Ertem
Ergenekon Solu'nu da; "
Merkezinde
CHP olmak üzere, yargı oligarşisinin ve asker vesayetinin temsilcileri" olarak tanımladı.
Türkiye'de en fazla konuşulan konu "değişim". Değişim iki boyutlu. Bir tarafta dünya değişiyor, diğer tarafta Türkiye. İki değişim süreci birbirini tetikliyor. Türkiye'deki değişimi gündelik hayatın her anında hissediyoruz. Peki nasıl bir değişim yaşıyor Türkiye ve dünya?
Bu değişim Türkiye'yi,
siyaseti ve siyasal aktörleri nasıl etkiliyor?
Bu hafta Söyleşi-Yorum'da bu soruların cevaplarını aramak için
İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve
Taraf yazarı
Cemil Ertem'le
İstanbul Üniversitesi'nin ana bahçesinde buluştuk.
Cemil Ertem, 12
Eylül'de yapılan referandumu bu değişimi hızlandıran bir katalizör olarak görenlerden birisi. Ve referandumu, Türkiye'nin
Berlin Duvarı'nın yıkılışı olarak tanımladı. CHP'de değişimin imkansız olduğunu ifade eden Ertem, yaşanan sürecin 'Ergenekon Solu'nun tasfiyesi olduğunu söyledi.
Değişim değişim diyoruz. Türkiye nasıl bir değişim yaşıyor?
Türkiye çok hızlı bir değişim yaşıyor. Ama Türkiye'nin yaşadığı değişim dünyadan yaşanan daha büyük değişimden bağımsız değil. Hemen ekleyelim, Türkiye'deki değişim dünyada yaşanandan daha hızlı. Çünkü Türkiye dünyadaki bu değişimin önemli merkezlerinden biri. Türkiye hem Orta
doğu hem Orta
Asya hem de
Kuzey Afrika hinterlandında yaşanan değişimi yönetebilecek bu değişimin mihenk taşı olabilecek bir merkez.
Neden Türkiye?
Öncelikle tarihsel konumu, sonra da garip gelebilir ama siyasal rejimiyle. Çünkü Türkiye bu saydığımız
bölgelerde, çok büyük
demokrasi sorunları olmasına rağmen, yine de bu değişimi yönetebilecek
ülkelerden biri. Türkiye'nin böyle bir şansı var.
SIRA SİYASİ KÜRESELLEŞMEDE
Peki, bu değişim nedir?
Tüm dünya 20-30 yıldan bu yana küreselleşme olgusunu tartışıyor. Bir
ekonomik küreselleşme tabiî ki var ama verilere baktığımızda örneğin 20. yy'ın başında hatta 19. yy'da ticaretin ve ekonominin küreselleştiği bir dönem görüyoruz; bu dönemdeki rakamlar esasta bize küreselleşmenin ticari ve ekonomik olarak daha o zaman başladığını gösteriyor. Ama bu kez yaşadığımız ve tartıştığımız küreselleşme, siyasetin sınırına dayanmış bir olgu. Yani artık dünya siyasi küreselleşme ile de karşı karşıya.
Ekonomik küreselleşmeyi tamamladık ya da ekonomik küreselleşmenin sınırları, geldi siyasi olana dayandı. Şimdi dünya siyasi küreselleşmeyi gerçekleştirmek zorunda; bu
krizin nihai çözümü budur. Bunu atlamamak gerekiyor...
Geçmişte yaşanan küreselleşme dalgalarından farkı var mı?
Bu kapitalizmin yeni bir dönemine denk geliyor. İşte yaşadığımız kriz de bu dönemsel geçişin krizidir aslında... Baktığımızda kapitalizmin büyük krizleri olmuştur. Örneğin 19. yy'da, 1850'li yıllardan başlamak üzere büyük kriz dalgaları olmuştur. 20. yy başında da olmuştur. Bu krizler I. Dünya Savaşı ile son bulmuştur. İmparatorluklar dönemi bitmiş ulus-devletler dönemi başlamıştır. Bugün de geçmişteki gibi büyük bir alt-üst oluş ile karşı karşıyayız. Ama bu kez dünya savaşları ile son bulmayacak bu süreç.
YENİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Nasıl son bulacak?
