İNSANLARIN EKSERİSİ, ŞİRK KOŞMAKSIZIN ALLAH’A İMAN ETMEZLER 16
Allah (celle celâluhu) adil-i mutlaktır. “Hiçbir kimse bir başkasının suçunu veya günahını yüklenmez.” (6/164; 17/15; 35/18; 39/7; 53/38) ayeti ve “Bilesiniz ki kişi ancak kendi suçundan ötürü cezalandırılır. Baba evladının suçundan, evlat da babanın suçundan dolayı cezalandırılamaz.” hadis-i şerifi, başkalarının kusurlarından dolayı birilerine bedel ödettirilemeyeceğini ifade etmektedirler.
Allah (celle celâluhu), Anne ve babanın günahlarından dolayı evlatlarına, idarecilerinin kusurlarından dolayı tebaalarına, hocalarının suçlarından dolayı öğrencilerine bir sorumluluk yükleyip, onlar hakkında şakîlik, imansızlık, bedbahtlık, ahlaksızlık vs. gibi takdirlerde bulunmamaktadır.
İnsanların bu imtihan dünyasındaki iradelerini nasıl kullandıklarına ve tercihlerine göre haklarında takdirler yapılmaktadır. Öyle olmasaydı bu bir adaletsizlik olurdu. O zaman, insanların, hesap gününde, “falanlar veya falan hadiseler sebebiyle dalalete düşmüştük” deme hakları olurdu.
Bu hakikate, “Ey müşrikler! Ne siz, ne de sizin Allah’tan başka ibadet ettikleriniz, -ille de cehenneme girmek isteyen kimseler hariç- Allah’a yönelmek isteyen herhangi bir kulu yoldan çıkaracak bir kuvvete sahip değilsiniz.” (37/161-163) ayetleri de işaret etmektedirler.
Müşriklerin veya avenelerinin veya cinni ve insi şeytanların, kendi iradelerini menfi istikamette kullanan ve bu kullanımdan dolayı cehenneme talip olan insanlardan başkasını yoldan çıkarmaları mümkün değildir.
Mensup olduğu millet, kavim, toplum, grup ve aile gibi aidiyetler tesadüfi veya şans eseri olarak insanlara verilmemektedir. İnsanların iradelerini hangi istikamette kullanacakları İlm-i İlahi tarafından bilindiğinden, her şeyde olduğu gibi, bu aidiyetlerin takdir edilmesinde de insanların bu tercihleri bir şart-ı adi olarak hesaba katılmaktadırlar. Yani, adil-i mutlak olan Allah (celle celâluhu) aidiyetler üzerinden kullarına asla bir haksızlık yapmamaktadır.
Diğer taraftan, insanların hidayete ermeleri, doğru yolda doğru işler yapmaları, hayırlı insanlar olmaları gibi hususlarda da hakiki sebep anne babalar, mürşidler, hocalar, idareciler vs. değillerdir. Her şeyde olduğu gibi, bütün bu işleri yapan ve yaratan müessir-i hakiki olan Cenab-ı Hak’tır.
Kullarının iradelerini nasıl kullanacaklarını ve tercihlerinin nasıl olacağını İlm-i Ezeli’si ile bilen Allah (celle celalühü), o insanların hidayetlerine veya güzel işler yapmalarına vesile olacak sebepleri takdir ederek yaratmaktadır. Dolayısıyla, bu işlerde istihdam edilen güzel mürşidler ve rehberler o işlerin hakiki sebepleri olmaktan uzaktırlar ve bazı hikmetlere binaen, icraat-ı Rabbaniye’nin önünde perdeler hükmündedirler.
Bu sırra binaen, anne ve babalar çocuklarının, mürşidler müridlerinin, muallimler talebelerinin ve idareciler tebaalarının üzerinde gerçekleşen hayırlara ve güzelliklere sahip çıkma hakkına sahip değillerdir.
Hazret-i Adem’in oğlu Kabil’in, Hazret-i İbrahim’in babasının veya amcasının, Hazret-i Nuh’un hanımının ve oğlunun, Hazret-i Lut’un hanımının dalaletleri ile Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin, İbn-i Selüllerin çocuklarının ve Firavunun hanımı Hazret-i Asiye gibilerin hidayetleri konumuza örnekler ve delillerdirler. Bir Arap şairinin bir şiirinde bu durum “Cebrail'in büyüttüğü Musa (Samiri) kafir oldu ve Firavun'un büyüttüğü Musa ise Peygamberdir.” sözleriyle anlatılmaktadır.
AİLE FERTLERİ İLE İMTİHAN
Aile fertleri, idareciler, evlatlar, çevre, arkadaşlar, toplum vs. gibi şeyler, birer imtihan sebebidirler. “Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (64/15), “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer fitnedir. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (8/28) ve diğer bazı ayetlerde bu hususa dikkat çekilmiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır Hazretleri “Hak Dini, Kur’an Dili’nde”, “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar da çıkabilir. Böyle olanlara karşı dikkatli olun. Bununla beraber müsamaha eder, kusurlarına bakmaz, onları affederseniz bu da sizin için bir fazilettir. Çünkü Allah da gafûrdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur. Siz kusurları bağışlarsanız O da size öyle muamele eder).” ve “Mallarınız, evlatlarınız, sizin için sadece bir imtihandır. Asıl büyük mükâfat ve mutluluk ise Allah nezdindedir” (64/14 –15) ayetlerinin tefsirini yaparken, aile fertleriyle imtihan olmanın boyutları ve bu hususta ele alınması gereken tedbirler hakkında önemli tespitler yapmaktadırlar:
“ … Zevceleriniz ve çocuklarınız içinden akıl veya dinde noksanlıkları sebebiyle sizlere düşman olan, başınıza problem çıkarmak isteyen bazılarının da bulunabileceği muhakkaktır. O halde düşmanlardan sakınınız. Onlara dikkat edip mahzurlarından korununuz, şerlerinden, keder ve sıkıntılarından emin olup kendinizi onlara kaptırmayınız.
Bundan dolayı eş seçerken dış güzelliğine, malına, şusuna busuna kapılıvermeyip her şeyden önce dinini, edebini, iffetini ve ahlâkını aramak gerekir. Nitekim bir hadiste "Çöplükte biten yeşillikten sakınınız!" buyurulmuştur. Sonra da aile hukukuna riayet ve onların dinî terbiyelerine dikkat etmeli, ayrıca onların yüzünden gelmesi beklenilen dünyevî ve uhrevî zararlardan sakınmalı, gelişi güzel bırakıvermeyip uyanık durumda bulunmalı, sevgi ve alaka sevdasıyla şımartmamalıdır. Bununla beraber sakınacağız diye tazyik edip de sıkmamalı, her kusurlarına aldırmamalıdır.
Ve eğer affederseniz yani affetmek hakkınız olup tarafınızdan affı mümkün olan suçlarını bağışlarsanız -ki bunlar, size karşı yapılan ve başkalarını ilgilendirmeyen dünya işleriyle alakalı yahut da dinî konularda olup da tevbe ettikleri suçlardır affeder yüzlerine vurmaz, başlarına kakmaz ve ayıplarını, eksikliklerini örter, müsamaha gösterirseniz, şüphesiz Allah da gafurdur rahîmdir. O da sizin günahlarınızı rahmetiyle bağışlar.
Her halde mallarınız ve evlatlarınız bir fitnedir. Sizi kendilerine tutkun edip zahmetlere ve günahlara sokmaya sebep olan ve birtakım hayırlardan, itaatlardan alıkoyan bir imtihan ve sıkıntıdır. Halbuki büyük mükafat Allah'ın yanındadır. Binaenaleyh Allah muhabbetini, zikir ve taati mal ve evlat sevgisine tercih etmeli, mal ve evlat kaygılarıyla uğraşırken Allah için olan ibadet ve itaati bozmamalıdır.”
Bütün bu evlatlarla ve eşlerle imtihan edilmeler, ister onlara karşı aşırı alakadan isterse de onların düşman olmalarından kaynaklansın, insanları Allah’tan (celle celâluhu), O’nun yolundan ve O’na yapılan ibadetlerden ayırmamalıdır. Bunların birer imtihan olduğunun şuurunda olarak hareket edilmeli ve bu imtihanların hakkı verilerek ve bu vesileler kullanılarak, Allah’a (celle celâluhu) yaklaşma cehd ve gayreti içerisinde olunmalıdır.
Buna binaen, bu ifritten süreçteki yaşanılanlar, birtakım zalimler, aile fertleri, akrabalar, hizmetteki bazı insanlar veya maruz kalınan bazı haksızlıklardan dolayı, insanların Allah’tan uzaklaşmaya, hizmet-i imaniye ve Kur’an’iyeye karşı küskünlükler içerisine girmeye hakları yoktur.
Hud suresinde geçen şu ayetlerde, böyle durumlara nasıl yaklaşılması gerektiğinin dersleri verilmektedir: “Nuh Rabbine hitâb edip: “Ya Rabbî!”, dedi, “elbette boğulan oğlum da ailemdendi, öz evladımdı. (Halbuki ben onları gemiye alırken Sen bana kurtulacaklarını, müjdelemiştin). Senin vaadin elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin!. Ey Nuh!” buyurdu Allah, “O senin ailenden değil. Çünkü o, dürüst iş yapan, temiz bir insan değildi. O halde, hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme. Cahilce bir davranışta bulunmayasın diye sana öğüt veriyorum. Ya Rabbî!” dedi, “hakkında kesin bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana merhamet etmezsen, her şeyi kaybedenlerden olurum.” (11/45-47)
Hizmet insanları, bunları birer fitne ve imtihan vesilesi saymalı, Allah’ın icraatını ve hikmetlerini sorgulama veya isyan tavırları içerisine girmemeli, Cenab-ı Hak hakkındaki hüzn-ü zanlarını korumalı, O’nun (celle celâluhu) adil-i mutlak ve hakim-i mutlak olduğunun bilincinde olarak, hak bildikleri yolda devam etmelidirler. Böyle hareket edildiği zaman, savrulmalar ve kayıplar yaşanmayacaktır.
“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez...” (5/105) ayeti de bu hakikate işaret etmektedir. Asıl mesele, insanların kendilerinin doğru yolda olup olmadıklarıdır. Eğer, bu sadakat ve istikamet elde edilememiş veya korunamamışsa, şahıslar veya birtakım olaylar vesileler olmakta ve bunlar bahane edilerek haktan kopuşlar yaşanmaktadır.
Not: Bu yazının, “Allah izin veriyor da biz yapıyoruz öyle mi, Asla! 2” yazısının devamı olarak okunması daha faydalı olacaktır, inşaallah.