PROF. DR.OSMAN ŞAHİN
MUCİZELERİ VE BÜYÜKLERİ KABUL EDEMEME
"Bir İnsan Tek Başına İçtihad Yapabilir mi?" başlıklı yazıda, bazılarının, kendini beğenmişlerin ve enaniyette ileri gidenlerin tesirinde kalarak selef-i salihîne karşı saygısızlık yapıp onları küçük gördüklerinden ve özellikle de mezhep imamlarına saldırdıklarından, dini konular hakkında uzmanlara ve uzmanlığa ihtiyaç olmayıp herkesin bu mevzularda konuşabileceğini iddia edip telkin ettikleri konuları üzerinde durmuştuk.
Bu insanlar, 14 asra yakın bir zaman boyunca sistemleştirilerek ortaya konan o çok büyük ve müstakim ilim mirasını inkâr ederek ve onlara arkalarını dönerek, günümüzdeki birtakım müsteşrikler (oryantalistler) ve Ehl-i Sünnet’le mücadele içerisinde olan grupların, şahısların ve akımların iddia ve dava ettikleri fikirlerin arkasına takılmışlardır.
Bunlar modernite ve çağdaşlığı temsil ettiklerini iddia ederek ve Batı’dan gelen her bilgi ve anlayışın doğru olduğu -farkında olarak veya olmayarak- anlayışı ile hareket etmişlerdir.
Selefi (milli ve manevi değerleri geçmişten günümüze kadar ulaştıran ilim, bilim, fikir ve düşünce insanları) tenkit ve reddeden bu insanlar daha çok müsteşriklerin (oryantalistlerin) veya zahirilerin (ayetlerin ve hadislerin direkt zahiri manalarını esas alan, onlardaki mecazı ve tevilleri gibi hususları kabul etmeyen kesim) ortaya koyduğu kaynaklara bakarak bunu yapmaktadırlar ve bunlara karşı yazılmış ve onları çürüten kaynakları (Zahid el-Kevserî'nin "Makâlât", Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kuran Dili”, Mustafa Sabri Efendi'nin "Mevkıfu'l-akli ve'l-ilmi ve'l-âlemi min Rabbi'l-âlemin", Bediüzzaman Said Nursi’nin “Risale-i Nurlar” gibi…) ise görmezlikten gelmişlerdir.
Bazıları şirk diyerek mezar ziyareti, vefat edenlere Fatiha okunması ve hatta tespih çekilmesi gibi birçok şeyi şirk olarak kabul etmişler ve bunları yapan mü’minleri dalâlet (sapıklık) içerisinde görmüşlerdir.
Batı şoku ile de sarsılmış olan bu insanlardan kimileri kevnî (yaratılışa dair, tabiatta meydana gelen) mucizeleri inkâr edecek kadar bu mevzuda ileri gitmiş, kimileri Efendimiz'le alâkalı harikaları sadece Kur'ân'a bağlamış; kimileri Dekart'ın, kimileri Kant'ın, kimileri Bergson'un arkasında yürümüşlerdir ve onların yazdıkları eserlere bakıldığında bu insanların tesirlerinde kaldıkları açıkça görülecektir. (Kur'ânî Bir Prensip: Selefe Saygı)
Maddeciliğin etkisindeki ve akıllarının her meseleye yeteceğini düşünen, enaniyette zirve yapmış bu insanlar, dinde var olan manevi ve harika olan birçok şeyi kabullenmek istememiş ve bunları inkâr yoluna gitmişlerdir.
Bu, harikulade hallere mazhar olanlar peygamberler bile olsa onların faziletlerini, üstünlüklerini, büyüklüklerini, kemalâtlarını, mucizelerini ve benzer şekilde Allah dostlarının büyüklüklerini ve faziletlerini kabullenmekte zorlanmışlardır.
Bütün bunların sonucunda, bu insanlar Miraç ve şakk-ı kamer (ayın ikiye yarılması) gibi Allah Rasûlü’nün (SAV) gösterdiği veya mazhar olduğu mucizeleri inkâr etmektedirler. Bu mucizelerden Kuran’da bahsi geçenleri başka şekilde tevil etmişler ve ayrıca bunları haber veren ilgili hadis-i şeriflerin sahih olmadıklarını dava ederek bütün bir hadis külliyatının sıhhati hakkında şüpheler ortaya atmışlardır.
İfade edildiği gibi, bu fikirlere kaynaklık yapan her şeyi zahiriyle yorumlayan Müslümanların içinden çıkan akımların yanı sıra bu düşünceleri besleyen ve destekleyen çok sayıda Batılı fikir adamları olmuştur ve onların fikir ve düşünceleri günümüzdeki bu insanların fikir, düşünce ve kafa yapılarının (Mindset) oluşmasında çok belirleyici olmuşlardır.
Bu düşünceleri ve akımları tarih boyunca İslâm alimleri, mücedditler ve imamlar hep çürüttüklerinden dolayı, bunlar yer yer parlayıp ortaya çıksalar da uzun ömürlü olamamışlardır.
İslâm aleminin büyük problemler yaşadığı yakın tarihte de bu düşünceler tekrar hortlamışlardır. Bunlara da Zahid el-Kevserî, Mustafa Sabri Efendi, Elmalılı Hamdi Yazır ve Bediüzzaman Said Nursi gibi büyük İslâm alimleri yeterli cevaplar vermiş olsalar da maalesef çokları bu kaynaklara ulaşamadıklarından veya bazıları da başvurmaya kendilerince tenezzül etmediklerinden bu kaynaklardan yeterince istifade edilememiştir.
Maalesef günümüzde, çok sayıda teolog, ilahiyatçı, sosyal bilimlerdeki bazı akademikler ve hocaların bu iddiaları sürekli ortaya attıklarını, Ehl-i Sünnet’i ve Sünni İslâm düşüncesine karşı bir mücadele içerisine girdiklerini ve bunlara da her türlü içten ve dıştan destek verildiği görülmektedir.
Yine, maalesef günümüzde bu konularda bilgisizliğin çok ileri olması, doğru kaynaklardan beslenememe, manevi hastalıkların tesiriyle nefsin de hoşuna giden bu düşüncelere daha çok meylediliyor olması ve bu fikirlerin çok popüler ve aktüel hale getiriliyor olmasından dolayı birçokları bu düşüncelere kapılarak manevi çok büyük yıkımlar ve kayıplar yaşamaktadırlar.
Bu konuya bir örnek olması açısından, bu insanların, Kur’an’daki bazı ayetleri yanlış yorumlayarak inkâr ettikleri peygamberlerin gösterdikleri mucizeler konusunu ele alacağız.
MUCİZELER
Öncelikle, mucizeler ve kerametler nedir sorusunun cevabı ile başlayalım:
“Mucize, nübüvvetini ispat, ehl-i küfrün inadını kırmak ve mü'minlerin imanını kuvvetlendirmek için nebinin elinde Allah'ın yaratıp meydana getirdiği harikulâde hâllerdir.
Mucize, beşerin görüp bildiği ve daima içlerinde yanyana beraber yaşayıp ünsiyet ettiği sebep ve kanunların, insan irade ve kudretinin üstünde olarak Allah'ın iradesiyle harikulâde kabîlinden değiştirilmesi, normal fonksiyonunun iptal edilmesi demektir. Mucizeler, mevcut ilimlerle, deney ve tecrübelerle; laboratuvarlarda mikroskop ve rasathanelerde teleskop gibi aletlerle incelenemez; fizik, kimya, biyoloji ve astronomi gibi ilimlerle şerh ve izah edilemez.
Mucizeler, âdiyât cinsinden, yani varlığın ilimlere esas teşkil eden kâinat kitabındaki ilâhî âdetler türünden değildir… günlük hayatımızda birer kanun ve sebep çerçevesinde cereyan eden hâdiselere biz âdiyât deriz. Mucizeler ise âdiyât kabîlinden olmayıp, harikulâde, fevka't-takati'l-beşer, fevka'l-âde ve fevka't-tabia, yani âdet üstü, alışılmışın ötesi, tabiat üstü ve insanın güç, kudret ve iradesinin verâsında cereyan eden hâdiselerdir.
Mucize dışında Allah'ın, veli zatların elinde yarattığı bir kısım başka harikulâde hâdiseler daha vardır ki, bunlara 'keramet' denir ve kerametler esasen mucizeleri doğrular mahiyettedir… Peygambere, onun getirdiği dine ve onun yoluna içten bağlılığın eseri olarak, hem mutlak nübüvvetin, hem Efendimiz'in (SAV) nübüvvetinin, hem mucizelerinin hem de Efendimiz'in (SAV) getirdiği dinin hakkaniyetine bir başka delildirler.
Mucizelerin çoğunu, yalan üzerinde birleşmesi mümkün olmayan bir topluluk nakletmektedir. Bazıları ise, bu seviyede bir cemaat tarafından nakledilmese de, diğer sahabilerin buna itiraz etmemeleri, onlara da âdeta aynı rivayet kuvvetini kazandırmaktadır. Bir yerde gösterilen herhangi bir mucizenin daha başka yerlerde de benzerleri veya aynıları gösterildiğinden, hiçbir mucizeyi mucize olarak inkâra yol yoktur.” Peygamberimiz'in Mucizeleri O'nun Nübüvvetinin ve Risaletinin Şahitleridir
İnşaallah, sonraki yazıda, modernitenin de etkisiyle akıllarını yanlış kullanıp mucizeleri inkâr edenlerin analizi ile devam edelim…