[Prof. Dr. Osman Şahin ] Dinde reform peşinde olanların yanlışları ve tahribatları

Prof. Dr. Osman Şahin geçen hafta başladığı "Sahabeyi anlamak ve onlara yapılan saldırılar" serisinin on üçüncü makalesini "Dinde Reform Peşinde Olanlar-4 " başlığı ile kaleme aldı.

SHABER3.COM

Prof. Dr. Osman Şahin - Samanyoluhaber.com 

SAHABEYİ ANLAMAK VE ONLARA YAPILAN SALDIRILAR 13

Üstad Hazretleri İçtihad Risalesi’nde, günümüzdeki insanların, her şeyden evvel dünyevi mutluluğu esas kabul ederek dini hükümleri ona göre değerlendirdiklerinden, halbuki, şeriatın her şeyden evvel uhrevi mutluluğu baz olarak aldığından ve uhrevi mutluluğa bakan yönleri itibarıyla, dünyevi mutluluğa ancak ikinci dereceden bir önem atfettiğini ifade etmektedirler.

Tarihselcilerin yaptıkları yanlışlar ve tahribatlar 

Fethullah Gülen Hocaefendi, "Usûlüddin Ekseni"  başlıklı Kırık Testi’de, İslâm, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa hitap eden evrensel bir din olmasından dolayı, temel prensiplere bağlı kalmak şartıyla, çağa göre farklı yorum ve içtihatlar ortaya konulabileceğini, ama tarihselcilerin bu hususu yanlış anlayıp uyguladıklarına dikkat çekmektedirler: 

“Fakat bir kısım tarihselcilerin yaptıkları gibi, Kur’ân ve Sünnet’te vaz’ edilen hükümlere kendilerince bir kısım menatlar (hükmün kendisine bağlandığı vasıflar), illetler bulma, daha sonra bu menatların değiştiğini iddia ederek söz konusu hükümleri geçersiz sayma ve onların yerine yeni bir kısım hükümler vaz’ etmeye kalkışma doğru değildir. Çünkü bu takdirde Usûlüddin adına konulmuş rükünlerden uzaklaşılmış olur. İnsan bir kere bu temel disiplinlerden uzaklaşmaya başladığında, meselenin nereye varacağı belli olmaz.”

Bu insanlar, kuran ve Sünnet’te ortaya konan hükümlerde, hikmetlerin asıl sebepler olduklarını iddia etmektedirler ve bunları illet (sebep) yerine koymakta ve bunların günümüzde değişikliğe uğradıklarından hareketle, artık geçersiz olduklarını iddia etmektedirler.

Hazreti Bediüzzaman İçtihad Risalesi’nde, hikmet ve maslahatın ancak bir şeyin tercih edilip edilmemesi hususunda bir şey ifade ettiklerini, ama o hükmün varlığı adına bir şey ifade etmediklerini, ancak Kur’an ve Peygamber tarafından belirlenmiş ve illet denilen asıl sebeplerin bu hükümlerin varlık sebepleri olduklarını ifade etmektedirler: 

“Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti (sebep) ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise, tercihe sebeptir; îcaba, îcada medar değildir. İllet ise, vücûduna medardır. Meselâ: Seferde namaz kasredilir, iki rek’at kılınır. Şu ruhsat-ı şer’iyenin illeti seferdir, hikmeti ise, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünkü illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatin aksine olarak, şu zamanın nazarı ise, maslahat ve hikmeti, illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihadat arziyedir, semâvî değildir.”

Ayrıca, Hocaefendi, "Peygambere Saygı ve Bozulan Dengeler"  başlıklı Kırık Testi'de, tarihsellikdeki bu çarpık anlayışları ve sonuçlarını nazara vermektedirler: “"Tarihsellik" mülahazaları içerisinde "Maslahatları celb (iyilik, fayda ve güzellikleri elde etme), mefsedetleri def etme"yi (Kötülük, zarar ve çirkinlikleri uzaklaştırma) yegane ölçü alanlar oldu. Tarifi kendilerine ait maslahat ve mefsedetler Kur’an ile çatışırsa Kur’an’ı kulak ardı edeceksiniz dediler. Aslında maslahat ve mefsedetlerde bir mazmun vardır. O mazmun, Kur’an ve Peygamber tarafından belirlenmiştir. 

Mesela usul-u hamse denilen, korunması gerekli olan beş temel esas: akıl, nesil, din, nefis ve maldır. Bunların iddiasına göre bu beş husus günümüzde Kur’an ve Sünnette vaz’ edilen dinamiklerle değil de başka yollarla, sistemlerle korunabiliyorsa Kur’an tarihteki rolünü oynamış ve fonksiyonunu tamamlamıştır dediler. 
Fıkıh metodolojisindeki tasnifiyle vaz’î ve hitabî hiç ayırım yapmadan bütün tekliflere şamil kıldılar bu düşüncelerini. Bir tartışma programında seyretmiştim: kendisine sorulan bir soru üzerine birisi dedi ki: "Ben kendime göre namaz kılıyorum." Ne demektir bu? Din, insanları kendi iradeleriyle maksud-u bizzat olan hayra sevkeden, yönlendiren vaz’ı ilahî ise ne demek "kendine göre namaz"?”

Tarihselciler, maslahatları celb (İyilik, fayda ve güzellikleri elde etme), mefsedetleri def etme" yi (Kötülük, zarar ve çirkinlikleri uzaklaştırma) her şeyin merkezine koyarak, hükümlerin iptaline, değişmesine ve yenilerinin bunlar yerine konmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesine sahiptirler.

