçası olduğunu, antrenmanlar, maçlar profesyonelliğin nasıl bir parçasıysa, taraftarların da başka bir parçası olduğunu söyledi.
Fink, popülaritelerini de taraftarlara borçlu olduklarını belirterek, ''Futbol dışında kalan zamanımda köpeklerimle ilgileniyorum. Beykoz'da bir Hayvan Haklarını Koruma Derneği var. Kız arkadaşımla birlikte o derneğe elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ormandaki köpekleri besliyor, onlara ilaçlar alıyoruz.'' diye konuştu.
TamSaha Dergisi'ne birbirinden ilginç açıklamalarda bulunan Fink'in röportajının ayrıntıları şöyle;
- Ülkemize bu
sezon gelmiş bir futbolcusun ve biz de seni daha yakından tanımak istiyoruz.
Michael Fink kimdir? Biraz kendinden ve ailenden bahseder misin?
Stuttgart yakınlarındaki Waiblingen'de 1982 yılında doğdum. Ailem orada yaşamaya devam ediyor. İki ağabeyim ve bir kız kardeşim var. Babam, iç dekorasyon işiyle uğraşıyor. Ancak futbolla hiç alakası yok ve takip etmez. Biraz garip gelecek belki ama annem futbolu çok sever. Almanya'nın yanı sıra İngiltere, İspanya ve Türkiye Liglerini çok yakından takip ediyor. Neredeyse her fırsatta maç izliyor. Ağabeylerim de annem kadar olmasa bile futbolla ilgileniyor.
- Futbola başlamanda annen ve kardeşlerinin etkisi oldu mu?
Anemin etkisi olmuştur mutlaka ama ağabeylerim sayesinde futbola başladığımı söyleyebilirim. Onlara özendiğim için futbola başladım.
Okuldan önce ve sonra her fırsatta ağabeylerimle futbol oynuyorduk. Futbolcu olmamda katkıları çoktur.
- İlk kulübün hangisiydi?
4.5 yaşındayken yaşadığım yerin takımı olan Waiblingen'de futbol oynamaya başladım. 4 yıl kadar da orada oynadım.
- Futbola başladığın dönemde bir idolün var mıydı?
Evet vardı; Klinsmann. Zaten benim yaşlarımda olan ve Stuttgart'ta oturan hemen herkesin idolüdür Klinsman. Stuttgart'ta oynadığı dönemde sürekli goller atıyordu ve herkes ona hayrandı. Benim de en sevdiğim ve benzemek istediğim oyuncuydu.
- Klinsmann bir golcü. Sen de altyapıda forvet mi oynuyordun?
Evet, ben de Klinsmann gibi forvet oynuyordum. Altyapıda oynadığım dönemde bizim takım pek iyi değildi. Takımın en iyi oyuncusu olduğumu söyleyebilirim. O dönemde bir sürü gol atıyordum (Gülüyor).
- Eğitimini ne yaptın? Türkiye'de futbolla eğitimi bir arada yürüten oyuncu sayısı fazla değil. Almanya'da durum nasıl?
Almanya'da bu işler iyi organize edilmiş durumda ve sanırım Türkiye'ye göre biraz daha kolay. Eğitim ile futbolu birlikte yürütme konusunda hiç zorlanmadım. Okul saatleri ile altyapıda oynayan oyuncuların antrenman saatleri birbiriyle uyumlu. Örneğin okula sabah 7.30 gibi gidilir, 13.30 gibi de çıkılır. Böyle olunca da insanlar okuldan sonra hobilerini yapar. Ben de okuldan geldikten sonra önce ağabeylerimle oynar, ardından da takımla birlikte antrenmanla çıkardım.
- Peki nereye kadar sürdürdün eğitimini? Futbol dışında bir mesleğin var mı?
Yüksek okula kadar okumadım ama bu benim
tercihimdi. Eğer isteseydim pek zorlanmazdım. Bir meslek okuluna da gitmedim. Dolayısıyla futbol dışında bir mesleğim yok.
TÜRKİYE HARİKA BİR ÜLKE
- Türkler Almanya'da oldukça yoğun yaşayan bir grup. Almanya'da hiç Türk arkadaşın var mıydı? Orada yaşadığın dönemde Türkler hakkında neler düşünüyordun, buraya geldikten sonra düşüncelerinde bir değişiklik oldu mu?
