Bazı bakışlar vardır ki, insanın iç dünyasına pencereler açar. O bakışlarda merhamet saklıdır, anlayış vardır, insana insan olduğu için değer verme inceliği vardır. Bazı sözler vardır ki, kalbi incitmeden doğruları anlatır; kulağa bir nasihat gibi değil, ruha bir şifa gibi ulaşır. İşte bugün en çok kaybettiğimiz ve en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, böyle Rahmani bakışlar ve hikmetli beyanlardır.
Öyle bir çağdayız ki, gözler merhametle değil, menfaatle bakıyor. İnsanlar birbirine dostça değil, şüpheyle yaklaşıyor. Kelimeler sevgiyle değil, öfkeyle seçiliyor. Herkesin söylediği var ama kimsenin anladığı ve dinlediği yok. Sesler yükseliyor ama hikmet susuyor. Oysa bir söz, ne kadar yüksek perdeden söylenirse söylensin, içinde merhamet yoksa kalplere ulaşamaz.
Peygamberlerin dili, hikmetin en saf haliydi. Hz. Musa ve Hz. Harun, Firavun gibi zalim birine bile yumuşak bir dil ile hitap etmekle emrolunmuşlardı. Çünkü sert bir söz, taşlaşmış bir kalbi daha da sertleştirirken, şefkatle söylenen bir kelime, en katı kalpleri bile yumuşatabilirdi. Bugünse sözlerimiz kılıç gibi keskin, bakışlarımız diken, ok gibi sivri… Oysa insanlar, en çok anlayışa muhtaç. Kalbinin derinliklerindeki fırtınaları dindirecek bir söze, yorgun yüreğine şifa olacak bir bakışa hasret. Şimdi burada iki önemli örnek şahsiyetin hayatından bahsedeceğim: Birincisi, geçen asrın Bediüzzaman Hazretleri, diğeri ise asrımızın Hatibüzzamanı Hocaefendi Hazretleridir. Bu zatlar, hayatlarında merhameti esas aldıkları gibi, eserlerinde de hakikatleri hikmetle beyan etmişlerdir.
Hikmet, her sözü söylemek değil, doğru sözü, doğru yerde, doğru şekilde söyleyebilmektir. Rahmanî bakış ise sadece görmek değil, gördüğünün ötesine geçebilmektir. Bir insanın yüzüne baktığında onun gözlerindeki hüznü, içinde sakladığı fırtınaları, söyleyemediklerini anlayabilmektir. İşte bu yüzden bakışlarımızda merhamete, sözlerimizde hikmete ihtiyacımız var.
Kalpleri fethedenler, zorla değil, muhabbetle fetheder. İnsanlara iyiliği anlatanlar, zorlayarak değil, gönülleri kazanarak anlatır. Zira rahmetle bakan bir göz, dünyaya güzellikler sunar; hikmetle konuşan bir dil, gönüllerde iz bırakır. Belki de insanlığın bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey, sadece konuşan diller değil, hisseden yüreklerdir. Çünkü bazen bir bakış, en güzel cümlelerden daha çok şey anlatır; bazen bir söz, bir ömrü değiştirebilir.
Bir gönül kazanmak, binlerce kelime söylemekten daha değerlidir
Öyleyse ne sözümüz, ne bakışımız kuru ve ruhsuz olmasın. Baktığımız yere merhametle bakalım, konuştuğumuz insana şefkatle seslenelim. Unutmayalım ki, bir gönül kazanmak, binlerce kelime söylemekten daha değerlidir. Ve belki de dünyada en büyük dönüşümler, hakikatin hikmetle söylendiği, rahmetin gözlerden yansıdığı anlarda gerçekleşir.
Zaman, bazen bir bakışın en büyük tesirini gösterdiği bir yolculuğa çıkar. O bakış, ne anlık bir öfkeyle ne de bir kinle doludur. O bakış, tıpkı bir rahmet damlası gibi yavaşça düşer, ruhu serinletir, kalbi sarar. O bakış, bazen sessizce bir kalbe dokunmak, bazen de bir ömrü değiştirirken en derin sözü hiç söylememek anlamına gelir. Bizler, bir zamanlar gözlerimizde yansıyan o derin bakışlara, bir elin dokunuşunda hissedilen o sıcaklıkla kalpleri kazanan kelimelere hasretiz.
Sözlerimiz; merhametle yoğrulmadığı sürece, ne kadar büyük olursa olsun, insan ruhuna ulaşmakta yetersiz kalır. Bazen söyleyenin niyeti, bazen de dinleyenin kalbi, o sözlerin hakikatini kabul etmeye hazır değildir. Ama işte hikmet burada devreye girer; doğru zamanın, doğru yerin ve doğru sözün birleşimiyle kalpte yankı uyandırır. Sözlerin ötesinde bir şey vardır, o da yüreğin sesidir. Yüreğin sesini dinleyen, bazen susar, bazen sadece bir gülümsemeyle anlatır her şeyi.
Şefkat ve merhamet, insanın en derin özüdür; gözlerindeki ışık ve sözlerindeki letafet, tüm bir insanlık için bir umut ışığına dönüşebilir. Bugün ihtiyacımız olan, sadece gücünü yükseltmekle yetinen kelimeler değil, zihinleri aydınlatan ve ruhları okşayan kalp sözcükleridir. Bazen bir kelime, bir bakış, bir elin dokunuşu, en büyük fırtınaları dindirebilir, en derin yaraları iyileştirebilir. O yüzden gözlerimizle değil, gönüllerimizle bakalım birbirimize; dilimizi kırmak, birbirimizi yaralamak değil, daha çok anlayışla ve sevgiyle konuşalım.
Kalpleri fetheden hikmet, sözle değil, ruhla dokunur. İşte bu yüzden ne zaman bir insanın gözlerinin derinliklerinde bir kırıklık görsek, hemen kelimelerle değil, gönlümüzle o kırıklığı sarmalıyız. Çünkü insan, yalnızca sözle değil, yüreğinizi gösterdiğinizde iyileşir. Hikmetli bir bakışın derinliği, bazen bir çiçeği koklamak kadar basit ama kalp kadar derin olur. O yüzden kelimelerimizi, bakışlarımızı, tüm davranışlarımızı bu hikmet ışığında şekillendirmeliyiz.
Bir bakışın içindeki rahmet, dünyadaki en değerli şeydir. Çünkü o bakış, kırıkları tamir eder, kalp yaralarını sarar. Bir sözün içindeki hikmet, zamanla varlıkların ruhunda iz bırakır, bir ömre sığdırılacak kadar büyük bir şifa sunar. Ve bizler, bu zamanın içinde, belki de kaybolan ama hala var olan bir değeri hatırlamalıyız: Bizi birbirimize yakınlaştıran şey, sadece kelimeler değil, yürekten dökülen samimiyetlerdir.
O yüzden, merhametle bakmalı, hikmetle konuşmalıyız. Çünkü sadece bir bakış, bir kelimeyle bir kalbi kazanmak, bir ruhu huzura kavuşturmak, insanlık için en büyük zenginliktir. Ve belki de bu dünyadaki en büyük dönüşüm, hakikatin en derinden, en nazik şekilde söylenmesi ve rahmetin her bir bakışta, her bir davranışta gözlerimizden yansımasıyla gerçekleşir.