NUMAN YILMAZ YİĞİT
Türkiye’nin son on on beş yıldır, dini , sosyal ,ekonomik , birçok problemler yumağı içinde dolanıp durduğu herkesçe malum. Ülkeyi bu duruma götüren pek çok sebep var. Sayılabilecek her bir sebebin ayrı bir önemi olduğu da bir gerçek. Fakat en çok üzerinde durulan/durulması gereken konulardan biri ‘Başkanlık Sistemi’ ve bu sisteme geçişle beraber, ülkede baş gösteren ‘Tek adam’ cılık illeti ve neticesinde de işlerin yürüyemez/yürütülemez hale gelmesidir. Dünyanın değişik ülkelerinde ,daha çok da geri kalmış üçüncü dünya ülkelerinde görülen bu yönetim şekline-Krallık istisna edilecek olursa-‘Diktatörlük’ denilmektedir. Demokrasinin hakim olduğu ülkelerde bu ‘Tek Adam’ durumu genellikle yaşanmamaktadır. Çünkü demokratik sistem ve kuvvetler ayrılığı prensibi ekseriyetle liderlerin bu konuma evirilmesine müsaade etmemektedir.
Türkiye’ye gelince, pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da bir gariplik yaşanmaktadır. Yürürlükte olan sistem güya demokrasi , fakat , Cumhuriyet tarihine bakıldığında kim fırsat oluşturabilmişse , demokrasi içinden tek adamlığa doğru kendine bir yol açmaya çalıştığı görülmektedir. Mesela, Atatürk ve İsmet İnönü bir dönem ‘Tek adam’ haline gelmişlerdi. Merhum Adnan Menderes’inde üst üste seçimleri kazanınca ,son dönemlerinde -İnönü kadar olmasa da - bu kabil tavırlar sergilemeye başladığından bahsedilir.
Şimdi ki Türkiye’de ise siyasal İslam adına hareket ettiği iddia edilen RTE de de aynı problemin yaşandığı gözlemlenmektedir. Siyasal İslam görüntüsü ile yola çıkarak ‘Tek adam’ lığa doğru ilerleyen RTE ‘nin maksadı dini, milli olmaktan daha çok , hukuken içine düştüğü suçlardan dolayı ,kendini ve ailesini koruma zarureti olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Fakat o ve avenesi bu çirkin durumu perdelemek için gayr-ı resmi bir söylem ile saf Müslüman halk arasında onun ‘ İslam Halifesi ’ olduğu söylentisini yaymaktadırlar. Böylelikle , yine bir kez daha dinin ,temiz ,mukaddes kavramlarını kirletmek suretiyle ,onun ‘Tek adam’ lığa yürümesine zemin hazırlamaya çalışmaktadırlar. Halbuki demokratik, hukuki, dini ,insani ve ahlaki değerleri hazm-ı nefs etmemiş herhangi birinin ‘Tek adam’ olması ,eninde sonunda onu Firavunluğa, diktatörlüğe, zorbalık ve zalimliğe dönüştüreceği tahmin edilmeliydi. Fakat bu , bazıları tarafından maalesef öngörülemedi.
Siyasal İslamcı’ ların fetvacı Rehberleri
Siyasal İslam’ın akıl hocalarından ,AKP zihniyetinin bu derece savrulmasına sebebiyet veren en önemli fetvaların sahibi olan Hayrettin Karaman ,29/03/2017 de Yeni Şafak’taki yazısında ,Anayasa referandumuna ‘Evet ‘verildiği takdirde ‘Tek Adamlık’ dönemi başlayacağını iddia edenlere verdiği cevapta şöyle demektedir;
‘Anayasa referandumunda halk “Evet” derse rejim değişecek, demokrasi yerine tek adamın keyfi idaresi rejimi gelecekmiş. Başta CHP olmak üzere muhaliflerin (“hayır”cıların) en çok dile getirdikleri ama sanırım kendilerinin de inanmadıkları iddiaları böyle…… Gelelim yeni sitemin tek adam yönetimi olup olmadığına. Kısa ve net ifade edeyim: Bir yöneticiyi (Cumhurbaşkanını) belli bir süre için halk seçiyorsa, seçim sebebiyle halkın ve belli şartlarda de Meclis'in ve yargının denetimi varsa, bu denetimler sonunda makamından uzaklaştırılması, hatta ceza alması mümkün ise, kanunları Meclis yapıyor ve cumhurbaşkanı kanun teklifi bile yapamıyorsa, onun çıkaracağı kararnameler dar sınırlı ve Meclis denetimine tabi ise… –ki, bunlar böyledir- bu sisteme tek adam yönetimi demek cehaletten değil, başka mezmum (kınanası) düşünce ve duygulardan kaynaklanıyor demektir.’
