Sen fikirden ibaretsin, gerisi kemik ve sinirdir
İnsan, Cenab-ı Hakk'ın en seçkin mahlûku, arzın halifesi, varlıkların adeta efendisidir. Mevlânâ, insanın diğer varlıklardan farkına "tavuk altındaki yumurtadan çıkmış kaz yavruları" misaliyle dikkat çeker.
Tavuğun altına kuluçkaya bırakılan kaz yumurtalarından çıkan yavrular, kendilerini tavuğun yavrusu zannetseler de, mahiyet itibarıyla farklıdırlar. Tavuğun yavruları birkaç metre ancak uçabilirler. Onlar, arza mahkûmdurlar. Ancak, kaz yavruları hem arzda yürürler hem denizde yüzerler hem de havada uçarlar. Tavuk yavrularına benzemeye çalışan kaz yavrularına, Hz. Mevlânâ şöyle seslenir:
"Senin anan, hakikat deryasının kazıdır... Kalbindeki denize olan meyil ve tabiat, sana anandan gelmiştir...
"Eğer dadı, seni sudan korkutursa, sen korkma ve deniz cihetine koş.
"Sen hem kuruda, hem yaşta, yani, hem karada, hem denizde yaşayabilirsin. Tavuk gibi, kokmuş kümesli değilsin."[Mevlânâ, VIII, 1093 - 1094]
İnsanın ruhunda semavîlik vardır. Ayakları yerde dolaşırken; aklı, fikri, hayali semalarda gezer. Haram lezzetlere takılıp kalmak, semaya yükselişe büyük bir engeldir. İnsan, en değerli ve seçkin varlık iken, pek çok insan bu mahiyetini bilmeden bu dünyadan geçip gitmiştir. Mevlânâ, bunu şöyle ifade eder:
"Zavallı insan kendisini layıkıyla tanıyamadı. Fazîlet âleminden geldi. Lakin bu noksan âlemine düştü.
"İnsan kendini ucuza sattı. Atlastı; nefsini bir hırkaya yamadı gitti." [Mevlânâ, IX, 252 - 253]
Mevlânâ, insana gerçek değerini kazandıran cihete şöyle işaret eder:
"Ey kardeş! Sen fikirden ibaretsin. Ondan başka sende olan, kemik ve sinirdir.
"Eğer düşüncen gül ise, sen bir gül bahçesisin. Diken düşünüyorsan, cehennem odunusun." [Mevlânâ, VI, 98]