Türkiye gibi küresel vizyonu olan bir
ülkenin,
Kürtçe'den korkmak yerini onu kullanması gerektiğini ifade eden Öneş, "Türkiye
bölgesel çekim merkezi olmak için
Kürtçe,
Arapça eğitim verecek bir üniversite pekala kurabilir" dedi.
Türkiye çok yoğun bir haftayı geride bıraktı.
PKK'nın ilan ettiği
eylemsizliğin biteceği 31
Ekim Pazar sabahı
Taksim'de yapılan canlı
bomba eylemi, kafalarda soru işaretleri yarattı. 1 Kasım'da gerek
Öcalan'ın görüşmelerin niteliğine ilişkin açıklamaları gerekse PKK'nın eylemsizliği Haziran'a kadar uzatması soru işaretlerini ortadan kaldırdı. PKK'nın 5 gün sonra TAK'ın üstlendiği eylem için yaptığı sert acıklama yeni bir dönemi işaret etmesi bakımından önemli. Şimdi
Kürt sorunu konusunda daha cesur olma zamanı. Çünkü bu yeni dönemde bir başlangıç da CHP'de yaşanıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun çıkışı ve
Önder Sav'ı bir anda
tasfiye etmesi Türkiye'nin normalleşmesine şüphesiz önemli bir katkı. Kemal Kılıçdaroğlu,
referandum döneminde Tunceli'de yaptığı bir konuşmasında çatışmasızlık ortamında "siyasi affı" bile konuşabiliriz demişti.
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu konuları iki özel konukla konuştuk. Eski MİT
Müsteşar Yardımcısı
Cevat Öneş ile Taksim eylemini ve Kürt sorununu, CHP'nin bir süre önce düzenlediği
arama toplantısında Gürsel Tekin'in ifadesi ile "CHP'yi döven hoca"
Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr.
Muhammet Çakmak ile de CHP'de yaşananları konuştuk.
Eylemsizliğin bittiği gün Taksim'de bomba patladı. PKK biz yapmadık dedi. Eylemi TAK üstlendi. PKK, TAK'ı uyardı. Anlamı ne bütün bunların?
Eylem 31 Ekim'de yani eylemsizliğin sona ereceği gün yapıldı. TAK'ın bu eylemi üstlenmesi 5 gün sonra oldu. Bu süre önemli. TAK'ın eylemi üstlenmesi üzerine KCK Yönetimi'nin yaptığı açıklama bir ilk olması açısından önemlidir. Ama daha önemlisi TAK'ın bu açıklamaya herhangi bir
cevap vermemesidir.
Taksim gibi çok kalabalık bir yerde ve sivillerin de ölme ihtimalinin çok yüksek olduğu bir eylemi gerçekleştirmek bireysel bir çıkış ihtimalini zayıflatmaktadır. Bana öyle geliyor ki, bu eylem aynı zamanda
örgütün kendi gücünü göstermesi mesajını da taşıyor. KCK'nın TAK'a yönelik açıklaması çok önemlidir. Çünkü aynı KCK, Taksim eyleminden sonraki gün eylemsizliği hazirana kadar uzatmıştır.
Orada bir çelişki yok mu o zaman?
Var. Bunun için KCK'ya yani PKK'ya önemli bir sorumluluk düşüyor. TAK'a yönelik açıklamalarında ifade ettikleri, eylemi yapanlardan "
hesap sorma" konusunda kendi içlerinde gerekli soruşturmayı yapmaları ve sonucunu da kamuoyuna açıklamak zorundadırlar. Çünkü bu eylem KCK için de bir samimiyet testidir. Taksim'de eylem yapanlara yönelik yapılacak inceleme ve bunun sonuçlarının en kısa zamanda açıklaması PKK'ya güven için bir zorunluluktur.
PKK TAK'A HESAP SORMALI
Bu bir bölünme mi?
Böylesine bir süreçte farklı görüşlerin ortaya çıkması normal. Geçmişte de bu tür farklılıklar oldu. Ama merkezden her sapma tasfiye ile sonuçlanmıştır. Bu durumda bir kez daha Öcalan faktörü devreye girmektedir. Ve Öcalan'ın barışın yanında yer alması, örgüt içinde bun karşı olanların geleceğinin olmadığını gösterir. Ama bölünme demek için henüz
erken.
Bu fikri ayrışma dış güçler için bir fırsat olabilir mi?
PKK'nın sınırlarımız dışında 30 yılı boyunca kalabilmesi zaten tek başına dış güçlerin desteği ve koruması ile mümkün olabilmiştir. PKK içindeki bazı yapıların kullanabilirliği böylesine önemli süreçlerde daha kolay hale gelmektedir. Son olayda bu olmuş olabilir. Ama bunu önlemenin yolu içerde Kürt sorununu çözmekten geçiyor.
PKK eylemsizliği uzatması bu anlamda önemli fırsat o zaman...