İşte ,içlerinde en bilen kişilerden biri olarak anılan Hayrettin Karaman ‘ın öngörüsü böyleymiş.. fakat gelinen nokta da bu. İşte siyasal İslam’ cı olduklarını iddia eden , bu zihniyete akıl veren ,rehberlik yapan, cesaretlendiren fakat verdiği fetvaların akıbetini göremeyecek kadar basiretten uzak bu kişiler, gelecekte , bugünkü Türkiye Müslümanlığının geldiği içler acısı durumun maalesef baş müsebbipleri olarak anılacaklardır. Zaten çoktan anılmaya da başladılar.
Halife ,Devlet Başkanları ‘La yüs’el ‘midir?
Bir insanın farz-ı muhal ‘Halife’ dahi olsa acaba bu kadar sorumsuz bu kadar la yüs’el (hesap sorulamaz)olması mümkün müdür? Dinde Halifelerden daha üstün olan Peygamberler ,Efendimiz(as)hulefa-i raşidin ayrıca diğer saygıdeğer sultan ,hükümdar ,padişah ve idareciler ,böyle karşıdan görüldüğü gibi gerçekten her işi ‘Tek Adam’ olarak mı götürüyorlardı.?
Öncelikle şunu ifade etmeli ki; İslam tarihinde, idari anlamda , az da olsa ‘Tek adam’ cılığın hakim olduğu zamanlar olmuştur. Emevi dönemindeki Yezit gibi. Bu tip yöneticiler hep lanetle anılmış ve halende öyle anılmaya devam etmektedirler. Fakat İslam , hiçbir zaman ‘Tek adam’ cılığı bir yönetim şekli olarak tavsiye etmediği gibi tasvip de etmemiştir. Başta peygamberler ve Efendimiz (as)olmak üzere Hulefa-i raşidin ,ayrıca bütün aklı başındaki müstakim devlet büyükleri ‘Tek adam’ gibi davranmaktan kaçınmış ,keyfi bir icraatta bulunmaktan azami ölçüde sakınmışlardır. Padişahlar hakkında ‘Astığı astık ,kestiği kestik ‘denilmesi ise aslı faslı olmayan sadece bir tekerlemeden ibarettir. Gerçek ise , birkaçı hariç ,onların ekserisinin ,kılı kırk yararcasına hak ve hukuka bağlı , sorumluluk sahibi ,Allah’tan korkan ,alime ,ulemaya saygılı , onların yönlendirmelerine açık insanlar olduklarıdır.
Büyük küçük herkesin bir rehbere, rehberliğe ihtiyacı vardır. İnsan ister şah olsun isterse geda fark etmez. Onun içindir ki Allah , insanlığa rehberlik yapmaları ,rehber olmaları için peygamberleri gönderilmiştir.
Peygamberler ‘Tek Adam’ mıydı?
Peygamberler bile ‘Emin ,İsmet, fetanet ’gibi sıfatlarına sahip olmalarına rağmen Allah(cc) onlara, vahiyle rehberlik yapmıştır. Bazı ferdi ,içtimai konularda da insanlarla istişare etmelerini emretmiştir.( Şûrâ Suresi, 42/38) Yani hiç kimse rehbersiz bırakılmamıştır. Hz .Musa Allah’tan kardeşi Harun’u kendisine vezir yapmasını istemiş Allah’ da onun bu talebini kabul etmiştir. (Tâhâ 20/29-36)
Efendimiz (as)pek çok konuda vahiyle yönlendirildiği gibi kendisi de Allah’ın emri gereği pek çok kez insanlarla istişare etmiştir.
Misal olarak Efendimiz(as)ın Uhud savaşı öncesi Medine’deki ashabıyla istişare ederek meydan muharebesine çıktığı gibi Uhud’ da yaşanan sıkıntılara rağmen yine aynı muhatapları ile istişare yapması emredilmiştir.( Âl-i İmrân sûresi, 3/159) İfk Hâdisesi (münafıkların Âişe Validemiz’e iftira vak’ası) münasebetiyle şahsi ,ailevi bir konuyu Hz. Ali, Hz. Ömer, Zeynep binti Cahş ve Berîre gibi şahıslarla istişare etmişti. Yine Bedir’de İslâm ordusunun nerede konaklayacağı, hangi vadilerde düşmanla karşılaşacağı hususlarını Hubab b. Münzir gibi sahabilerle görüşmüş onların tavsiyeleri çerçevesinde ordusunu yerleştirmişti. O, Hudeybiye anlaşmasında da istişareye fevkalade önem vermiş ve herkesin görüş ve düşüncelerini aldıktan sonra Ümmü Seleme Validemiz’le de meşverette bulunarak kurbanını kesmiş ve ,Medine’ye dönüş hazırlıklarına başlamıştı.