Evet, sizin de söylediğiniz gibi Türkler Almanya'da oldukça yoğun bir nüfusa sahip. Türk arkadaş edinmek de zaten çok kolay. Benim de çocukluğumdan beri birçok Türk arkadaşım var. Ama Almanya'daki Türklerden bir Türk insanı ya da Türkiye izlenimi edinmek pek mümkün değil. Çünkü ya oraya çok küçük yaşlarda gelmişler ya da orada doğmuşlar. Dolayısıyla Almanya'ya daha yakınlar. Türkiye hakkındaki düşüncelerimin ise İstanbul'da yaşamaya başladıktan sonra iyi yönde değiştiğini söyleyebilirim. Sonuçta orada Türkiye hakkında az şey biliyordum. Şimdi insanları daha yakından tanıma fırsatı buldum. İstanbul'un güzelliklerini gördüm. Bence Türkiye harika bir ülke.
- Geçen sezon
spor basınında ismin Galatasaray'la anılmıştı. Galatasaray'dan bir
teklif almış mıydın?
Ben de sadece bu yönde duyumlar almıştım ama Galatasaray'dan her hangi bir resmi teklif gelmedi.
-
Beşiktaş'a yaptığın transferle ilk defa ülkenin dışında bir takımda oynamaya başladın. Alıştığın standartların dışında farklı bir ülkede yaşamanın, hiç tanımadığın insanlarla oynamanın zorlukları var mı?
Elbette iki ülke arasında kültür, dil ve yaşam tarzında bariz farklılıklar var. Ancak ben geldikten sonra takıma adapte olma konusunda pek zorlanmadım. Takım arkadaşlarım bana çok yardımcı oldu. Ayrıca Ernst'in benden önce Beşiktaş'a gelmiş olması önemli bir avantaj yarattı. Ernst tecrübeleriyle bana yardımcı oldu ve yaşadığı çoğu problemi benim yaşamamamı sağladı. Bazen yalnız başıma dışarı çıktığımda zorlanıyorum. Ama Türkçeyi öğrenmeye çalışıyorum. Kültüre alışmaya başladım. Hatta o kadar ki, trafikte bile arabayı Türkler gibi kullanıyorum (Gülüyor).
- Bugüne kadar birçok teknik direktörle çalıştın. Mustafa Denizli'yi geçmişte çalıştığın teknik direktörlerden ayıran en önemli özellik nedir sence?
Aslına bakarsanız teknik adamlar arasında insanların tahmin ettiği kadar büyük farklılıklar yok. Taktiksel bazı yaklaşımlar dışında genelde antrenörlerin oyuncularına vermek istediği şeyler aynı. Ama ligler arasında bazı mantalite farklılıkları var. Türkiye'de de oyuncuların yapısı biraz değişik. Teknik adamlar da ona göre motivasyona biraz daha önem veriyor. Ama bence bu da teknik adamlar arasında ciddi bir fark yaratmıyor.
- Günümüz futbolunda ön liberoların önemi giderek artıyor. Ön liberolardan
rakip ataklarını kesmenin dışında, takımının hücumunu da yönlendirmesi bekleniyor. 10 numaradan ön liberoya dönüşen oyuncular bu nedenle sanırım biraz daha başarılı oluyor. Bu bölgede oynamak ne gibi özellikler gerektiriyor? Geçmişte forvet oynamanın bir faydasını görüyor musun?
Savunmacı orta saha gerçekten son derece önemli bir mevkii. Belki de takımın en önemli bölgesi. Burada oynayan oyuncunun öncelikli görevi rakip atakları kesmek ve savunmayı düzenlemek. Bunun yanı sırada elinden geldiğince hücum bölgesine
destek olmak, atakları yönlendirmek, topun kanatlara açılmasını sağlamak. Yani özetle savunmayı düzenl
erken, hücuma da yön vermek. Bu mevkide oynayacak oyuncunun çok yönlü olması gerekiyor. Dediğiniz gibi, geçmişte forvette oynamış olmamın avantajını yaşıyorum. Çünkü atağın nasıl gelişebileceğini görüyor ve takımı buna göre yönlendirebiliyorum.
