PROF.DR. OSMAN ŞAHİN- SAMANYOLUHABER.COM
Tarafgirlik, Cemaat enaniyeti ve Aidiyet-2
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, hicri üçüncü asra kadar, yapılan hizmetler nasıl ki isimsiz müsemma, yani herhangi bir gruba, şahsa veya unvana bağlı bulunmadan yapılmışlarsa, günümüzdeki Hizmet hareketinde de öyle olması gerektiğine “Aidiyet Mülâhazasına Takılmadan Muhtaçlara Yardım Etme” başlıklı Kırık Testi”de vurgu yapmaktadırlar: “Özellikle hicri üçüncü asra kadar isimsiz olarak mevcut bulunan bu müsemma, isimle serfirâz olunca, hiç farkına varmadan bir kısım aidiyet mülâhazalarını da ortaya çıkarmıştır. Toplumda farklı mensubiyetler, falancılar filancılar zuhur etmiştir. Her ne kadar sertac-ı ibtihaç dediğimiz büyük zatlar için geçerli olmasa da işin daha başındakiler, yapılan işleri aidiyet mülâhazasına bina etmeye başlamışlardır. Bu da toplumda bir kısım bölünme ve parçalanmaları beraberinde getirmiştir. Çünkü herkes “biz”, “bizimkiler” demeye başlamış, insanları değerlendirirken öncelikli ölçü olarak “kendi” hizbinden olup olmamasını esas almıştır. Böyle bir tarafgirliğin ise bir kısım haksızlık ve zulümleri de beraberinde getireceğinde şüphe yoktur.
Eğer siz, Abdülkadir el-Geylanî, Mevlana Halid el-Bağdadî, Şâh-ı Nakşibend gibi bir kıvama sahip değilseniz “falancı”, “filancı” olma gibi mülâhazalar sizin için potansiyel çok ciddi birer tehlike demektir. Hatta dikkatli olunmadığı takdirde bunlar, kişi için öldürücü birer zehir hâline gelebilir. Büyük zatlar bu türlü hatalara düşmeseler bile, yapılan hizmetleri bir kısım aidiyet mülâhazalarına bağlı götürmek, bizim gibi avamdan insanları çok farklı vartalar içine atabilir. Bu tehlikeden salim kalabilmenin yolu ise herhangi bir yolda yürüyen veya herhangi bir sisteme bağlı kalan insanların herkese aynı ölçüde bağrını açabilmesi, herkesi eşit seviyede sevebilmesi ve herkesin yapmış olduğu güzel işleri takdir edebilmesidir.”
Hocaefendi’nin hayatı boyunca yukarıda ifade edilen hususlara uygun olarak hareket ettiği onu tanıyan herkesin malumudur. O, zikredilen zararlarından korunabilmek için aidiyet mülahazalarından şiddetle kaçınmış olsa da cemaat tabanında aynı seviyede muvaffak olunabildiğini söylemek zordur. Aynı Kırık Testi'de, en emniyetli ve en selametli yol olan isimsiz müsemma olarak hareket edildiğinde, insanların “falana” “filana” takılarak yapılan hizmetlere karşı mesafeli durmayacakları ve böyle davranılmasının hakikate en uygun hareket tarzı olacağı ve buna aykırı davranışlarda ise şirk düşülebileceği ifade edilmektedir: “Zira hizmet adına yapılan bütün güzel işleri ne falan ne de filan yaptı; bütün bunları plânlayan, yapan, yaratan Allah’tır. O, bu kaderî plân ve projeyi uygulamak üzere bazı kimseleri figüran olarak kullanmaktadır. Bu açıdan hiç kimsenin bu güzelliklere sahip çıkmaya hakkı yoktur.
Acaba biz isme çok mu takıldık? Kendimizi geri plâna çekemedik mi? Kehf Sûresi’nde yer alan, “Şüphesiz ki onlar size muttali olurlarsa ya sizi taşlarlar veya dinlerine döndürürler. Bu takdirde asla kurtulamazsınız (İtibarınızla oynar, yolunuzu keser, size yaşama hakkı vermezler).” (18/20) âyetinin işaret ettiği noktaya dikkat etmedik de düşmanları tahrik edecek ve dostları da hasede sevk edecek şekilde çok mu göz önünde bulunduk? Akla gelebilecek bu tür hususlar üzerinde mutlaka durulmalı, bunlarla yüzleşmeli ve bunların hesabı yapılmalıdır.”
Aynı yazıda, isimsiz müsemma olarak hareket edilmemesi durumunda içine düşülebilecek şirk tehlikesine dikkat çekilmektedir: “Yapılanlar yapıldıktan, gönüllere iman tayfı gönderildikten, insanlar arasında sevgi ve hoşgörü meltemleri estirildikten sonra bizim bilinmemizin, alkışlanmamızın, takdir edilmemizin gereği yoktur. Yoksa Allah’ın takdirinin yerine insanların alkışını koymuş oluruz. Bu da şirkin bir çeşididir. Şirkten âzâde kalmanın yolu ise yapılacak hizmetleri gürültüsüz ve sessizce yapmak, her türlü alayişten uzak kalmak ve sonra da sessizce Rabbe yürümektir. Bizim yolumuz buydu. Ama bu yolun adab u erkânına uygun hareket edebildik mi edemedik mi bilemeyeceğim. Belki de zaman zaman meseleyi acemiliğe ve toyluğa kurban ettik…
Öte yandan, aidiyet mülâhazasına bağlı hareket etme, bir kısım başarı ve muvaffakiyetlerin falanlara, filanlara atfedilmesine ve dolayısıyla da Allah’ın unutulmasına sebebiyet verecektir. Asıl olan, görülen, tadılan, duyulan her şeyde O’na bir adım daha yaklaşma, her hâdisenin arkasında O’nun kudret elini görebilme, kendini sıfırlayarak sürekli “O” diyebilme iken, aidiyet mülâhazasıyla hareket eden insanlar bunu diyemeyecek ve işin özünden uzaklaşmaya başlayacaklardır.”
Günümüz Türkiye’sinde ifritten sürecin bu kadar şiddetli yaşanmasının temel etkenlerinden biri olan tarafgirlik ve aidiyet mülahazalarının ne kadar yaygın hale geldiği ve bunun yol açtığı büyük tahribatlar ise aynı makalede şöyle resmedilmektedir: “Fakat zamanla isim müsemmanın önüne geçmeye başlamış; müsemma isme, ruh cesede, mânâ da kalıba kurban edilmiştir. İsimde ileriye gidildikçe insanlar aidiyet mülâhazasıyla onu daha da ileriye götürmüş ve bir kısım mensubiyetleriyle caka satmaya başlamışlardır. Dini yaşama ve temsil etme adına farklı farklı yollar tuttuktan ve bunları birer ekol hâline getirdikten sonra, her şeyi bunlara bağlamaya ve din adına yapılması gerekenleri sadece bunlardan ibaret görmeye başlamışlardır. Böyle olunca da öz ve mânâya karşı kör, sağır ve kalpsiz hâle gelinmiştir. Meseleler aidiyet mülâhazasıyla değerlendirilince, “Bize iltihak eden ve bizim gibi düşünen kurtulur. Bizim yolumuza tâbi olmayanlar iflah olmaz.” gibi oldukça dar ve mutaassıpça değerlendirmelere gidilmiş, dine ve dinin öz değerlerine gadredilmiştir… Hele bir de o, bütün doğruları bağlı olduğu grupta görüyor ve onun dışında başka doğrular da olabileceğini mütalaa etmiyor/edemiyorsa ve ister idarî, ister dinî, isterse daha başka alanlarda yaptığı işleri sürekli cı’ya cu’ya bağlıyorsa, hiç farkına varmadan bir uçuruma doğru sürükleniyor demektir. Farklı bir ifadeyle, Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri sayısınca olduğu halde, bu yollardan herhangi birine sülûk etmiş bir insanın sadece onu görüp, onun dışında doğru tanımaması, diğer bütün yolları bâtıl görmesi, -Allah muhafaza- onun için bir helaket ve felaket sebebi olabilir.”
Hocaefendi Hizmet insanlarının bu büyük tehlikeden korunabilmeleri ve en emniyetli ve selametli bir şekilde hizmetlerini yapabilmeleri adına riayet etmeleri gereken ilkeleri ve prensipleri ise şu şekilde nazara vermektedirler: “Böyle bir tehlikeden uzak kalmanın yolu, öncelikle sürekli imanı yenileme, Allah’la irtibatı güçlü tutma ve O’nun rızasını her şeyin önünde görmedir. Bunun yanında insan sadece kendi yaptığı hizmetlere takılıp kalmamalı, daha başka güzel işler yapanları alkışlamasını da bilmelidir. Dünyanın değişik yerlerinde farklı yollarla hizmet eden insanların faaliyetlerini görmezden gelmemeli, bilakis bunlarla birlikte çalışmanın, ortak hedeflere yürümenin yollarını aramalıdır.
İkinci olarak, insanlık adına ortaya konan faydalı ve gelecek vaat eden faaliyet ve projeleri meth ü sena edip reklamını yapanlar, bu işleri gerçekleştirenler olmamalıdır. Eğer bunların büyütülecek bir yönü varsa onu başkaları yapmalıdır; methedilmeye değerse, başkaları methetmelidir. Bundan da öte, bütün bu güzellikler, evvelen ve bizzat her türlü güzelliğin asıl sahibine (celle celâluhu) verilmeli, insanlardan birilerine şart-ı adi planında bir şeyler nispet edilecekse de içimizden gele gele, gayet samimane, inanarak, “Meselede bizim dahlimiz yok hükmündedir. Başkaları tarafından zemin hazırlanmasaydı, zihinler bu konuda müsait hâle getirilmeseydi, biz bu işleri başaramazdık.” denilmelidir. Bu hem hakperestliğin hem Allah’a karşı saygının hem de insanlarda kıskançlık ve haset duygularını tahrik etmemenin bir gereğidir. Yoksa bir taraftan ihlâs zedelenmiş diğer yandan da yol emniyeti ihlal edilmiş olur.”
İster din ve diyanete düşman olanları tahrik etmeme isterse de dostların gıpta ve haset damarlarını tahrik etmeme adına, Hizmet insanları insanlığın faydasına olacak projelerini gerçekleştirirken toplum içerisinde beraber yol alınabilecek farklı farklı sivil toplum kuruluşları ile iş birliği içerinde hareket etmeleri, mümkün olduğu kadar onları nazara vermeye çalışmaları ve kendileri isimsiz müsemma olarak arka planda kalmayı tercih etmeleri en emniyetli ve selametli bir yol olacaktır.
Her şeye rağmen, başkaları onları bu işlerdeki paylarını fark edip de takdir ettiklerinde ise işleri gerçek sahibi olan Allah’a vermesini bilecek kadar da hakperestçe davranarak ihlaslarını koruyabilmelidirler.