Yani Peygamber Efendimiz (as), Allah katındaki onca değer, kıymet ve ayrıcalığına ve buna da hakkı olmasına rağmen kendini ‘Tek adam’ olarak -haşa-görmemişti. En basit konularda bile-Ağaçların aşılanması konusunda olduğu gibi-insanlara danışmış, görüşlerine önem vermiş katiyen ‘Ben her şeyi bilirim’ iddiasında bulunmamıştı. Kendisine insanlardan yardımcı ve danışabileceği vezirler edinmişti. Efendimiz (as)’ “Benim gökte iki, yerde de iki vezirim var. Gökteki vezirlerim Cebrail ve Mikâil; yerdeki vezirlerim de Ebû Bekir ve Ömer’dir.”(Tirmizi,Menakıb,16) buyurarak adeta onlarla iftihar etmişti. Gerçekten de Peygamber (as)Hz. Ebu Bekir (ra) ile sık sık buluşarak bazı konuları istişare ediyordu. Yani Efendimiz bir yönüyle Hakk’a ,diğer yönüyle de halka bağlı işlerini götürüyordu. Hatta insanlar yerinde ‘Ya Rasulallah bu Allah’ın emri mi yoksa sizin görüşünüz mü? ‘diye sorarak ,eğer vahiy değilse ,kendi görüşlerini çok rahatlıkla O’na sunabiliyorlardı. O da bundan memnuniyet duyuyor olmalı ki onların dedikleri istikamette hareket ediyordu. Hudeybiye antlaşmasındaki şartları Hz. Ömer(ra)kabullenmekte zorlanmış ve bu konudaki görüşlerini Efendimiz (as)a açıkça söyleyebilmişti. Fakat Peygamber (as)bundan rahatsız olmamıştı. Yani sosyal hayata dair Efendimiz (as)ın içtihadına bırakılmış konularda O ,‘Ben ne dersem o ‘gibi bir tavra ,dayatmaya asla girmiyordu.
Hulefa-i Raşidin ve diğerleri
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (ra)ashap içinde insanların dini Kitap ve sünneti en iyi bilenlerden idiler. Bu yüzden onlara ‘Şeyhayn ‘unvanı verilmişti. Fakat buna rağmen Hz. Ebu Bekir ,Hz. Ömer ve diğer bazı sahabeleri gerek kazai(mahkeme)konularında gerekse mali konularda yardımcı olarak tayin etmiş onlara danışarak işlerini yapıyor, kararlarını öyle alıyordu. Hatta bazen aralarında bazı meselelerle ilgili tartışmalar bile olabiliyordu. Nitekim Hz. Ebu Bekir (ra)Kuran’ın bir kitap halinde toplanmasını istediğinde ,zekat vermeyi reddedenlere harp ilan ettiğinde Hz. Ömer önce karşı çıkmış fakat daha sonra onun isabetli hareket ettiğini anlayarak hakkı teslim etmişti.
Hz. Ömer(ra), onca celaline rağmen, o da ,kendisine danışabileceği insanlar edinmiş , uzmanlıklarına göre onların fikirlerine danışıyordu. Zeyd b Sabit ile miras konularında kıyasıya tartışıyor netice de , ne o , ona hak vermekten ,ne de Zeyd b Sabit ona doğruyu söylemekten vazgeçiyordu. Fetva işlerinde Ubey b Ka’b’ dan, kazai işlerde de Hz. Ali(ra)dan yardım alıyordu. Mescit’ deki hutbesinde , Mehir ile ilgili bir sınırlama getirmek istediğinde Kureyş’ den bir kadın ayağa kalkarak bunun ayete ters olduğunu söyleyince Hz. Ömer kararından vazgeçmekte bir an bile tereddüt etmiyordu.( eş-Şevkânî, Neylü`l-Evtâr, VI,168)Hz. Osman pek çok meselede Hz. Ali(ra)a danışarak işlerini yürütüyordu. Hz. Ali ise sahabenin büyüklerinden İbn Abbas gibi zatlarla danışarak icraatlarını yürütüyordu.