YEDEK KALMAK BENİ HIRSLANDIRDI
- Zaman zaman yedek kaldığını gördük. Yedek kalmak oyuncuyu küstüren bir olay mıdır, yoksa daha fazla hırslanmasını ve daha iyiyi aramasını mı sağlar?
Söylediğiniz gibi aslında bu durumun iki yönü birden var. Beşiktaş'a ilk geldiğim dönemlerde yedek kaldığımda elbette her oyuncu gibi üzüldüm. Sonuçta hiç bir oyuncu yedek kalmak istemez. Herkes ilk on birde maça başlamak ister. Ancak yedek kalma üzüntüsü bir süre sonra hırsa dönüştü. Bu sefer de antrenmanlarda daha çok çalışarak hocama ve tüm taraftarlara buraya boşuna gelmediğimi göstermek istedim. Başta belki olumsuz etkileniyor olsanız da bu olumsuzluğu iyi değerlendirip kendinize sağlayacağınız motivasyonla bir avantaja dönüştürebilirsiniz ve daha çok çalışarak daha iyi yerlere gelebilirsiniz.
- Takım antrenmanları bir oyuncu için yeteli midir, yoksa sen ekstra çalışmalar yapar mısın?
Gençken ağabeylerim ve arkadaşlarımla normal dışında çalışmalar, maçlar yapardım. Ama profesyonel olduktan sonra zaten yaptığınız antrenmanlar çok ağırlaşıyor ve eskisi gibi pek zamanınız kalmıyor. Ama yine de fırsatım oldukça antrenmanlardan sonra tesislerde kalıp fitnesse girerek kendimi güçlendirmeye çalışıyorum. Bunun dışında da bazen antrenman bittikten sonra sahada kalarak şut çalışması yapıyorum.
- Hırslı ve mücadele gücü yüksek bir oyuncusun ama buna rağmen pek fazla kart gördüğün söylenemez. Bunu nasıl açıklıyorsun? Oyunculuk hayatında hiç
kırmızı kart görmediğin doğru mu?
Söylediğiniz doğru. Oyunculuk hayatım boyunca hiç kırmızı kart görmedim. Agresif bir oyuncuyum ancak âdil de bir oyuncuyum. Yani rakibime hiçbir zaman sert ve kötü niyetli bir hareket yapmam. Bazen taktiksel olarak faul yapmak zorunda kalabiliyoruz. Zaten o zaman da faulü sert bir şekilde yapmaya gerek yok, orantılı bir şekilde atağı kesmek yeterli oluyor.
- Seninle ilgili yorumlarda lider özellikleri taşıyan bir oyuncu tanımlaması yapıyor. Böyle bir özelliğin olduğunu düşünüyor musun? Lider bir oyuncu saha içinde neler yapar?
Lider bir oyuncu olduğumu düşünüyorum ve bu konuda kendime güveniyorum. Ancak bu özelliği sahaya yansıtmak Almanya'da daha kolaydı. Çünkü dili biliyor, takım arkadaşlarımı yakından tanıyor ve bu sayede onları çok rahat yönlendirebiliyordum. Burada da giderek bu özelliklerimi sahaya yansıtmaya başlıyorum. Ancak daha iyi olabilmesi için zamana ihtiyaç var. Lider oyuncu, öncelikle hocanın verdiği taktiğin saha içinde uygulanmasını, sürekli organizasyonların yapılmasını ve takımın motivasyonunun hep üst düzeyde olmasını sağlamalı.
- Çıktığın ilk Süper Lig maçında gol attın ve bu gol 2009-2010 sezonunun ilk golüydü. Neler hissettin?
İtiraf etmem gerekir ki o an takımdan çok kendim için sevinmiştim. Çünkü Beşiktaş'a yeni gelmişim, ilk lig maçımı oynuyordum ve bu maçta takımımın ilk golünü atıyordum. Gerçekten çok mutlu olmuştum. Ancak maç bittiğinde o kadar da mutlu değildim. Sonuçta sahadan 1 puanla ayrılmıştık.
- Bir futbol yorumcusu olsaydın, Michael Fink'i nasıl tanımlardın?