21. yy'da büyük bölgesel yapılanmalar olacak. Bu yapılanmalar içindeki en önemli alanlardan bir tanesi de "Yeni
Türkiye Cumhuriyeti" olacak. Burada "yeni" kelimesini sözün gelişi değil özellikle kullanıyorum. Buna karşı çıkabilecek önyargılı kesimler varsa da yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bu toz
duman arasında şimdilerde kurulmakta olduğunu söyleyebiliriz. Ve Türkiye bütün bu yeniden yapılanma çerçevesinde hem
Kuzey Afrika'yı hem
Ortadoğu hem de Doğu
Avrupa'nın yeniden yapılanma şantiyesi olacaktır.
10 ÖNEMLİ ÜLKE
Buradan emperyal bir güç çıkar mı?
Bu gibi tespitlerin arkasından hemen bu soru geliyor; ben öyle olacağını sanmıyorum. Türkiye'nin bundan sonra yapıcı ve bütün sistemi yeniden üreten finansal ve ekonomik merkez olacağını öngörüyorum. Türkiye hem önümüzdeki yıllarda hızla yeni bir bütünleşme sürecine girecek olan AB'nin hem de Ortadoğu'dan başlamak üzere Ön Asya'nın siyasi rol modeli ve ekonomik olarak da yapıcı gücü olacaktır. Bu anlamda Türkiye'nin üniter ulus-devlet olarak kalmasının şartları ortadan kalkmıştır. Yani bu modelde ısrar etmek Türkiye'nin büyümesi önünde en büyük engellerden birisidir. Tabiî imparatorluklar devri geride kaldı ama ulus-devletler dönemi de tam şimdi bitti. Daha büyük ve demokratik çok renkli bir Türkiye'yi görmeye alışalım yavaş yavaş. Eski ABD Başkanı Bill
Clinton üç hafta önce Türkiye'deydi ve çok önemli bir konuşma yaptı.
Ne dedi?
Clinton o konuşmasında dünyanın gelecekteki en önemli 10 merkezini saydı. Ve bunları yeniden yapılanmanın 10 şantiyesi ilan etti.
Türkiye var mı bunların içinde?
Evet var.
Polonya var,
Brezilya, Çin,
Hindistan,
Endonezya,
Güney Kore,
Vietnam,
Mısır ve
Güney Afrika var. Bütün bu ülkeler yeni pazarların oluşmasında ulus devletleri aşan yeni siyasi bölgesel büyük yapılanmaların merkezi olacaktır.
AB TERCİH YAPMAK ZORUNDA
Peki var olan bölgesel birlikler mesela AB ne olacak?
AB'nin hepimizin gözünden kaçan çok önemli bir gündemi var. AB, bu krizle birlikte şunu anladı: AB projesi bu krizle ya ortadan kalkacak ya da dönüşerek yoluna devam edecek.
Dönüşmesi derken...
Bu AB'nin derinleşerek genişlemesine bağlı. Bu krizin Avrupa için en önemli nedenlerinden bir tanesi ortak bir
para politikası tek para olan euro ile inşa edilirken, ortak bir maliye politikası hayata geçirilemedi. AB ülkeleri bu yüzden krize kamu borçları çok yüksek yakalandılar. Maastrich kriterleri yerle bir oldu. Para politikası ayrı ve tek para ama maliye politikası ayrı bir ekonomi olmaz; olursa bu ekonomi batar; nitekim öyle oldu. AB verimlilikte ve teknolojide ABD'ye yetişmek durumundadır ve ortak maliye politikası uygulamalıdır. Ki bu konuda bazı adımlar atılıyor. AB tam şimdilerde ortak bir maliye politikasına gitmenin hazırlıklarını yapıyor. Bunlar çok ciddi ortak bir Avrupa projesini hızlandıracak önlemlerdir. Ama şu da bir gerçek ki, AB pazarı, AB'ye yetmiyor. AB'nin hem yeni pazarlara ihtiyacı var hem de bunları doyuracak kapasiteye yani
işgücü ve yatırım ihtiyacı var. Bunu ise ancak yeni bir genişleme ile sağlayabilir.
Şu anda 29 üyeli. Yeni bir genişleme nasıl olacak?
AB bugüne kadar, esasında, dört genişleme dalgası yaşamış ve bugunkü sayıya ulaşmıştır. AB'nin son bir genişleme dalgası yaratarak Türkiye'yi içine alması gerekiyor. Bunun için kritik tarih 2012'dir.
AB ÜYELİĞİ EN GEÇ 2017'DE
Neden 2012?