Bu insanlar, Kur’an ve peygamber tarafından tespit edilmiş olan maslahat ve mefsedetlerin yerine neler olacağını ise, günümüzdeki maddi ve manevi hastalıkların etkisi altında olan ve dünyevi fayda ve menfaatlerin ön planda tutulduğu, kendi anlayış, idrak seviyeleri, arzuları ve heveslerine göre belirlemektedirler. 

Meşru olmayan yollardan kaynaklanan zaruretler dini hükümlere sebep olamazlar…

Hazreti Bediüzzaman, İçtihad Risalesi’nde “Zarûret, haramı helâl derecesine getirir.” kuralının günümüzdeki yanlış kullanımı ve meşru olmayan yollara girilmesi neticesinde oluşan zaruretlerin, haramları helal yapmayacağından dolayı ruhsatların kullanılamayacağı ile ilgili açıklamaları bu konuya ışık tutmaktadırlar:

“İşte şu zamanda zarûret derecesine geçen ve insanları müptelâ eden bir beliyye-i âmme suretine giren çok umûrlar vardır ki; sû-i ihtiyardan, gayr-i meşrû meyillerden ve haram muâmelelerden tevellüd ettiklerinden; ruhsatlı ahkâmlara medar olup, haramı helâl etmeye medar olamazlar. Hâlbuki şu zamanın ehl-i içtihadı, o zarûratı ahkâm-ı şer’iyeye medar yaptıklarından, içtihadları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir, semâvî olamaz, şer’î değil. Hâlbuki; semâvât ve arzın Hâlık’ının ahkâm-ı ilâhiyesinde tasarruf ve ibâdının ibâdâtına müdahale, o Hâlık’ın izn-i mânevîsi olmazsa; o tasarruf o müdahale merduttur.”

Günümüz insanları tarafından zaruret olarak kabul edilen ve toplumların genelinde mevcut olan öyle şeyler vardır ki; bunlar iradenin kötü yolda kullanılmasından, meşru olmayan heva, heves ve arzulardan ve haramlara çok girmekten kaynaklanmaktadırlar. Bu insanlar sefahat, eğlence ve türlü türlü ahlaksızlıkların bağımlısı ve tiryakisi haline geldiklerinden, zaruret, maslahat ve mefsedetlerin takdirinde nefsani hareket ederler. Bunların bu zaruretleri bahane ederek, arzın ve semaların Hâlık’ının ilahi hükümlerine ve kullarının ibadetlerine müdahale edip değiştirme hakları yoktur.

Tarihsellik anlayışıyla, maslahat celbi ve mefsedetlerin def’i üzerinden, bir yandan dinde arzu etmedikleri hükümleri ortadan kaldırırken diğer taraftan fayda ve menfaatlerine olan şeyleri ise dine katabilmektedirler.
Böyle bir yola girince “Namazda esas olan Allah’a kulluk yapmaktır. 14-15 asır önce peygamber tarafından talim edilen namaz, o zamanın kültürüne, coğrafyasına ve insanlarına hitap etmektedir. Dolayısıyla, bu zamanın ve bugünün anlayışına uygun olarak, kendi belirleyeceğim bir şekilde de bu kulluğu yerine getirebilirim.” diyen insanlar ortaya çıkabilmekte ve aslında bu kimseler İslâm dışında kendileri için yeni bir din inşâ etmiş olmaktadırlar.

Böyle bir yola girince, günümüz toplumlarında ekseriyetin kabulüne mazhar olmuş birtakım haramların ve Kur’an ve Sünnet’te kesin olarak haram edilmiş olan birtakım ahlaksızlıkların çirkinlikleri tam olarak görülüp anlaşılamamakta ve bunlara cevaz verme veya haramlık derecesini hafifletme arayışları içerisine girilebilmektedir. 

Böyle bir yola girince, Cennet ve Cehenneme kimlerin girip girmeyeceği hususunda, Müslüman ve mü’min olup olmamanın çok önemli olmaması (fetret dönemi hükümleri mahfuz) ve hümanist söylemler üzerinden herkesi Cennet’e koymak gibi düşünceler ortaya atılabilmektedir. 

Böyle bir yola girince, vahiy ve peygamberlik hakikati önemini kaybetmekte ve onların yerine, kendi akıllarına güvenerek ve dayanarak hareket edenler tarafından yeniden revize veya reforma tabi tutulmuş dini anlayışların ikamesi teklif edilebilmektedir. 

Reformist çalışmaların etkisiyle, vahiy ve peygamberlik hakikatleri insanlar ve toplumlar yanında önem ve ağırlıklarını kaybettiklerinden, dinin insanlar üzerinde etkisini devam ettirecek bir cazibey-i kudsiyesi ve maneviyesi kalmamıştır. Bütün bunların neticesinde, insanın iki dünya saadetini ilgilendiren hayati konularda, bazıları ne yapacaklarını bilemez halde şaşkınlıklar yaşarken bazıları ise keyfilikler ve laubalilikler içerisine düşerek savrulmuşlar ve “Okun avı delip ondan çıktığı gibi dinden çıkarlar.” beyan-ı nebevisinde haber verildiği gibi, deizm, agnostisizm ve ateizm vb. dalalet yollarına düşmekten kurtulamamışlardır. 

İnşaallah, sonraki yazıda aynı konuya devam edelim.
<< Önceki Haber [Prof. Dr. Osman Şahin ] Dinde reform peşinde olanların... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER