[Prof.Dr. Osman Şahin] Sahabe dönemi ihtilafları üzerinden islâm’a saldırmak

Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin 'Selef-i sâlihîn dönemi olayları nasıl anlaşılıp, yorumlanabilir?' serisinin üçüncü yazısını yayınladı

SHABER3.COM

Prof.Dr. Osman Şahin- Samanyoluhaber.com 
SELEF-İ SÂLİHÎN DÖNEMİ OLAYLARI NASIL ANLAŞILIP, YORUMLANABİLİR?  3

Üstad Hazretleri, ehl-i beyte yapılan zulümleri düşünmenin, onda meydana getirdiği infialleri Emirdağ Lahikası’nda şöyle açıklamaktadırlar: “Bin üç yüz seneden beri alem-i İslam’ı ağlatan ve bütün ehl-i hakikate "Eyvahlar! Yazıklar olsun!" dediren alem-i İslam’ın en dehşetli büyük yarasını deşmek, düşünmek, benim hususi meşrebimde tahammülüm fevkinde elem veriyor… Eski zamana gidip, Ehl-i Beyte gelen dehşetli zulümleri temaşa etmek, daha ziyade ruhumu ezer ve kuvve-i maneviyeyi kırıp ruhuma azap azap üstüne gelmektir.”

CEMAAT İÇİN FERDİN FEDA EDİLMESİ Zalim siyasetin gaddarane bir düsturu olan "Cemaat için fert feda edilir" tarih boyunca idareciler tarafından, hakimiyetlerini koruyabilmek adına çok başvurulan bir yol olmuştur. Üstad Hazretleri Emirdağ Lahikasında buna dikkat çekmektedirler: “Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan, "Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir" diye, bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun su-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. Bu kanun-u esasîyi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok su-i istimale yol açmış. İki Harb-i Umumî, bu gaddar kanun-u esasînin su-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi, on câni yüzünden doksan mâsumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir câni yüzünden bir kasabayı harap etti.” İçinde bulunduğumuz asırda "Cemaat için fert feda edilir" ilkesinin yanlış kullanılmasından dolayı büyük zulümler yaşanmıştır. Sadece iki Dünya savaşlarında en az yetmiş milyon civarında insanın öldüğünü ve insanların çok büyük mağduriyetlere maruz kaldıklarını biliyoruz. Büyük zulümlere sebebiyet vermesinin önemli bir sebebi de bu kanunun bir sınırının bulunmamasıdır. Buna binaen, bu kanuna dayanarak çok büyük keyfiliklere ve dolayısıyla zulümlere imza atılabilmiştir. Yanlış da olsa, bazıları gerçekten toplumun menfaatini koruma düşüncesiyle bu yola başvururken, ekseriyeti itibarıyla bu kanunun tarihte büyük cinayetlerin işlenmesinde ve şahsi çıkarların elde edilmesinde kullanıldığı görülmektedir. Günümüzdeki diktatörlerin de bu anlayışla hareket ettikleri ve muhaliflerine çok büyük zulümleri reva gördükleri ortadadır. Hazret-i Üstad, Kur’an’da beş defa tekrar edilen “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez.” (6/164, 17/15, 35/18, 39/7, 53/38) ayeti ile “Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (5/32) ayetinin, bu beşerin zikredilen gaddar ve acımasız olan temel kanununa karşı çıktığını ifade etmektedirler: “Yani, bu iki âyet, bu esası ders veriyor ki: "Bir adamın cinayetiyle başkalar mes’ul olmaz. Hem bir mâsum, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez-kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakârlık bir şehadettir ki, o başka meseledir" diye, hakikî adalet-i beşeriyeyi te’sis ediyor. Bunun tafsilâtını da Risale-i Nur’a havale ediyorum.” Tarih boyunca, “Cemaat için fert feda edilir” düsturu, İslâm alemi içerisinde de, bazı dönemler itibarıyla uygulanmıştır. Bu düsturun ilk olarak, adalet-i mahzanın karşısında adalet-i izafiye olarak çıktığı görülmektedir.