2012 bütün dünya için çok önemlidir, çünkü
Amerika seçimleri var. Obama yeniden seçilemezse -ki ben insanlık adına öyle olmamasını umuyorum- insanlık yeni bir siyasi kriz ve ardından çok büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kalabilir. Ama ben seçileceğini düşünüyorum. Şu an neoconlar ve
İsrail lobisi Obama'nın seçilemeyeceği yönünde
propaganda yapıyor. 2 Kasım'da
Temsilciler Meclisi ve Senato seçimleri var. Demokratlar kaybedebilir ama bence çok önemli değil. Önemli olan
Amerikan devletinin kararı.
Eğer ABD'de 2. Obama dönemi başlarsa, AB'nin Türkiye üzerinden genişlemesi 2017'ye kadar tamamlanmak durumundadır. Böylece AB, Türkiye üzerinden Ortadoğu enerji piyasasına ulaşacaktır. Bakın dünyada var olan 2 petrol
fiyatına (Brent,
Texas fiyatı) 3. Bir fiyat ekleniyor bu da,
Ceyhan fiyatı. Ceyhan bir enerji merkezi olacak ve bütün dünyanın petrol
doğal gaz rafine merkezleri Ceyhan üzerinden olacak. Bu çok büyük bir projedir.
ÖZAL ORTADAN KALDIRILDI
Türkiye hem enerji
üretim hem de enerjiye geçiş merkezi olacak. Avrupa'nın enerji beslemesini Türkiye yapacak. Musul
Erbil petrolleri ve oradaki doğal kaynaklar yine Türkiye üzerinden dünyaya bağlanacak. Ve Kuzey Irak'taki
Kürt yönetimi zorunlu olarak Türkiye ile
işbirliği yapacak.
O zaman Kürt sorununun çözümü içinde bu tarih aralığı önemli...
Evet, aynen. Türkiye Kürt sorununu halletmek zorunda. Özellikle Türkiye'nin siyasetini etkileyecek silahlı çatışmaların en çok 2012'de son bulması gerek. Bakın bu perspektifi ulus-devlet içinden okuyan Turgut
Özal oldu. O Kürt sorununun çözülmesini ekonomik gerekçelerle istiyordu. Ama ne yazık ki değişime direnen güçler tarafından bu girişim yarıda kesildi. Özal bana göre de ortadan kaldırıldı.
Türkiye'nin
Berlin Duvarı yeni yıkıldı
Yeni dünya düzeni Türkiye'yi nasıl etkiledi?
1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması yalnız Doğu Avrupa'daki Sovyet kalıntısı devletlerin ortadan kalkmasına yol açmadı. 1989 aslında büyük bir beyaz devrimdi ve Türkiye, Ortadoğu, Kuzey Afrika hatta Kafkaslara, Rusya'nın içlerine kadar giden bu bölge 1989 beyaz dalgasının siyasi ve ekonomik etkilerini yeni yeni görmeye başladı. Türkiye'de olan biten değişim hızlandırılmış tarih olarak nitelendirdiğimiz bütün bu olaylar aslında 1989 beyaz dalgasının Türkiye'ye yeni gelmesidir.
Türkiye'nin Berlin Duvarı yeni mi yıkılıyor?
Evet. Türkiye esasında Sovyet rejiminin beslediği yapılandırdığı 'sosyalist bir ülke' değildi. Ama buna çok benzeyen bir ekonomik yapılanması ve oligarşik totaliter yapılanması vardı. Bu yapı şimdi yeni çözülüyor ve dolayısıyla aslında 1989'da başlayan süreçte Doğu Bloku'nun hızla çözülmesiyle Türkiye'nin şimdilerde çözülmesi arasında belki tarihsel bir paralellik kurabiliriz.
12 EYLÜL BİR MİLATTIR
12 Eylül 2010 sanırım bir milat oldu...
Türkiye bütün bu sınırları aşıyor ve statükoyu koruyan ekonomik ve siyasi yapılanmalar tuz buz oluyor. Bütün bu değişimi de
iktidar partisi götürmeye çalışıyor ama bu değişime zaman zaman soluğu yetmiyor. Şu anda konuştuğumuz bahçede (İstanbul Üniversitesli ana bahçesi) İdris Küçükömer'in ayak izleri vardır. Rahmetli, Türkiye'de sol sağdır, sağ da soldur demiştir, bu tarihsel bir gerçektir. Bugün Türkiye'de değişimi taşıyan
AK Parti, bir bakıma İdris Hoca'nın dediği anlamda, soldur, kendisine öyle demese de. Bu açıdan baktığımız zaman Türkiye'de siyaset tek bacaklıdır. Bunun hızla giderilmesi gerekiyor. Bir toplumun entelektüel olarak kültürel olarak devam edebilmesi için sağının da, solunun da olması gerekir. Biz şimdi maraton koşuyoruz ama tek bacakla koşuyoruz. Aksaklıklar bundan kaynaklı. Kürt sorununda yaşadığımız aksaklıklar, başörtüsü konusunda yaşadığımız aksaklıklar hep bu yüzden. Bakın başörtüsünü konuşuyoruz, birileri ilkokula
başörtülü öğrenci yolluyor. Bu girişimler provokasyondur. Araştırılmalıdır. Sonra ne oluyor, bu provokasyonlar bir kısım medyada tarafından
manşete taşınıyor ve Türkiye yönlendiriliyor. Türkiye tam demokrasi ile soluk almaya başladı derken başka bir karanlığın kapıları açılıyor bize.
