Rusya perspektifinden Trump’ın ilk bir ayı ve Ukrayna’nın geleceği
Dört yıllık bir aradan sonra tekrar ABD başkanı seçilen ve göreve başlamasıyla aldığı radikal kararlarla hem dünya, hem de Rusya ve Ukrayna için hayati önemde etkiye sebep olan Donald Trump, politikacılar, uzmanlar ve gazeteciler arasında tam manasıyla şaşkınlık yarattı. Küresel güç sahibi G8 liderlerinin 2022’de bazı temel prensipleri referans alarak Rusya’yı bu birlikten çıkarmalarına Trump, bir cümle ile “Rusya’nın yeniden G7 grubuna dahil edilmesi gerektiğini” söyleyerek aksi bir tavır aldı.
Başkanlık koltuğuna oturmasının daha ikinci haftasında Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Ukrayna konusunda müzakerelere başlama hususunda anlaştıklarını söylemesi ve devamında uzun bir (belki bir kaç) telefon görüşmesi yapması çok hızlı gelişmeler olarak kayda geçti. AB liderlerinin ve NATO karargahının bu baş döndürücü değişimlerden şoke oldukları bir gerçek. Trump’ın görüşmeyi önceden Avrupalı müttefiklerine haber vermemesi, AB ve NATO yetkilileri tarafından “ihanet” olarak nitelendirildi. Politico, Trump-Putin görüşmesini Avrupa’nın ve Ukrayna’nın aylardır, hatta yıllardır korktuğu an olarak değerlendirdi. Bloomberg ise, görüşmenin detayları hakkında bilgilendirilmemelerinden dolayı Avrupalı liderlerin endişeli olduğunu ve ABD’nin Rusya’ya tavizler verebileceğinden korktuklarını yazdı.
Trump, Batı’nın hegemonyasını değil, doğrudan ABD’nin ulusal çıkarlarını önemsiyor
Biyografisi itibariyle bir göçmen aile geçmişi olan Trump, aslında kişisel karakteriyle Amerika’nın da bazı temel felsefesini karşısına aldı/alıyor. Tartışılır ferdi ideolojisinden yola çıkarak, uluslararasıcılığın her türlüsünü, “evrensel değerleri”, “küresel demokrasi”, “insan hakları” gibi söylemleri reddettiğini görüyoruz. Onun için tek mutlak öncelik Amerika ve onun refahıdır. Bu projeye katılanlar dost veya müttefiktir, karşı çıkanlar ise düşman!. ABD’nin kendi refahı dışında hiçbir görevi yoktur ve hiçbir merci Amerikalılara neyi, nasıl ve ne zaman yapmaları gerektiğini, nasıl davranmaları gerektiğini, neye inanmaları veya saygı duymaları gerektiğini dikte edemez. Bu esnada yeryüzünde başka devletler, halklar varmış ve onların da hakları ve özgürlükleri var gerçeğine çok takılmıyor.
Bu yüzden Grönland, Kanada, Panama Kanalı ve hatta Meksika üzerindeki iddiaları dikkat çekiyor. Trump’a göre ABD, insanlığın hayalini kurduğu büyük bir güçtür, ancak bu gücü yalnızca kendisi için kullanmalıdır. Diğer ülkeler ya ABD’yi hayranlıkla izler ya da ondan korkar. Ona meydan okuyanlar ise Amerikan askeri gücünün yıkıcı darbesiyle karşılaşacaktır. Trump, Batı’nın hegemonyasını değil, doğrudan ABD’nin ulusal hegemonyasını önemsiyor. Bu, çok kutupluluğun kabulü değil, küreselcilerin temel varsayımlarından tamamen farklı yeni bir tek kutuplu dünya projesidir.
Peki küresel tehlikeye neden olacak bu yaklaşımları başka ülkeler de benimserlerse durum ne olacak? Çin, 1.5 milyar nüfusu ve ordu gücüyle Tayvan, Moğolistan yada Kırgızistan gibi bölgeleri bir çırpıda yutmak isterse kim durdurabilir? Ya da Hindistan ve Rusya benzer refleksler göstermeleri insanlığın yeni çıkmazlara girmesi manasına gelmez mi? En güçlü ülkenin devlet başkanı olarak Trump’ın daha sorumlu ve daha temkinli olması gerekir. Aksi taktirde başka ülkeler de bu şekliyle, bu örnek üzerinden gidebilir. Bundan dolayı AB ve bölge ülkeleri tarafından Grönland, Kanada, Panama Kanalı ve Meksika üzerindeki hak iddiaları şiddetle eleştirildi.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Trump’ın tek başına kararıyla Rusya’yı G7’ye geri alma önerisini aynı şekilde eleştirdi. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin, ABD’ye Ukrayna’nın nadir toprak elementlerinin %50’si üzerinde hak tanıyacak anlaşmayı imzalamayı reddetmesi yine aynı refleks ile oluştu. (Hani, ileride mecbur kalacak, şimdi reddetmesi el yükseltmek istemesinden… bu ayrı konu). Ayrıca, Avrupa ülkelerinin Ukrayna ile ilgili müzakerelere dahil olma konusunda ısrarcı olmaları ve Washington’un müzakere şartlarını AB olmadan yürütmeye çalışması bütün Avrupa’yı endişelendirmesini aynı kategoride değerlendirmek gerekiyor.
Başka bir husus ise Trump’ın bazı kararlarının ve söylemlerinin son 20-30 yıl çokça tartışılan küreselleşme/globalleşme tezlerine ters oluşu. Bunu yaparken de ABD’nın liberal demokrasinin kalesi, koruyucusu ve sponsoru olması gerektiğini ve hatta kendi çıkarlarını aşarak ulusüstü menfaatlere hizmet etmesi gerektiğini savunması. Küreselciler insanlık kategorisinde düşünürken, Trump Amerika bağlamında düşünüyor. En bariz örnek ise ulusüstü kurumları BM, DSÖ, AB vb. reddediyor ve klasik realistler gibi en yüksek otoritenin hiçbir şeyin ve hiç kimsenin üstünde olmadığına, egemen ulus-devlet olduğuna inanıyor.
Washington’un önceliği Avrupa değil ve Kiev 2014 öncesi sınırlarına dönemeyecek
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Brüksel’de düzenlenen Ukrayna Savunma İrtibat Grubu toplantısında Kiev’in 2014 öncesi sınırlarına dönmesinin “gerçekçi olmadığını” ve bu hedefin peşinden gitmenin yalnızca savaşı uzatacağını belirtti. Ayrıca, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin de müzakere edilecek bir çözümün parçası olamayacağını vurguladı. Hegseth, ABD’nin Ukrayna’ya asker konuşlandırma veya NATO’nun 5. Madde garantisiyle barış gücü göndermesi fikrini reddettiğini de açıkladı.
ABD’nin önceliğinin Avrupa’nın güvenliği olmadığını açıkça belirten Hegseth, Avrupa ülkelerinin Ukrayna’ya daha fazla yardım sağlaması ve vatandaşlarını bu tehdide karşı bilinçlendirmesi gerektiğini söyledi.
Washington’un NATO’ya bağlılığını sürdüreceğini ancak Avrupalı müttefiklerin ABD’ye bağımlı bir güvenlik sistemine bel bağlamaktan vazgeçmesi gerektiğini belirten Hegseth, Avrupa’nın daha fazla sorumluluk almasının kaçınılmaz olduğunu vurguladı.
Brüksel’deki 26. Ramstein formatındaki Ukrayna Savunma İrtibat Grubu toplantısına bu kez ABD yerine Birleşik Krallık başkanlık etti. The Times gazetesi, ABD’nin Ukrayna’ya yönelik yeni stratejisini henüz resmileştirmemesi nedeniyle başkanlığı İngiltere’ye devrettiğini bildirdi.
Pentagon’un verilerine göre, Ocak 2025 itibarıyla müttefik ülkeler Ukrayna’ya toplamda 126 milyar dolarlık askeri yardım sağladı. ABD Başkanı Donald Trump ise Avrupa’nın Ukrayna’ya ABD’den çok daha az yardım yaptığını ve en az ABD kadar katkı sunması gerektiğini söylemişti.
Politico, Avrupa Birliği’nin yeni ABD yönetimiyle olan ilişkilerinin 'neredeyse yok denecek kadar kötü' olduğunu aktardı. Avrupa diplomatlarının, Trump ve Savunma Bakanı Pete Hegseth’in Ukrayna’nın 2014 öncesi sınırlarına dönmesinin gerçekçi olmadığına ve NATO üyeliğinin 'hayalî bir hedef' olduğuna dair açıklamalarına nasıl tepki vereceklerini bilemediklerini belirtti. Fransa, Almanya, Polonya, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları, görüşmelerinin ardından Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü desteklediklerini açıkladı. Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, X platformunda yaptığı paylaşımda, 'Herhangi bir müzakere sürecinde Avrupa’nın merkezi bir rol oynaması gerektiğini' vurguladı. 'Ukrayna’nın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü tartışmaya açık değildir. Önceliğimiz, Ukrayna’yı güçlendirmek ve güvenlik garantileri sağlamaktır,' dedi.
Sonuç olarak Trump’ın başlattığı reformlar nesnel olarak çok kutupluluğa yol açabilir. Yani, ideolojik veya jeopolitik tek bir hâkim gücün olmadığı, farklı medeniyetlerden oluşan bir dünya düzenine meyletme hızlanacak. Rusya, Çin, Hindistan, İslam dünyası, Afrika ve Latin Amerika gibi büyük medeniyetler nihayet küreselleşmenin boyunduruğundan kurtularak kendi egemen yapılarını inşa etme gayretine girecekler. Çünkü Washington’un bu yeni dünya düzeni, Trump’ın niyetinden bağımsız olarak, nesnel olarak çok kutupluluğa katkıda bulunuyor/zorluyor. Kendi büyük gücünü yaratma hedefi, diğer devletleri de egemen güçler olmaya itiyor. Bütün bu gelişmeler ve değişimlerin bir parçası olarak Ukrayna ise, Güney Kore modeline daha çok benzeyecek gibi gözüküyor.