PKK, artık
silahlı hareketin devam edemeyeceğini biliyor. Konjonktür buna müsaade etmiyor. Özellikle dış dinamikler, uluslararası gelişmeler, enerji güvenliği gibi konular artık bölgede PKK gibi örgütlerin yaşamasını mümkün kılmıyor. PKK, Irak'ta, İran'da, Suriye'de de kalamayacağını biliyor. PKK silahsız bir çözüme adım atmadığı durumda, kendisinin halledileceğinin farkında. Ama daha önemlisi Türkiye'deki iç gelişmeler. Türkiye değişiyor. Ve Kürt sorununun çözümünü en çok
Kürtler istiyor. PKK'nın eylemsizliği uzatması hem Öcalan'ın gücünü hem de onların da artık silahsız çözüme hazır olduğunu gösteriyor.
Silahsız çözüm ne demek?
Silahsız çözüm, Türkiye'nin Kürt sorununu
demokrasi ile çözmesi demek. PKK'nın Irak'taki silahlı gücü tasfiye edilse bile, Türkiye'nin Kürt sorunu çözülemez. Ayrıca Türkiye içindeki silahlı eylemlilik şartlarının ortadan kalkacağını söylemek de mümkün değildir. Bunun için, Türkiye içinde hızla demokratik adımların atılması gerekir. PKK'nın
silah bırakma için öne sürdüğü koşullara PKK'ya endekslenmeden; Türkiye'nin genel
demokratikleşme şartları çerçevesinde yaklaşılması doğru olacaktır. Bunlar için insanların ölmesine gerek yok. PKK'nın ve
siyasetin görmesi gereken gerçeklik budur. Türkiye'nin içindeki silahlı mücadeleye Kürtler de müsaade etmiyor. Kendileri de yoruldu.
Karayılan da söyledi bunu, gerekirse özür dileriz dedi. Bu açıklama, devam etti-rilmesi gereken önemli bir başlangıç olabilir.
Ne istiyorlar?
Bugün PKK'lı dediğimiz insanlar hayatlarının uzun bir dönemini dağda geçirmiştir. Yaşamlarını sadece sert
doğa şartları ve silah şekillendirmiştir. Ve onlar bir anlamda meseleye kendi şartları içerinde bakıyorlar. Sorun çözüldüğünde, onlara da siyasetin içinde yer almak istiyorlar. Bunu anlayışla karşılamak lazım. İngiltere'de IRA deneyimi,
İspanya deneyiminde olan da budur. Şu anda yaşanan biraz da bunun
pazarlığı.
ÖCALAN PKK'NIN ÖNÜNDE
Eylemsizlik neden bir ay gecikme ile geldi?
Ben bunun taktiksel olduğunu ve bazı adımların atılmasının beklentisi olarak görüyorum. Şunu da kabul etmemiz lazım; Öcalan yaşanan süreci çok iyi okuyor ve ona göre adımlar atıyor. Aradan geçen 11 yıla rağmen PKK'nın hâlâ Öcalan'ı dinlemesi önemli bir durumdur. Öcalan, bu sürecin demokratik yollarla çözümünü uzun süredir dile getiriyor. Türkiye içinde çözümü öneriyor. Ve PKK'nın onun isteği ile eylemsizliği uzatması önemli bir başarı ve aynı zamanda Türkiye'nin değerlendirmesi gereken bir fırsattır. Ayrıca Öcalan etkinliği, benc
e devletin yararlanması gereken bir fırsattır.
Yararlanılıyor mu yeterince?
Görüntü öyle olduğunu gösteriyor. Medyaya yansıyan görüşmeler, sürecin gelişmekte olduğunu gösteriyor. Ama daha etkili de kullanılabilirdi? Türkiye, şu anda kullandığı fırsatları 2000'lerin başından itibaren kullanabilirdi. Yani şu anda ertelenmiş bir çözümden bahsediyoruz. Bugün iktidarda Kürt sorununu çözmek isteyen bir parti,
AK Parti var. Ama anlamadığım biçimde attığı ileri adımları, zaman zaman geriye çekebiliyor.
Milliyetçi muhalefeti olması gerekenden fazla önemsiyor. AK Parti ortaya koyduğu cesaret isteyen, çözüm şartlarını ortaya çıkaracak adımlarda sürekliliği ve kararlılığı daha etkili şekilde gösterebilmesi gerekir. Korkmasına gerek yok. Cesur adımlar AK Parti'ye kaybettirmez kazandırır. Mesela AK Parti'nin bölgede kendisine BDP'yi
rakip görmesine gerek yok. AK Parti demokrasi yönünde atacağı adımlarda, BDP'yi demokrasinin inşasında ve yeni anayasanın yapımında demokratik
yandaş bir güç olarak görebilmelidir.
BATI DA DEMOKRASİ İSTİYOR
Batı'yı kaybetmekten mi korkuyor?
Belki ama. Korkmasına gerek yok. Çünkü sürekli eylemsizlik sürecinde, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu demokratik adımların aktif şekilde hayata geçi-rilebilmesi Batı'da AK Parti'ye tereddütlü
bakan kitleri etkileyebilecektir. Çünkü AK Parti içinde bulunduğumuz süreçte tüm Türkiye'ye hitap eden bir Türkiye partisi olarak çözümün ana adresidir ve bu süreçte başat rolünü oynamak zorundadır. Sorun AK Parti'nin bu şansı nasıl kullanıp kullanmayacağı.
Kullanabiliyor mu?
Kuşkularım var. Çünkü Türkiye'de hâlâ konuya siyaset üstü bir bakış geliştirilemedi. Mesela Karayılan
röportaj verdi. Gerekirse özür dileriz dedi.
Cemil Çiçek sorunu
Sri Lanka modeline getirdi. Belki Çiçek, AK Parti'nin tamamını temsil etmiyor ama; öyle bir süreçteyiz ki, bazı semboller, sözler, iletişimde önem kazanan mimikler dahi,
psikolojik ortamda önem kazanıyor. Bakın artık
toplum "devlet Öcalan ile görüşüyor" söylemine
prim bile vermiyor.
Anayasa tartışması hemen başlamalı
Kim yürütüyor Öcalan ile görüşmeleri?
Görüşmelerde MİT başrolde. Öyle de olması gerekir.
MİT Müsteşarı,
Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın da çok güvendiği biri. Yanında asker dahil bir ekibin bulunduğunu tahmin edebiliriz. Burada şunu söylemek lazım, görüşmeleri kimin yürüttüğü önemli değil. Önemli olan, toplum da PKK da bu çatışmadan yoruldu. Çözüm istiyor. Şimdi mesele bu şansı kullanıp, kullanmamaktır. BDP'nin tabanında da PKK'ya karşı silahı bırak eleştirisi yapılıyor. Bu Türkiye'miz ve çözüm için önemli.
Ne yapılmalı?
Bir yeni anayasa meselesinin mutlaka şimdiden tartışılması gerekiyor. Yeni anayasa seçimden sonra yapılabilir ama, anayasanın felsefesi, temel kriterleri şimdiden tartışılmaya başlanmalı. Partiler önerilerini toplumla paylaşmalılar. Vatandaşlık tanımı mutlaka gözden geçirilmeli ve etnik vurguyu dışarıda bırakan "anayasal vatandaşlık" tartışılmalıdır. En çok tartışılacak ve iç
politika malzemesi olarak kullanılacak konulardan birisi de anayasamızda "Türk milleti" kavramıdır. Türk milleti kavramı, hiçbir etnik,
inanç ve kültürel farklılığa öncelik tanımadan, eşit vatandaşlık anlayışı çerçevesinde tartışılabilmelidir. Anayasal vatandaşlık kavramıyla bağlantılı bir "Türkiye milleti" kavramı bu tartışmaları bitirecektir. Tabii bir de
ana dil meselesi var.
Nasıl bir çözüm öneriyorsunuz anadil konusunda?
Şimdi anadil eğitimi, Kürtleri bilinçlendirir deniyor. Daha ne kadar bilinçlenecek Kürtler? Bölgeye gittiğinizde zaten herkesin bilinçli olduğunu görüyorsunuz. Üstelik bu bilinç ayrılma, bölünme üzerine değil, birarada yaşama üzerine. Bence bu korku yersiz ve gereksiz. Bugün için yapılması gereken, mevcut konjonktürel gelişmeler çerçevesinde anadilin seçimlik olarak okutulması önemli bir engeli aşacaktır. Kürtlerin de istediği budur. Farklı ifade etseler bile. Bakın size bir başka şey söyleyeyim. Türkiye dış politikada bölgesine önemli bir ülke oluyor değil mi? Türkiye eğitim imkânlarını, kültürel potansiyelini bölge Kürtlerine, Arap halklarına, Farslılara, dünya Müslümanlarına, Türk Cumhuriyetleri'ne yansıtabilecek daha fazla girişimde bulunmalı. Örneğin bölgede Kürtçe, Arapça,
Farsça eğitim veren bir üniversite düşünemez miyiz? Bölge ülkelerinin gençleri neden Erbil'e gitsinler. Kurun Hakkari'de, Diyarbakır'da ya da Van'da
Kürtçe eğitim yapan bir üniversite, çekim merkezi olun. Ya da Arapça ya da Farsça eğitim yapan bir üniversite. Bunlar Türk Dış Politikası'nın ihtiyaç duyduğu açılımlardır.
Sanırım devlet kurumları Kürtçe, Soranice vs. dillerini bilen elemanlar arıyor...
Tabii ki. Artık küresel bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye'nin böyle korkulardan kurtulması lazım. Ve büyüklüğüne uygun adımlar atması gerek.
MURAT AKSOY