TEK BACAKLI SİYASET OLMAZ
Nasıl olacak, sol nasıl kurulacak?
Sol olacak, olmadan olmaz. Türkiye solu şimdiye kadar yukarından kurulmaya çalışıldı.
Ulus-devleti savunan sol aslında nasyonal sosyalisttir yani faşisttir. Bugün solun önemli kısmı bu duruma düşmüştür. Referandumda hayır diyerek, 12 Eylül
Anayasası'nı desteklemiştir ve Kenan Evren'in yanında tavır almıştır. Bu suçtur; tarihsel ve ahlaki olarak suç işlemişlerdir. Bakın anayasa referandumunda da "yetmez ama
evet" diyen önemli sol kesim var, DSİP var, EDP var. Bu yapılar bence önümüzdeki günlerde güçlenecektir. Bu kez aşağıdan yeni bir sol geliyor. Onun ipuçlarını var. Buradan yeni bir sol çıkacaktır. Kaldı ki bakın artık Türkiye geleneksel sağ ve sol kalıpları yırtıyor: İşte
Numan Kurtulmuş'un ekibi bence esasında muhafazakâr, mütedeyyin kesimlerin oluşturduğu bir harekettir ama baktığımızda savunduklarına, oluşturmak istedikleri partiye, bence pekala soldur. İslami referanslı ama bütün bu sürecin sol tarafında yer almaktadırlar.
CHP'de tartışmalar gerçekçi mi?
Kesinlikle değil. CHP, nasyonal sosyalist bir partidir, açıkça söylemek gerekir. CHP gittikçe marjinalleşecektir. Ulus devlete dayalı yapılanma nasıl bitiyorsa, CHP'ye dayalı siyasi anlayış da bitecektir. CHP, başörtüsüne özgürlüğü biz getiririz diyor. Bu yalandır, demagojidir. İşte ortaya çıktı yalan olduğu. CHP'nin özü bu. Faşist bir düşünceye dayanıyor, Ergenekon'a dayanıyor. Bugün Ergenekon solu diye bir kavramı rahatlıkla telaffuz edebiliriz. Bakın şimdi bu Ergenekon solu merkezde CHP olmak üzere, yargı oligarşisinin ve asker vesayetinin temsilcisi ve sürdürücüsü olarak ortadadır. Bunlar bugünlerde üniversitelerde başörtülü öğrencilere saldırmakta, günümüzün faşist zihniyetini temsil etmektedirler. Ergenekon'u siz yalnız
Silivri davaları olarak anlamayın. Türkiye'de Ergenekon tarihsel bir bloktur ve bu bloğun içinde sağ da sol da vardır. Bakın geçen gün gazeteniz çok güzel bir manşet yaptı; bazı İslami çevrelerin, ne yazık ki, bir yanılgıyla sempati duydukları bir şahsiyetin ipliğini ve provokasyonlarını pazara çıkardı. Şimdi bu şahsiyetle CHP ve Ergenekon "solu" aynı "Ergenekon
Tarihsel Bloğunun" içindedir. Bu anlamda CHP'nin değişmesi imkânsızdır.
Statükoyu İstanbul
sermayesi savunuyor
Yeni Türkiye Cumhuriyeti. Açabilir misiniz?
