Savaşın ABD dışındaki en önemli savunucusu
İngiltere Başbakanı Tony Blair'in Washington'a
veda ziyareti gerçekleştirdiği günlerde, savaşın başlangıcında
Pentagon'un iki numaralı koltuğunda oturan ve savaş stratejisinin mimarı olarak anılan Paul Wolfowitz, aniden patlayan skandalın ardından
Dünya Bankası Başkanlığına veda edeceğini açıklıyordu.
Pentagon bir numaralı koltuğunda savaş politikasının sözcülüğünü üstlenen
Donald Rumsfeld ise, 7
Kasım seçimlerindeki büyük başarısızlığın hemen ardından
istifa etmek zorunda kalmıştı. Savaşı destekleyen
İspanya ve
İtalya başbakanlarıysa, ülkelerindeki ilk seçimlerde kaybederek görevlerinden ayrılmışlardı.
Savaş stratejisinin hukuk kanadını yönlendiren
Adalet Bakanı Alberto Gonzales ise bu süre içinde yargı ve güvenlik kurumlarını politize ederek yanlı tutumlara soktuğu suçlamasıyla her geçen gün artan baskılar karşısında tutunmaya çalışıyor. Siyasi gözlemciler, bu hafta Senato'da hakkında bir
oylama yapılabileceği konuşulan Gonzales'in her an istifa edebileceği yorumunda bulunuyorlar.
Başkan
Bush'un savaş ekibinden geriye sadece yardımcısı
Dick Cheney ve
Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice kaldı.
Dışişleri Bakanı Rice'ın ise, uzun süredir
Ortadoğu barış süreciyle ilgilenmeyi
Irak konusunda girişimlerde bulunmaya
tercih etmesi de dikkatlerden kaçmıyor. Başkan Yardımcısı Cheney ise, şu anda dış politikada Irak Savaşı ve
İran konusunda en şahin ve en ağır isim olarak bizzat ön plana çıkıyor.
Bush ve Cheney'nin bu yalnızlığıyla ABD'nin savaş politikasındaki bazı değişikliklerin aynı günlere denk gelmesi dikkat çekiyor. ABD ve İran arasında 1979
rehine krizinden sonraki ilk resmi görüşme, 28
Mayıs günü Bağdat'ta büyükelçiler düzeyinde gerçekleştirilecek.
Başkan Bush'un, savaşla ilgili kritik konumlara ilk kez, savaşa ideolojik yaklaşan şahinler yerine, temkinli ve pragmatist profesyonelleri atamaya başlaması da bu kapsamda değerlendiriliyor. Savunma Bakanlığına Robert Gates'in atanması, Beyaz Saray'ın savaş çarlığına savaşla ilgili şüphelerini daha önce dile getirmiş bir
komutan olan General Douglas Lute'un ve bölgedeki askeri varlığın komutanlığına pragmatist yaklaşımlarıyla bilinen General David Petraeus'un atanmaları savaş politikasındaki değişikliğin işaretleri olarak algılanıyor.