Diğer dönemler
Emeviler döneminde ise Ömer b Abdülaziz daha Medine’de valilik yaptığı dönemde kendine Medine’ li alim ve fakihlerden oluşan on kişilik bir ilmi heyet toplamış onlarla sürekli istişarelerde bulunuyordu. Hilafeti döneminde de buna devam etti.
Osmanlı padişahları da duruşu ,sözü, ilmi ve ameliyle muteber alimleri yanlarından eksik etmezlerdi. Bunlardan biri, Osman Gazi idi ki Şeyh Edebali’nin sözünden çıkmazdı. İkinci Murat’ın Hacı Bayram Veli hazretlerine derin saygısı vardı. Fatih Sultan Mehmet Molla Hüsrev ve Akşemseddin’e, Yavuz Sultan Selim’in Zenbilli Ali Efendi’ye, Kanuni’ ninde Ebussuud Efendi, Aziz Mahmut Hüdai gibi zatlara hürmetleri olduğu gibi onları meclislerinden ayırmaz, sorar, danışırlardı. Onlarda ‘"Kendisine bir ilim sorulup da bunu gizleyen kimseye kıyamet gününde ateşten bir gem vurulacaktır." (Ebû Dâvud, İlm 9) hadisinin mucibince Hakk’ı ,doğruyu söylemekten çekinmezlerdi. Şeyhu’l İslam Ebussuud Efendinin Ayasofya Camii vakfı kiracıları ile ilgili bir meselede Kanuni ile ters düştüğünde , “Olmaz! Emr-i sultânî ile, nâmeşrû olan nesne meşrû olmaz; haram olan nesne helâl olmak yokdur” (İslam Ansiklopedisi,Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1036, vr. 48a-49b) demesi oldukça meşhurdur.
Gerek Emevi gerek Abbasi, gerekse de Selçuklu Osmanlı dönemlerindeki en başarılı ,halkında Hakk’ında razı olduğu sultan, hükümdar ve Padişahlara bakıldığında onların ortak özelliklerinin ilme, alime, istişareye, danışmanlara önem veren ,hak ve hukuku gözeten ,Allah’tan korkan ,faziletli insanlar oldukları görülmektedir. Bu insanların asırlar geçmesine rağmen hala hürmet ve rahmetle anılmalarının temel sebebi onların bu yüce ahlaka sahip olmaları ,geriye ve geridekilere böyle bir yad-ı cemil bırakmalarından kaynaklanmaktadır.
Ya bugün?
Bugün Diyanet ve Din ,Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar esir alınmış ,devletin tahakkümü altındadır. Bir kısmı gönüllü , bir kısmı da zoraki bir şekilde ,bırakın devlet başkanına rehberlik yapmayı apaçık bir şekilde iktidarın yanlışlarını destekleyici icraatlara imza attıkları müşahede edilmektedir. İlahiyat camiası birkaç kişi dışında doğruları ifade etmekten korkmakta, sinmiş/sindirilmiş durumdadır. Bazıları da maalesef yangına körükle gitmektedirler. Tarikat ve Cemaatler ise ‘hiçbir dönemde sahip olmadıkları imkan ve zenginlikler ‘ ile sermest bir vaziyette sanki hiçbir şeyin farkında değil gibiler maalesef.
Evet sarayda yüzlerce uzman, danışman olduğu bilinmektedir. Gazete ve medyada zahiren alimleri ,şeyhleri ziyaret ettiği ,hürmet gösterdiği görülse de ne onların onun yanlışlarını söylediklerine ,ne de onun o zatların nasihatlerine kulak verdiğine dair bir emare yoktur. Her fikir ve görüşte RTE’ nin suçlarının korunması ve onun ‘Tek adam’ talimatları’ esas alındığı içindir ki maalesef sistemin çivisi çoktan çıkmış durumdadır. AKP zihniyetinin olayının , din, iman, Müslümanlık olmadığı artık anlaşılmalıdır.
Gurur, kibir ve yöneticilik budalalığı almış başını gitmektedir. Bugün RTE ye Hakk’ı ,doğruyu söyleyebilen ne bir kurum ne de bir kişi kalmıştır. ‘Rehbersizlik ve Tek adam’ cılık onu felakete ittiği gibi inşallah ülke ve insanımızı da itmez diye dua ediyoruz.