17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının sanıklarından Reza Zarrab, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu hakkında, İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığı davayı kaybetti.
TBMM'nin yürütmeyi denetleme yetkisini kullanma yollarından bir tanesinin de soru önergeleri olduğuna dikkat çeken mahkeme, "Denetim yetkisi kapsamında bahsi geçen soruşturma dosyasında, davacı ile ilgili bir takım iddiaların gerçek olup olmadığını ortaya çıkarabilmek amacı ile hazırlandığı ve davacıya yönelik hakaret içeren herhangi bir ifadenin kullanılmadığı görülmektedir. Soru önergelerinde kullanılan ifadelerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." dedi.
Reza Zarrab, Tanrıkulu'nun, Meclis Başkanlığı'na verdiği 14 adet soru önergesinde görev ve yetkileri kötüye kullandığını, kişilik haklarını zedeleyerek defaetle siyasete kendisini alet ettiğini iddia ederek, itibarı zedelendiği için her bir önerge için 5 bin TL olmak üzere toplamda 70 bin TL manevi tazminatın ödenmesini talep etti.
Sezgin Tanrıkulu da cevabında, şunları ifade etti: "Davacının da adının geçtiği 17 Aralık operasyonuna yansımış iddiaları m,illetvekili sıfatıyla TBMM gündemine taşıdığını ve Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan herkesin haklarının korunması amacıyla milletvekilinin denetim görev ve yetkisini yerine getirdiğini, dolayısı ile işbu davanın öncelikle Anayasa'nın 98. maddesinde yer alan TBMM'nin denetim yetkisi aleyhine açılmış bir dava olduğunu, dava dilekçesinin müvekkiline yönelik haksız itham ve amacını aşan yorumlardan ibaret olduğunu, dava konusu soru önergelerinin hukuka uygun olup müvekkilinin denetim yetkisinin birer parçası olduğunu, önergelerde iddia edildiği belirtilen olayların gerçekliğinin sorgulandığını, ayrıca önerge sayısının 14 değil 13 olduğunu, içerik olarak önergelerin hukuka aykırılık taşımadığını, TBMM'nin anayasal yetkisini yargı eliyle engellemek amacını taşıyan, tamamen anayasal yetkinin kullanıldığı ve fakat diğer taraftan zaten içeriğinde davacı aleyhinde hiçbir itham içermeyen soru önergeleri için herhangi bir tazminata hükmedilmesinin kabul edilebilir olmadığını, bu yüzden soru önergeleri için istenen tazminatların ayrı ayrı reddini talep ettiklerini, davanın reddini ve yargılama gideri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep ettiklerini bildirmiştir."
İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi, gerekçeli kararında, TBMM'nin yürütmeyi denetleme yetkisini kullanma yollarından bir tanesinin de soru önergeleri olduğuna dikkat çekti. "Getirtilip incelenen soru önergelerinin kapsamı ve içeriğindeki soru metinleri incelendiğinde, davalı tarafından anayasa ile güvence altına alınmış denetim yetkisi kapsamında, bahsi geçen soruşturma dosyasında davacı ile ilgili bir takım iddiaların gerçek olup olmadığını ortaya çıkarabilmek amacı ile hazırlandığı ve davacıya yönelik hakaret içeren herhangi bir ifadenin kullanılmadığı görülmektedir. Soru önergelerinde kullanılan ifadelerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davacı söz konusu önergelerin davalı tarafından basınla paylaşılarak kamuoyuna duyurulduğunu ve bu nedenle de müvekkilinin kişilik haklarının zedelendiğini gerekçe göstererek manevi tazminat talep etmektedir. Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler ile basının özgürce yayın yapması güvence altına alınmıştır. Basına sağlanan güvencenin amacı, toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlarda hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışındaki bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yolu ile yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ancak yine de basın özgürlüğü sınırsız değildir. Yayınlarda Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu'nun 24. ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur. Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu soru önergeleri, TBMM'nin denetim yetkisi kapsamında milletvekili sıfatı ile davalı tarafından dönemin başbakanının cevaplaması istemiyle hazırlanmış olup, içeriğinde davacının kişilik haklarına yönelik herhangi bir saldırı ya da hukuka aykırı herhangi bir ifade bulunmadığından kamu yararı, toplumsal ilgi, güncellik, öz-biçim dengesi kriterlerine uygun olarak haber değeri bulunduğu tartışmasız metinlerdir. Anayasamızın Temel Hak ve Özgürlükler kısmında ve 5187 sayılı Basın Yasasında karşılığını bulan "İfade Özgürlüğü" kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Açıklanan gerekçelerle, gerek dava konusu soru önergelerinin hazırlanıp TBMM'ye sunulması ve gerekse basınla paylaşılmasının hukuka aykırı olmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı kanaatiyle davacının yasal şartları oluşmayan manevi tazminat talebinin esastan reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir." ifadeleri kullanıldı.
Davacının manevi tazminat isteminin yasal koşulları oluşmadığından reddine karar veren İstanbul 22. Asliye Hukuk Mahkemesi, "Peşin alınan harçtan alınması gereken 27,70 TL harcın mahsubu ile bakiye 1.167,75-TL harcın davacıya iadesine, yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde talep halinde davacıya iadesine, davalı kendisini vekille temsil ettirmiş olmakla karar tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T. nin 10/3 maddesine göre maktu bin 500 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesini" kararlaştırdı.