Türkiye gibi benzer yapılar var dünyada. Mesela Brezilya da benzer. Baktığımızda paralellikle görüyoruz ama çakışmayan yanlar da var. Geçenlerde Brezilya'da Başkanlık seçimlerinde 1. tur oldu. 2. tura kaldı. Orada Sosyal Demokratlar'ın adayı Serra'yı Sao Paolu sermayesi dediğimiz gerici sermaye destekliyor. Onlara
muhalif, şu an iktidardaki
İşçi Partisi var ki, bu değişimi üstlenmiş bir parti. Bize de baktığımızda da bütün bu değişimi isteyemeyen, statükoyu savunan ve kendine sosyal demokrat diyen bir parti var. Bu partiyi destekleyen ve gerici İstanbul sermayesi diye anılan bir yapı var. Tıpkı Brezilya'da Sosyal Demokrat Parti'yi destekleyen Sao Paolu sermayesi gibi.
Türkiye'de değişimi taşıyan parti yeni bir sermeye
sınıfının bir anlamda temsilcisi ve bu sınıf, kendi geleneksel pazarlarının dışına Doğu'ya (Çin dahil), Güneyi'ne (Afrika) mal satmak istiyor. Hal böyle iken kendi iç pazarına hâkim olmuş, statükoyu destekleyen v
e devlet yağmasından beslenen gerici burjuvazi tabiî ki bu hızlı değişime, ihracata dayalı bütün dünyaya ihracat yapan dünya ile
rekabet eden barışı ve demokrasiyi isteyen kesime karşı çıkıyor.
HEM TUSİAD'DA HEM
TOBB'DA
Kim bu İstanbul sermayesi?
Türkiye'de bugün statükoyu kim destekliyor, kim yalnız iç pazara ve devlete dayalı bir yağma düzenini savunuyor bunlardır.. Bir kısmı TÜSİAD'da, bir kısmı TOBB'un içinde. TOBB, kim ne derse desin, hantal yapısıyla statükoyu korumakta buradan beslenmektedir.
Merkez bankası diktası bitmeli
2011 için iki temel referans ileri sürdünüz; yeni anayasa, yeni ekonomi programı. Açabilir misiniz?
Evet. Yeni anayasa konusunu fazla konuşmaya gerek yok. Bu olmazsa olmaz. Türkiye 2011'den sonra mutlaka yeni bir anayasayı hayata geçirmelidir. Türkiye'de statükocu savunan yağmacı
azınlık dışında herkes yeni anayasadan yana. Herkes 12 Eylül cenderesinden çıkmak istiyor, dünya ile bütünleşmek istiyor. Herkese yetecek adil zenginlik ancak böyle olur. Türkiye bunu öğrendi. Bunu da yapabilmemiz için yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Ama yeni anayasayı ne kadar hararetle tartışıyorsak biz yeni bir ekonomik programı da hararetle tartışmalıyız. Şu anki ekonomik program IMF+Derviş programıdır. Yapılması gereken, para politikasının değişmesidir. Yani dalgalı kur rejimi uygulayalım ama örneğin
Merkez Bankası örtülü
faiz hedeflemesi yapmasın, faizleri ve parasal genişlemeyi piyasanın ve Türkiye'nin gereksindiği şekilde oluştursun.
YENİ EKONOMİK PROGRAM ŞART
Ne öneriyorsunuz?
Merkez Bankası diktatörlüğünden kurtulmayı. Merkez Bankası'nın bağımsızlığı 1990'ların başındaki
Washington konsensüsü çerçevesinde oluşturulan neo-liberal politikalar çerçevesinde ortaya atılmıştır. Ve bu
bağımsızlık gerçek anlamda Merkez Bankası'nın bağımsızlığı değildir. Merkez Bankası bugün para hacmini ağırlıklı olarak kasasındaki Amerikan döviz rezervlerine bağlıyor. Türkiye, krize rağmen, yüzde 7 civarında büyüyor ama bu sokağa yansımıyor. Neden?
Neden yansımıyor?
Çünkü Merkez Bankası bu büyümeye uygun bir para politikası uygulamıyor. Türkiye
İhracatçılar Meclisi önemli ölçüde sorun yaşadıklarını söylüyor kurdan dolayı. Sorun bir noktadan sonra kur da değil. Sorun Türkiye'nin bu dönemi karşılayacak para politikası yürütmemesinde. Bu olmayınca, biz yeni bir ekonomi politikası ortaya çıkarmadıkça bu politikayı uygulayacak yapılanmalar ve
bürokrasi de eskiyi savunuyor eskinin refleksiyle hareket ediyor.
Türkiye hızla
2011 seçimleri sonrası yeni bir ekonomik programa geçmelidir. Nasıl yeni anayasayı tartışıyorsak yeni bir ekonomik programı da aynı hararetle tartışmalıyız. Çünkü bu bizim geleceğimizdir.
MURAT AKSOY