Zor bir soru. Ne diyebilirim ki? Sanırım şunları söylerdim; agresif ama âdil,
fair-play ruhuna sahip bir oyuncu. Saha içinde organizasyon yapmaya çalışan, arkadaşlarına yardımcı olan, onlar hata yaptığında olumlu şekilde motive etmeye çalışan tam bir takım oyuncusu. Son olarak her takım için gerekli, önemli bir oyuncu (Gülüyor). Evet, daha iyi oynayabileceğim maçlar oldu ama hiç bir oyuncu tüm maçlarda iyi olamaz.
ORGANİZASYON DA FARKLI FUTBOL DA
-
Bundesliga ile
Turkcell Süper Lig'in bir kıyaslamasını yapar mısın? Sence iki ülke futbolu arasında ne gibi farklılıklar var?
İki ülke futbolu arasında hem sahada oynanan oyun hem de organizasyon açısından önemli farklılıklar var. Örneğin Türkiye'de sezona 3-4 takım
şampiyonluk parolasıyla başlarken Almanya'da bu sayı daha yüksek. Türkiye'deki takımlar arasındaki fark Almanya'dakinden biraz daha fazla. Almanya'da hiç beklenmedik bir takım şampiyon olabiliyor. Bunun son örneğini de geçen sezon Wolfsburg'un şampiyonluğunda gördük. Saha içindeki oyun anlayışına bakarsak, Almanya'daki oyunun Türkiye'ye göre daha disiplinli ve taktik anlayışın daha ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'deki oyun daha bireysel oynanıyor. Oyuncular takım halinde pas yaparak oynamaktansa, kendi bireysel özelliklerini ön plana çıkartan bir oyun anlayışını benimsiyor. Türkiye'de özellikle büyük takımlarda oynayan oyuncuların kalitesi oldukça yüksek. Bu oyuncuların hepsi sadece Almanya'da değil Avrupa'nın hemen her takımında oynayabilecek kapasitede. Ama şunu da söyleyeyim, Turkcell Süper Lig'de oynanan oyun, benim gelmeden önce tahmin ettiğimden çok daha kaliteli.
- Türkiye'de ve Avrupa'da oynadığın mevki itibarıyla en beğendiğin oyuncular kimler?
Avrupa'da Frank Lampart ve Steven
Gerrard. Gerçekten çok iyi oyuncular. Türkiye'de ise
Emre Belözoğlu iyi bir oyuncu. Zaten kendisini Milli Takım'dan da tanıyorum.
RÜŞTÜ TAM BİR EFSANE
- Peki Ernst?
Ernst zaten Almanya'da en beğendiğim oyuncular arasındaydı. O yüzden ismini söylemedim (Gülüyor), Onunla yan yana oynamak önemli bir avantaj. Ayrıca ön libero değil ama Rüştü'yü çok beğeniyorum. Zaten dünyada futbolseverlerin tanıdığı ve hayran olduğu bir oyuncu. Tam bir efsane. Saçlarıyla, tipiyle çok karizmatik bir oyuncu. Bence Türkiye'nin en büyük oyuncularından birisi.
- Almanya'da yetişen çok sayıda
genç Türk oyuncu erken yaşlarda Türkiye'ye gelmeyi seçiyor. Sence Bundesliga'da kalmak yerine buraya gelmeleri doğru bir tercih mi?
Bence Almanya'da altyapı eğitimi alan oyuncuların Türkiye'ye gelmeleri, Türk futbolu için büyük avantaj. Çünkü orada çok iyi yetişiyorlar. Almanya'da futbol çok küçük yaşlarda başlıyor. 14-15 yaşlarındaki oyunculara neredeyse profesyonel gibi davranılıyor. Dolayısıyla belli bir yaşa geldiklerinde çok şeyi görmüş ve yaşamış oluyorlar. Türkiye'de ise bazı arkadaşlarımla konuşuyorum; futbola başlangıç yaşları 12-13. Oysa Almanya'da daha erken yaşta başlayan oyuncular o yaşa gelinceye kadar bir çok şeyi öğrenmiş oluyor.
- Türkiye'deki genç oyunculara yeterince şans verildiğini düşünüyor musun?
Bence yeterince şans buluyorlar. Süper Lig'de maç yaptığımız takımların kadrolarında çok genç oyuncu gördüm. Bizim takımda da
İsmail Köybaşı,
Necip Uysal ve
Rıdvan Şimşek gibi genç oyuncular var. İsmail son zamanlarda çok başarılı bir per
formans ortaya koyuyor. Necip ve Rıdvan ise kadroya girme şansını buluyor. Türkiye'deki
yabancı kotası da genç oyuncuların forma arttırıyor. Örneğin Almanya'da bir takım sahaya 11 yabancı oyuncu ile çıkabiliyor ama Türkiye'de bu sayı sınırlı.
BEŞİKTAŞ TARAFTARI FANTASTİK
- Beşiktaş taraftarı
UEFA tarafından defalarca en etkileyici gruplar arasında gösterildi. Daha önce oynadığın takımların taraftarı ile Beşiktaş taraftarını kıyaslar mısın? Taraftarın durumu saha içindeki oyuncuyu nasıl etkiliyor?
Beşiktaş taraftarı çok ateşli. Maç öncesi ısınmak için sahaya çıktığımızda yaptıkları tezahüratlar çok etkileyici ve motive edici oluyor. Aynı şekilde maç içinde de pozitif yönde motive ediyorlar. Hele bir gol attığımızda öyle bir ses oluyor ki saha içinde bile birbirimizi duyamıyoruz. İnanılmaz derecede fantastikler. Tabii ki
doğal olarak yenildiğimizde üzülüyor ve tepki gösteriyorlar. Maç dışında da dışarıda gezmeye çıktığımızda yanımıza gelip
imza istiyor ya da başarılar diliyorlar. Bu tarz durumlar Almanya'da da yaşanıyor ama bu kadar yoğun değil. Türk insanının biraz daha sıcak olduğunu söyleyebilirim.
- Peki, dışarıda sürekli ilgi görmek bazen rahatsızlık veriyor mu?
Hayır, beni pek rahatsız etmiyor. Sonuçta bu durum mesleğimizin bir parçası. Nasıl antrenmanlar, maçlar profesyonelliğin bir parçasıysa, taraftarlar da başka bir parçası. Popülaritemizi onlara borçluyuz.
- Bundan sonrası için
kariyer planlamanda neler var?
Elbette aklımda bazı hedefler var. Bunlardan ilki Beşiktaş'ta şampiyonluk yaşamak. Şimdiye kadar oynadığım hiç bir takımda böyle bir sevinç yaşamadım. Beşiktaş'la 3 yıllık sözleşmem var ve bu süre içinde şampiyonluk yaşamak istiyorum. Bu sonuçta benim burada kalma isteğim ve sergileyeceğimiz performansla da ilgili ama Beşiktaş'ta oldukça mutluyum. Umarım böyle devam eder. Sonrasını ise pek düşünmedim açıkçası.
- Almanya Milli Takımı'nda oynamak gibi bir hedefin yok mu?
İki yıl kadar önce bazı gazetelerde adım
milli takım için yazılmış ama olmamıştı. Ben elimden geldiğince oynadığım takımdaki performansımı yükseltmeye bakıyorum. Bunun sonucund
a milli takımdan bir davet olursa da ne mutlu. Ama milli takıma seçileyim diye ayrıca bir çaba sarf etmiyorum.
- İstanbul'u gezdin mi? En çok nereden etkilendin?
Daha öncede Türkiye'ye gelmiş ama sadece Side'yi görmüştüm. İstanbul'a ilk geldiğimde ise çok etkilendim. Üstelik o zaman yazdı ve havalar çok güzeldi. Köprüler,
deniz ve Boğaz gerçekten müthişti. Boğaz'daki bir restoranda oturup bir şeyler yemek ve o sırada ışıklandırılmış köprüye bakmak çok güzel. Onun dışında Kapalıçarşı ve Sultanahmet'i gezdim. Çok etkileyici yerler ama çok kalabalık.
- Futbol dışındaki hayatında neler var? Hobilerin neler?
Futbol dışında kalan zamanımda köpeklerimle ilgileniyorum. Ayrıca Beykoz'da bir Hayvan Haklarını Koruma Derneği var. Kız arkadaşımla birlikte o derneğe elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ormandaki köpekleri besliyor, onlara ilaçlar alıyoruz. Benim pek vaktim olmuyor ama kız arkadaşım onlarla sürekli ilgileniyor.
(CİHAN)