SAHABE DÖNEMİ FİTNELERİNİN GÜNDEM YAPILMAMASININ ÖNEMİ Sahabeler yaptıkları içtihatlarının neticesinde, ilk olarak Cemel hadisesinde karşı karşıya gelmişlerdir. Sonraki asırlardaki yanlış uygulamalardan farklı olarak, burada, tamamen yönetim ve siyaset alemine ait bir husus olarak ve her iki tarafın da bir hakkın gerçekleştirilmesi adına ortaya çıkmaları söz konusudur. Her iki topluluk da olaylar yaşanırken ve sonrasında, birbirlerini kardeşler olarak görmüşler, birbirlerine karşı bir düşmanlık içerisine girmemişler, birbirlerinin manevi büyüklüklerini ve faziletlerini kabul etmişler, inkâr etmemişler, ama hadiseleri kötü niyetlerle yönlendirenlerin etkisiyle kendilerini bir savaşın içerisinde bulmuşlardır. Sahabeler Hazret-i Osman’ın (radiyallahu anh) katillerinin cezalandırılması hususunda ihtilafa düşmüşlerdi. Aşere-i Mübeşşereden Hazret-i Zübeyir ve Hazret-i Talha ve Hazret-i Aişe-i Sıddika (radiyallahu anhüm) etrafında toplanan sahabeler, bu cinayete karışan topluluğun cezalandırılmasını talep ederlerken, Hz. Ali (radiyallahu anh) ve taraftarları ise, topluluğun değil bizzat katillerin tespit edilerek cezalandırılması gerektiğini savunuyorlardı. Dolayısıyla, hak ve adaletin gerçekleşmesi hususunda, bir içtihad farklılığına düşmüşlerdi.
İlk defa böyle bir olayla karşılaşmışlardı. Sahabe bu hususta iki gruba ayrılmıştı ve her iki grupta da çok büyük sahabeler mevcut idi. Hazret-i Ali’nin (radiyallahu anh) haklılığı daha sonra anlaşılsa da, o gün için bu husus bilinmiyordu. Bundan dolayı, bu olaylar konuşulup kritiğe tabi tutulurken, tarafgirlikle bir tarafa meyledilip, diğer büyük sahabelere karşı bir düşmanlık oluşması tehlikesi vardır. Bu ise, dini onlar vasıtasıyla aldığımız sahabeden istifade edilememesini ve dinin önemli bir parçasının tahrip edilmesini netice verecektir. Hazret-i Bediüzzaman, bu büyük tehlikeyi Emirdağ Lahikası’nda şöyle ele almaktadırlar:
“Sahabelerin bir kısmı, o harplerde, adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tabi olarak, Hazret-i Ali nin (r.a.) takip ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şer iye ile beraber zahidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terk edip, muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hatta İmam-ı Ali nin (r.a.) kardeşi Ukayl ve "Habrü l-Ümme" ünvanını alan Abdullah ibni Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakiki Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat, “Fitne kapılarını kapatmak şeriatın güzelliklerindendir.” bir düstur-u esasiye-i şer iyeye binaen “Cenâb-ı Hak ellerimizi o kanlı hadiselere bulaştırmadı; o halde biz de o hadiselerden bahsedip dilimizi bulaştırmayalım.” diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar. Çünkü, itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük Sahabelere, hatta muhalif tarafında bulunan Al-i Beytin bir kısmına ve Talha ve Zübeyir (r.a.) gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zatlara itiraza başlar, zem ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak taraftarıdır.” Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat, duyguların devreye girmesi ve tarafgirliklerin neticesinde sahabeden önemli bir kısmına karşı itirazlar, kırgınlıklar ve hatta düşmanlık uyanabilmesi ve bu hususta gerekli olan dengenin korunamaması ihtimaline binaen, sahabe döneminde meydana gelen fitnelerin konuşulmasına sıcak bakmamışlar ve “Mademki Cenâb-ı Hak ellerimizi o kanlı hadiselere bulaştırmadı; o halde biz de o hadiselerden bahsedip dilimizi bulaştırmayalım.” düşüncesini çok önemli bir prensip olarak benimsemişlerdir. İnşaallah bir sonraki yazıda bu konuya devam edelim.
<< Önceki Haber [Prof.Dr. Osman Şahin] Sahabe dönemi ihtilafları üzerinden... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER