Üstad Bediüzzaman İctimaî Hastalıklar için sunduğu Altıncı Çare ise, Şûrâ’dır. Bu hususu ALTINCI KELİME olarak şunları söylüyor:
“Müslümanların İslâmî İctimaî Hayattaki saadetlerinin anahtar Şer’î, İslâmî meşverettir. “Onların kendi aralarındaki işleri Şûrâ iledir.” (Şûra Suresi, 42/38) Âyet-i Kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor. Evet nasıl ki, insanlık âlemindeki telâhuk-u efkâr (fikirlerin, bilgilerin birbiriyle eklenip, birbirini desteklemesi) ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyle birbiriyle meşvereti, bütün bütün insanlığın terakkiyatının ve fenlerin esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi o hakikî şûrâyı yapmamasıdır.
“Asya kıt’asının ve istikbâlinin keşşâfı ve anahtarı şûrâdır. Yani nasıl fertler birbiriyle meşveret eder, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâm'ın ayaklarına konulmuş, çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak şer’î meşveret ve istişare ile imanî şefkat ve kahramanlıktan doğan İslamî Hürriyettir. O hürriyet, âdab-ı şer’iyye ile süslenip, mevcut sefih medeniyet anlayışının kötülükleri atmalıdır. İmandan gelen İslamî Hürriyet iki esası emreder: Tahakküm ve istibdat ile başkalarını zillete düşürmemek. Zâlimlere karşı da zillete düşmemek… Allah’a hakikî kul olan, başkalara kul olamaz. ‘Birbirinizi – Allah’tan başka – kendinize Rab yapmayın.’ (Âl-i İmran Suresi, 3/64) âyetine göre Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese nisbetine göre bir Rubûbiyet kuruntusu ve vehminde bulunur, başına musallat eder. Evet İslamî Hürriyet, Cenab-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.
Yaşasın sıdk, doğruluk! Ölsün yeis, ümitsizlik! Muhabbet devam etsin!.. Şûra kuvvet bulsun!.. Bütün kınama, azarlama ve nefret, heva hevese tâbî olanlara olsun. Selâm ve selâmet Hüdâya tabi olanların üstüne olsun!..
“Haklı şûra İhlas ve tesanüdü netice verdiğinden üç elif, yüz on bir olduğu gibi ihlas ve tesânüd-ü hakikî ile üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adam, hakiki ihlas ve tesânüd ve meşveretin sırrı ile, bir nadam kadar iş gördüklerini çok tarihi vukuat bize haber veriyor. Madem insanların ihtiyaçları hadsiz ve düşmanları nihayetsiz.. ve kuvveti ve sermâyesi pek cüz’i bilhassa dinsizlikle canavarlaşmış.. tahribatçı, muzır insanların çoğalmasiyle elbette ve elbette, o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hâcet ve ihtiyaçlara karşı, imandan gelen dayanma noktası ve o medet isteme noktası ile beraber, insani şahsî hayatı dayandığı gibi ictimaî hayatı da yine imanın hakikatlerinden gelen İslâmî şûra ile yaşayabilir, o düşmanları durdurur o hâcetlerin teminine yol açar.”
Bu süreçte (15 Temmuz 2016’dan sonraki sıkıntılı dönemde), bir yandan yaralar sarılırken, yaşanılan tsunami ve zelzele neticesinde meydana gelen yitikler, aranılıp bulunmaya çalışıldı. Dik durularak fabrika ayarlarına dönülüp, sistemin çalışır halde tutulmasına gayret ediliyor. Bu hususta bizi ayakta tutan önemli bir husus istişareler ve meşveretlerdir. Bunların ölçüsünü de çok öncelerden M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Ruhumuzun Heykelini İkame Ederken” isimli eserinde ortaya koymuştu…
Üstad Hazretleri, Prof. Dr. Ayhan Songar’ın dayısı Eşref Edip Fergan Beyin 1922’de neşrettiği Sebilürreşad gazetesinin 461. Sayısında “Şûrâ-yı Meşihat-i İslamiye” başlıklı yazısında şöyle demektedir: “Zaman, eski zaman gibi değildir. Fikirler incelenmiş, aradaki münasebetler çoğalmış, yeni yeni meseleler doğmuştur. Milletler türlü türlü cereyanlarla çalkantı halindedir. Batı medeniyeti sarsıntılar geçiriyor: İslâm, dünyası da müthiş bir anarşi içindedir. Fikirler dağınıklık ve kararsızlık halindedir. Aradaki bağlar, râbıtalar çözülmüş, ictihadlar dağılmıştır. Fâsit (bozuk) medeniyetlerin tesiriyle ahlâkta da müthiş bir gerileme meydana gelmiş, tehlikeli durumlar varlığımızı tehdit etmeye başlamıştır. Böyle buhranlı zamanlarda İslâm milletinin mânevî hayatı bir ferdin, bir şahsın içtihadına terk edilemez. Ferd hârici tesirlere karşı daha az mukavemetlidir. Hârici tesirlere kapılmakla nice dînî hükümler fedâ edildi. Nasıl olur ki, işlerin basit olduğu, taklid ve teslim geçerli olduğu zamanda bile velev ki, intizamsız bir heyet olsun, dînî riyaset (başkanlık), kudretli bir mühim şahıslara istinad ederdi. Şimdi ise, iş basitlikten çıkmış taklid ve ittiba gevşemiştir. Şahsî içtihatlara itimad kalmamıştır. Müslümanların dinî riyaseti öyle bir hâle getirilmelidir ki, o yüce Şeyhülislamlık Müessesesi yalnız ülkemizde değil bütün İslâm dünyasında feyzini saçsın. Bütün İslam dünyası ona itimad etsin. Hem mutî, hem makes vaziyetini alsın. Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim tek şahıs idi. O hâkimin müftüsü de onun gibi tek bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tadil edebilirdi. Şimdi ise zaman cemaat zamanıdır. Hâkim o cemaatin ruhundan çıkmış, sağırca, metin bir şahs-ı manevidir ki, işte şûralar o ruhu temsil eder. Cemaatin ruhundan doğan böyle bir hâkimin müftüsü de ona uygun olarak yüksek ilmî bir şûradan doğan mânevî bir şahsiyet olmak gerekir. Tâ ki sözünü her tarafa işittirebilsin. Diyanete taalluk eden noktalarda cemaat’e sırat-ı müstakime, doğru yola sevkedebilsin. Yoksa ferd, DÂHÎ de olsa, cemaatin mânevî ferdliğine karşı sivrisinek kalır.”
Evet, meşveret, istişareden başka çaremiz yok.